Fidel Fidel’dir

Geçen hafta tam da doğumgününe denk gelmişken niçin Fidel’le ilgili bir yazı yazmadım diye hayıflandım sonradan. Bari önümüzdeki haftaya yazayım dedim ve işe koyuldum. Ancak hiç de kolay olmadı.

Ona karşı duyduğum coşkulu hayranlığı ifade etmemi sağlayacak kelimeleri arıyor ama bir türlü bulamıyordum. İsmi pek çok sıfatın doğal taşıyıcısı olarak anlam kazanmıştı. Şimdi o sıfatlara geri dönmek zor oluyordu. Nâzım yetişti imdadıma. Taa 1962’de, Küba ziyaretinin ertesi yılı, en doğru teşhisi koymuştu, “Küba halkına layık bir başka şey gördüm, yani o da insanı afallatan şey, Fidel Castro” diyerek... Onu hatırladım ve Fidel’in niteliklerini anlatan bir yazı yazmaktan vazgeçtim.

İnsanı afallatan bir lidere sahip Küba’nın şanslı bir ülke olduğu muhakkak. Hatta eskiden itiraf ediyorum, şöyle çocukça bir soru bile geçmişti aklımdan: Sovyetler Birliği’nde Stalin’in ardından böyle bir lider yetişmiş olsaydı, yine de çözülüş gerçekleşir miydi diye...

Kuruluş ve çözülüş dinamikleri tek bir kişinin oynadığı role bağlı olsaydı belki... Küba Devrimi’nin başarısı ve sürekliliğinde Fidel’in oynadığı tarihi rolle kollektif irade arasında kurulmuş ideale yakın bir denge var. Fidel’in Devrim’in ilk yıllarında kalabalıkların ortasında yaptığı konuşmalar, resmi bir havadan çok uzak, tek taraflı atılan nutuklardan çok, coşkulu birer sohbet havasındadır hep, karşılıklılık esastır. Fidel’le kitleler arasındaki müthiş iletişimin sembolik örnekleri olarak kayıtlara geçmişlerdir. Fidel’in karşısındaki kitle amorf bir kalabalık olmaktan uzaktır. Fidel’le kitleler arasına çok başarılı biçimde parti ve giderek yaşadıkları mahallelerden, okudukları okula, çalıştıkları işyerlerine kadar Küba halkını ülkenin kaderine doğrudan bağlayan örgütler yerleşmiştir. Küba Devrimi’nin garantörü de Fidel’in uzun ömründen çok Kübalıların örgütlülüğü...

Bu durum hayata burjuva gözlüklerle bakanların anlayabileceği bir durum değil. Fidel doğum gününde “2006’da hastalığımın ciddiyetini öğrendiğimde yedi yıl daha yaşayabileceğimi hayal edemezdim” diye yazmış. Küba’nın düşmanları da bu ihtimali düşünmek bile istemezlerdi. Ellerini oğuşturuyorlardı, bitti bu iş diyorlardı. Küba’da ise başarılı bir geçiş yaşandı. Hiçbir Kübalının ilahi güçler atfetmediği Fidel bugün siyasi misyonunu tamamlamış, kendini gezegenimizin geleceği ile ilgili insanlığı uyaran yazılar yazmaya adamış bir emeklidir.

Son zamanlarda Küba’da pek çoklarına göre ekonomi alanında riskli adımlar atılıyor, o kadar ki bunlar sosyalizmin sonunu bile getirebilir. Oysa geçmişte atılan kimi adımlar bunlardan daha az riskli değildi ya da karşı karşıya kalınan tehditler... ‘59’dan birkaç yıl sonra Devrim’in sosyalist karakterini ilan etmek bir riskti. Domuzlar Körfezi işgaline tek başına göğüs germek belki çılgınlık. Füze krizinde iki büyük güç arasında un ufak olabilirdi Küba. Angola’daki bağımsızlık mücadelesine destek için gidip dönmeyenlerin hesabını veremeyebilirdi. Sovyet sonrası dönemde ekonomideki liberalizasyon bugünkünden çok daha radikaldi. Bu dönemeçler atlatılırken Fidel’in oynadığı özel rolleri göz ardı etmek olmaz.

Raul 2006’da başkanlık görevini devralırken şöyle diyor: “Bana verilen bu görevi Küba Devrimi’nin tek bir başkumandanı olduğuna ilişkin sarsılmaz inancımla kabul ettim. Fidel Fidel’dir. Bunu hepimiz iyi biliyoruz. Fidel’in yeri doldurulabilir değildir.”

Bütün Küba bunun farkında. Ancak yapılacak şeyin yeniden büyük bir liderin doğuşuna bel bağlamak olmadığını da biliyorlar. Hele Raul’den sonra hiç... O nedenle bugün partide kollektif yönetim yapısını güçlendirme ve halkın örgütlülüğünü diri tutma en önemli işlerden biri. Önemli bir yol gösterici de Devrim’in yarım asırlık muazzam deneyimi olacak.