Buen Vivir

Gözde Kök'ün “Buen Vivir” başlıklı köşe yazısı 11 Aralık 2012 Salı tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Buen Vivir “iyi yaşama” demek. And ülkelerinde yaşayan yerli toplulukların ortak dili Quechua’dan gelen bir ifade. Doğayı dev bir canlı organizma, insanı ancak parçası olduğu bu dev organizmanın kendine özgü haklarını tanırsa iyi ve mutlu olabilecek bir varlık olarak tanımlayan kadim anlayışı ifade ediyor.

Bu ifade, yerli toplulukların ülkelerindeki neoliberal politikalara karşı güçlenen önemli bir toplumsal muhalefet unsuru haline gelmeleriyle politik anlam kazandı. Kâr merkezli, büyüme oranları saplantılı, enflasyon, faiz hesaplarının arasına sıkışmış bir iktisat anlayışının karşısına dikildi. İnsanın kendi potansiyellerini gerçekleştirme özgürlüğünü savunan ve bunun için doğayla barışık insan merkezli bir kalkınma anlayışının hayata geçirilmesi gerekliliğini vurgulayan bir içeriğe kavuştu. Ve son olarak, iki And ülkesinin doğrudan Anayasa’sına girdi: Ekvador ve Bolivya’nın.

And ülkelerinin tek ortak özelliği And dağlarına ev sahipliği yapmaları değil. Bu ülkelerde yaşayan kalabalık yerli nüfus, ortak bir kültürel mirası yaşatıyor. Bir yandan da, Amazonların derinliklerinde saklı geniş petrol ve doğalgaz rezervleri, değerli madenleri ve zengin su kaynaklarıyla paha biçilmez olan bu coğrafyanın en mağdur kesimini oluşturuyorlar. Geçtiğimiz onyıllarda emperyalist yağma sonucu topraklarını kaybeden, ayrımcılığa maruz kalan, kent yoksulları ordusuna katılanlar da onlar oldu.

Bugün ise, kendilerinin de içinde bulunduğu muhalif hareketlerin desteğiyle iş başına gelen solcu hükümetlerle kavgalarını sürdürüyorlar. En son geçen hafta, Ekvador’da “uzun neoliberal geceye bir son verme” iddiasıyla 2007’de iktidara gelen Correa hükümeti Amazon bölgesinde binlerce hektar yağmur ormanı üzerinde 13 yeni noktada petrol aramak üzere ihaleye çıkılacağını duyurdu. Yerli örgütlerinden gelen tepkilere karşı Correa, sert bir tutum takındı. Hızını alamayıp benzer durumların yaşandığı Peru ve Kolombiya’yı bu madencilik karşıtı muhalefeti püskürtmek için birlikte hareket etmeye çağırdı! Sık sık kullandığı ve çok sevdiği söz şu: “Bir altın çuvalı üzerinde oturup dilencilik yapacak değiliz.” Oysa daha birkaç yıl önce ülkenin yeni Anayasa’sında yerlilere, yaşadıkları topraklarla ilgili meselelerde kendilerine danışılması dahil kapsamlı haklar tanıyan maddelere yer verilmişti.

Yoksul And ülkelerinin ekonomileri doğal kaynakların uluslararası tekellerce işletilmesine ve yurt dışına ihraç edilmesine dayanıyor. Kendi ayakları üzerinde duran bir sanayileri, tarımsal üretimleri yok. Yeni sol iktidarlar kamunun öncülüğünde sınai kalkınma, gıda egemenliği ve ürün çeşitliliği konusunda adımlar atmaya çalışsalar da ülkelerinin doğal kaynak ihracatına bağımlılığı sürüyor. Gerekli altyapı ve teknolojiye sahip olmadıkları için de, yabancı yatırımcıları çağırmaya devam ediyorlar.

Kapitalist ilişkilerin hâkim olmaya devam ettiği bu ülkelerde, siyasi iktidarların ekonominin bütününe ilişkin tasarrufları son derece sınırlı. Doğal kaynakların kullanımıyla ilgili kararlar daha bütüncül bir planın parçası olarak değil, yeni gelirler yaratmanın araçları olarak ortaya çıkıyor. Geçmişteki uygulamalardan farkı, gelen yabancı yatırımcıyı ülke çıkarını daha fazla gözeten sözleşmelere zorlamaları ve elde edilen gelirleri daha fazla sosyal programlara aktarmaları.

Peki söz konusu olan sosyalist iktidarlar olsaydı durum nasıl olurdu? Doğal kaynaklara haşa el sürülmez miydi? Bence kaçınılmaz olarak sürülürdü. Ama kamu tarafından, belirli bir siyasi tartışma zemininde, bütünlüklü bir sanayileşme ve kalkınma planına hizmet ettiği oranda ve çevresel sonuçları dikkate alan bir seçicilikle... Yerli halklar ise, toplumun geri kalanından yalıtık unsurlar olarak iyice küçülmüş yaşam alanları içinde varlıklarını sürdürmeye zorlanmazlardı. Sosyalist kuruluşa yaşam biçimleri ve kültürleri ile ilham verir, toplumun geleceğine ilişkin kararlarda söz sahibi olurlardı.