Darbe mi, devrim mi?

Gözde Kök'ün “Darbe mi, Devrim mi?” başlıklı yazısı 12 Mart 2013 Salı tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Chavez, 1992’de liderliğini yaptığı darbe girişimi başarısızlıkla sonuçlandığında , “por ahora (şimdilik)” demişti. “Şimdilik geri çekiliyoruz.” Sözün doğruluğu çok geçmeden anlaşılacaktı. Chavez bu sözü söylediği zamandan sonsuza kadar aramızdan ayrıldığı geçen haftaya kadar Venezuela’yı başka bir ülkeye dönüştüren radikal hareketin mimarı oldu.

4 Şubat 1992 bir milattır. Chavez’in tanınması, mücadelesini ordunun dışına taşıması ve bir halk liderine dönüşmesi bakımından. 1992’yi tetikleyen 1989 ise Venezuela açısından bir başka milattır tarihe Caracazo Katliamı olarak geçen olayın yaşandığı yıl olduğu için. Caracazo, yoksul halkı yıkıma uğratan ekonomik krizden çıkış politikaları karşısında yükselen protestolara devletin verdiği izansız cevap. 400’e yakın sivilin öldürüldüğü bu olay sonrasında 1958’den beri burjuva siyasetinde, petrol gelirlerinden orta sınıflara ve sendikalara dağıtılan rüşvetler sayesinde al takke ver külah usulü süren uzlaşma sona erdi. 1989’a kadar bu uzlaşma sayesinde askeri müdahaleler diğer Latin Amerika ülkelerine kıyasla sınırlı kalabilmiş, iki burjuva partisi arasında gidip gelen iktidar topu görece sancısız çevrilebilmiş, 60’lı yıllarda yükselen ve hızla gerilla hareketine dönüşen sol da kazasız belasız ezilebilmiş, büyük emekçi kitleleri örgütsüz bırakılabilmişti. Şimdiyse bu tarihi uzlaşma çöküyor, burjuva siyaseti şiddetli bir meşruiyet kaybına uğruyordu. Artık sokaklarda olan halk ise hala örgütsüzdü. Var olan muhalif örgütler zayıf ve/veya ciddi bir önderlikten yoksundu.

1989’daki protestolara katılanlar arasında Venezuela ordusunun yurtsever subayları da vardı. Kendilerine verilen “güvenliği sağlama” görevini hiçe sayarak halkın çeşitli market ve mağazalardaki “kamulaştırma” faaliyetini organize etmeye giriştiler. İşte bu subayların önemli bölümü, 1982’de ordu içinde kurduğu Bolivarcı-Devrimci Hareket-200 adlı gizli örgütün üyesi olan Chavez’in yoldaşlarıydı. Chavez’le birlikte 1982’de yola çıkmış olanlar ordu içinde ilginç bir kuşağın temsilcisiydiler.

Chavez bir üniversite öğrencisi olarak 1974’te askeri akademiye girdi. Venezuela’da diğer Latin Amerika ülkelerinden farklı olarak, genç subaylar eğitilmek üzere CIA güdümlü ölüm timleri yetiştiren “Amerikalar Okulu”na değil, ulusal askeri akademiye gönderiliyorlardı. Böylece sıkı bir karşı-devrimci eğitimden uzak kalmış oluyorlardı. Üstelik 1971 yılında yapılan reform, askeri akademi müfredatını üniversitelerde uygulanan müfredata yakınlaştırmıştı. Böylece genç subaylar askeri eğitimin ötesinde derin bir tarih, siyaset bilimi, felsefe bilgisi ile tanışıyor, Marx’a, Lenin’e varan okumalar yapabiliyor, radikal fikirleri benimseyen üniversite öğrencileriyle etkileşim içinde olabiliyorlardı. Venezuela ordusunda böyle bir müfredat reformunun ortaya çıkabilmiş olmasında ülkede sol gerillalarla oldukça düşük yoğunluklu bir mücadele veriliyor olmasının, Venezuela egemen sınıfının kendini sağlam zeminde hissetmesinin payı büyük olsa gerek.

Tıpkı Chavez gibi yoksul emekçi ailelerinden gelen yüzlerce genç ordu mensubu, yine 1971’deki ordu reformu ile güçlendirilen liyakat ilkesi sayesinde önemli konumlara gelebildiler.

Gerillalara karşı savaş için kırlara salındıklarında, gerillalardan çok yoksul halkla temas ettiler, toplumsal adaletsizliğe karşı tepki duymaya, düzen karşıtı, devrimci fikirlere dönük bir ilgi geliştirmeye başladılar.

Chavez’in iktidara geldiği 1998’den beri 4 Şubat 1992 tarihi giderek artan bir coşkuyla kutlanıyor. Ulusal bir güne dönüşmüş, Bolivarcı Devrim’in başlangıcı kabul edilmiş durumda. Yüreği demokrasi aşkıyla yanıp tutuşan arsız Venezuela muhalefeti ise bir darbe girişiminin böyle kutlanmasını şiddetle kınıyor.

Bu darbe girişimine eleştirel bakan sol kesimler de olmalı. “Chavez halkla bağları zayıf, toplumsal bir örgütlülüğe dayanmayan, Marksist-Leninist ilkelerden uzak, Latin Amerika’nın fokocu geleneğine yakın bir tepeden hareket örmeye çalıştı” düşüncesiyle... Bu eleştiriler Venezuela’nın yakın döneminin tarihsel gelişmelerini yeterince önemsemedikleri için haksızdır. Chavez bir ordu mensubu olarak içinde yetiştiği dönemin olanakları sayesinde kendi dünya görüşünü radikal bir demokrat olarak şekillendirmiş ve yine aynı olanaklar sayesinde bu fikirleri ordu içinde yayma olanağı bulmuştur. Fikirleri, kaynaklarını en fazla Venezuela’nın sömürge karşıtı mücadelesinde ve bu mücadeleyi verenlerde bulur, başta Simon Bolivar olmak üzere. Askeri akademide öğrenciyken okuduğu kitaplar sosyalizmle de tanışmasını sağlamıştır, ancak ülkesinde ilham alabileceği ve kendisini kapsayabilecek güçlü bir sol hareket yoktur. Chavez el yordamıyla ilerlemiştir. Biraz da böyle olduğu için 1992 gibi bir tarihte, sosyalizm büyük bir geriye düşüş yaşarken bazılarına çılgınca gelebilecek bir harekete girişmemiş midir?

Bolivarcı Devrim en genel anlamda bir grup yurtsever askerle örgütsüz, arayış içindeki kitlelerin buluşması ile ortaya çıktı. Var olan siyasi ve toplumsal örgütler bu buluşmada daha geri planda kalmışlardır. Örgütlü bir hareketin yaratılması ihtiyacı, Devrim ilerledikçe kendini dayatmış, bu alanda radikal adımlar atılmıştır. Devrimin bundan sonra kaderini belirleyecek olan ve analiz edilmeyi en fazla hak eden Bolivarcı hareketin örgütlü bir güce dönüşmek konusunda ne kadar mesafe kat ettiği olacaktır.