Çok da tın!

Rusya, Ukrayna krizinin ardından kendisine yaptırım uygulayan ülkelere misilleme olarak onlardan gıda ithalatını durdurdu. Şimdilik bir yıllığına. Basından takip etmişsinizdir, bu misillemeden en fazla Avrupa Birliği ülkelerinin etkileneceği söyleniyor. Birlik üyeleri Rusya’ya gıda ürünleri ticaretinde başı çekiyor.

Avrupa basınında alaycı bir dille Rusya’nın kendi ayağına sıktığı yorumlarına rastlandı. Gerçekten birileri Rusya’nın bu adımı atarken kendini güvenceye almadığını düşünmüş müydü, bilmiyorum.

Elbette Rusya’nın bir planı vardı. Rusya’nın bu adımı, Ukrayna krizi ile kendisini tecrit çabalarına karşı yaptığı hamlelerin sonuçlarını göstermesi bakımından anlamlıydı. Hareket alanının düşünüldüğünden daha geniş olduğunu da göstermek ister gibiydi.

Öncelikle üyesi olduğu BRICS topluluğu ne güne duruyordu, özellikle de Çin ve Brezilya. Sonra, son birkaç yıldır ama özellikle son aylarda yoğun bir biçimde Latin Amerika’ya yaptığı yatırımın sonuçlarını test etmek için de bir fırsattı bu.

Kararın hemen ardından başta Brezilya, Arjantin, Ekvador ve Şili olmak üzere pek çok Latin Amerika ülkesi ürün ve ihracatçı listeleri gibi detayları sunarak Rusya’ya gıda ihracatını katlamaya ne kadar istekli olduklarını gösterdiler.

Avrupa Birliği kendisinden boşalan alanı doldurmak için Latin Amerika ülkelerinin gösterdiği ivecenlik karşısında kızgınlığını gizlemiyor, konunun siyasi boyutuna dikkat çekiyor. Yani Avrupa Birliği’nin tek taraflı yaptırımları söz konusu olduğunda serbest ticaret filan hak getire, ”Rusya’nın baş sorumlusu olduğu krize 'uluslararası toplumun' ortak tutum göstermesinin öneminden” dem vuruluyor. Bu her zamanki kabak tadı vermiş hikaye. Ancak gerilimin diğer tarafında, yani Latin Amerika-Rusya ilişkilerinde yeni ticaret olanaklarının iştah kabartıcılığının ötesinde bir yakınlaşma göze çarpıyor. O nedenle Rusya’nın son hamlesini ve bu hamleye Latin Amerika’dan gelen hızlı yanıtı daha büyük bir resmin içine yerleştirmekte fayda var.

Putin Rusyası başından beri Latin Amerika’ya yönelik sürekli bir çaba içerisinde. Emperyalist dayatmacılığa itirazların ağırlık oluşturmaya başladığı kıtada, Çin iktisadi olarak hem doğrudan yatırımları hem de ticari faaliyetleri bakımından ciddi bir alternatife dönüşmüştü. Rusya ise uzun süre Çin’i açık ara geriden takip etti. Putin yönetimi bölgesel nüfuz alanını savunmanın yolunun bir dünya vizyonu ile egemen odakları sıkıştırmaktan geçtiğini düşünmeye başladığından beri Latin Amerika’ya yönelik çabalar özel bir yoğunluk ve derinlik kazanmış durumda. İşin bir yanını stratejik sektörlerde, özellikle de enerji alanında Rusya’nın bölgedeki büyük yatırımları oluşturuyor. ABD saldırganlığına karşı hep yanında pozisyon aldığı Venezuela, büyük yatırım anlaşmalarının birincil muhataplarından.

Bir başka ve çok önemli boyut, askeri işbirliği boyutu. Rusya başta Venezuela, Brezilya, Nikaragua ve Peru olmak üzere kıta ülkelerine büyük miktarlarda savunma sistemleri satıyor. Bahar aylarından bu yana savunma ve dışişleri bakanlarının ardından en son Putin’in kıtaya ziyaretleriyle ortaya çıkan başka bir niyet artık daha somut planlarla birlikte açıkça dillendiriliyor. Rusya, Latin Amerika’da askeri üs istiyor, çok sayıda.

Belki de yakınlaşmanın en önemli boyutu ideolojik boyut. Emperyalist bloğun ülke egemenliklerini hiçe sayan, müdahaleci ve dayatmacı tavrına karşı Rusya, kendini bu tavrı siyasi ve ahlaki olarak mahkum eden ve bu tavra maruz kalanların hamiliğini üstlenen büyük güç olarak konumlandırma peşinde. Tam da bu noktada Latin Amerika’nın tekil üyeleri ve çeşitli bölgesel birlikleri ile müthiş bir rezonans yakalamış durumda. Küba’ya karşı ABD ablukası, Arjantin’in İngiltere ile Malvinas davası, Brezilya’nın ABD’nin casusluk faaliyetleri yüzünden yaşadığı mağduriyet, Venezuela’ya karşı ABD komploları... Liste uzatılabilir. Bütün bu olaylar karşısında Rusya çok kutuplu bir dünyanın yalnızca savunucusu değil aynı zamanda baş mimarı olarak mağdur ülkelerin çıkarlarını savunuyor, somut jestlerle savunmanın da ötesine geçiyor. Küba’nın Sovyetler zamanından kalan 32 milyar dolarlık borcunu silivermesi gibi...

Bu rezonansın çok güçlü bir zeminde yaşanmasını sağlayan şey de Obama yönetimi’nin uzunca süredir Latin Amerika’yı dış politikada bir öncelik konusu olmaktan çıkarması ve bunun bıraktığı büyük boşluk. ABD yönetiminin ağzının içine bakmakta ısrar eden Meksika, Kolombiya gibi ülkeler dahi ABD’nin ilgisizliği karşısında çaresiz. Böylece Rusya kıtadaki bağımsızlıkçı entegrasyon süreçlerine karşı bir ABD projesi olarak ortaya çıkan Pasifik İttifakı’na yönelik bile kışkırtıcı mesajlar göndermeyi ihmal etmiyor.

Bu tablo karşısında Latin Amerika’da hiçbir zaman gerçek bir nüfuza sahip olamamış Avrupa Birliği merkez ülkelerinin Latin Amerika’dan Rusya’ya gıda ürünleri ihracatını engelleme isteğinin ne kadar dikkate alınacağını okuyucuların takdirine bırakıyorum. Ekvador lideri Correa kendisinden beklemeyeceğim kadar yumuşak bir dille belirtmiş: Latin Amerika Avrupa Birliği üyesi değil. Yani bir yerde çok da tın...