Çakalların dansı

Dünya üzerinde bir yer var mı ki kapitalizme karşı mücadele eden savaşçıların işi kolay olsun? Yine de konjonktürel olarak başka yerlere göre daha büyük bir irade, inat, özveri gerektiren coğrafyalar olabilir. Ve kesinlikle Meksika böyle bir yerdir.

Ülke içi eşitsizliklerden en fazla nasibini almış yoksul bir eyalet olan Guerrero’dan yaz başından beri gelen ölüm haberlerinin arka planına bakınca bu daha iyi anlaşılıyor.

Yaz başından beri Guerrero’nun çeşitli yerlerinde aralarında Meksika Komünist Partisi üyelerinin de olduğu halk önderleri birbiri ardına katlediliyor. En son katliam birkaç hafta önce yaşandı. Bugüne kadar cinayetlerle ilgili hiçbir ciddi soruşturma yapılmadı. Bu da çok haklı olarak şu soruyu akla getiriyor: Cinayetlerin arkasında devlet mi var?

Guerrero tarımla uğraşan yerlilerin ve Afro-Meksikalıların nüfusun ağırlıklı bölümünü oluşturduğu bir eyalet. Burada, büyük toprak sahiplerinin, bölgesel iş adamı-politikacı sınıfının ve yabancı maden şirketlerinin sömürü ve baskısı karşısında güçlü bir halk isyanı geleneği var. 1960’ların sonu 70’lerin başında köylü hareketleri, komünist önderlerin öncülüğünde kendilerine geniş bir etki alanı yarattılar. Zaman zaman silahlı ayaklanmalar da yaşandı ve büyük gerilla örgütleri ortaya çıktı.

Komünist parti, kadrolarını köylülük meselesine ideolojik olarak bağlı radikal bir aktivist kimliğiyle yetiştiriyordu. Bu da devletin yürüttüğü ‘kirli savaşa’ rağmen komünistler ve köylüler arasında bütünüyle yok edilemeyen bağlar yarattı. Köylü hareketlerine ordu ve paramiliter güçler tarafından ağır darbeler vurulsa da, geleceğe yeniden kuruluş için güçlü bir miras devredildi.

70’lerde ulusal ordunun üçte birini Guerrero’ya yığan Meksika devleti, takip eden yıllarda da bu işgale son vermedi. Ordu görevlileri paramiliter güçlerle birlikte adam kaçırma, tecavüz, işkence, cinayet ve diğer türlü mutat eylemlerinin yanı sıra zaman zaman büyük katliamlara da imza attılar.
Daha da kötüsü, resmen bitirildiği iddia edilse de aslında hiç bitmeyen kirli savaş, çarpıcı biçimde ‘uyuşturucu ticaretiyle savaş’ kampanyasıyla birleşti. 2006’da başkan Calderon’un başlattığı bu ikiyüzlü savaşta Guerrero’da gündelik hayata yerleşmiş olan şiddet iyice tavan yaptı. Devlet sözde uyuşturucu kartelleriyle mücadele ediyordu. Giderek uyuşturucu ticaretinde devletin federal ve yerel güçlerinin de içinde olduğu büyük bir paylaşım savaşı olduğu anlaşıldı. Aslında ordu görevlileri ile narko-paramiliterler kâh iki ayrı koldan kâh iç içe geçmiş bir biçimde halka karşı savaşıyordu.
Guerrerolu emekçiler Meksika kapitalizminin ürettiği pisliklerle pek çok cephede aynı anda savaşmak zorunda. Bir yanda ortak tarım arazilerini işgal ederek kendi topraklarını genişleten toprak sahipleri, mütecaviz madenciler, bunları köylüye karşı koruyan devletin kolluk güçleri ve paramiliter çeteler var. Diğer yandaysa, yine yerli halkın ortak mülkiyeti olan orman arazilerini marihuana ve afyon ekimi için işgal eden, ortalığı terörize eden ve işledikleri suçlar hep cezasız kalan uyuşturucu kartelleri… Bütün bunların yarattığı kaos ve şiddet döngüsü, neoliberal dönemde daha da azgınlaşan sömürünün derinleştirdiği yoksullukla birleşince toplumsal çürümenin de kol gezdiğini tahmin edebilirsiniz.

Guerrerolu köylü ve çiftçi örgütleri yılbaşından beri halkı şiddetten korumak için kendi silahlı savunma birliklerini yaygınlaştırmaya başladılar. Bir yandan da Meksika kaynıyor, işsizlik ve piyasalaşmaya karşı ülkenin her yerinden yükselen sese Guerrero’dan da önemli bir destek gidiyor.
Giderek daha örgütlü hale gelen halk, çakalların dansına bir çomak sokabilir mi? Biz bunu düşünüyoruz, hayal ediyoruz. Yerel düzeyde resmi, yarı-resmi ve gayrı-resmi unsurlardan federal hükümete kadar uzanan düşman kampının aklından da aynı şey geçiyor olmalı…

Yoksa, apaçık siyasi olan bu cinayetleri başka türlü nasıl açıklayacağız?