Bir Roosevelt değil

Küba-ABD ilişkilerindeki gelişmelerle ilgili okurken, bir yerde başlığı “New Deal” olan bir makaleye rastladım. Son aylarda iki ülke arasında süren pazarlıkların içeriğine ilişkin son derece ilginç detaylar veren bir makale.* Ama çağrışım dünyası işte, benim aklım New Deal diyince 30’lu yıllara gidiverdi. Yani Roosevelt’in New Deal (Yeni Düzen) politikasını uygulamaya koyduğu yıllara. Roosevelt ülke ekonomisini toparlayacak yeni bir ekonomi politikasının temellerini atarken, eş zamanlı olarak Latin Amerika ülkeleri ile yıpranmış komşuluk ilişkilerini de “İyi Komşuluk Politikası” ile tamir etmek istemişti. O ana kadar askeri işgal ve darbelerle bir an rahat bırakmadığı bu ülkelere  onların iç işlerine müdahale etmeyeceğini taahhüt ediyordu.

ABD kendi iç meseleleriyle meşgulken Latin Amerika ülkelerinin rahat bir nefes alabildiği dönem İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar sürdü. Bu dönemde ABD Nikaragua ve Haiti’deki işgallerine son verdi. Yüzyıl başında Küba’da Guantanamo üssünün kuruluşunu sağlamış olan Platt düzenlemesini feshetti. Meksika’da devletleştirilen yabancı petrol şirketleriyle ilgili taleplerini geri çekti.

Savaş sonrası ortaya çıkan anti-komünist histeri bu müdahalesizlik politikasının rafa kalkması için hazır bahane sundu. Hikayenin bundan sonrası fazla heyecanlı değil, hatta oldukça trajik.

Sovyetler Birliği’nin çözülüş yıllarında askeri rejimlerin ortadan kalkması ve ABD’nin arka bahçesindeki demokrasi açılımı bazılarına göre kıtada yeni bir dönemin başladığına işaretti. Latin Amerika’da gerçekten yeni bir dönem açıldı, ama ABD’nin inayetiyle değil. ABD arka bahçe doktrininde belki gerçekten bir değişime gitmek istiyordu, ancak hem bir sermaye imparatorluğu olarak bu anlamdaki kısıtları, hem de Latin Amerika’daki gelişmeler gerçek bir doktriner değişime izin vermedi. Neoliberal saldırı karşısında ayağa kalkan toplumsal güçler kendilerine ülkelerinin egemenlik yapılarının görece zayıf politik ve ideolojik zemininde alan açabildiler ve dengeleri değiştirecek kadar ileri gittiler. Öyle ki, ABD gizlemeye çalıştığı dişlerini ilk kez 2002’de Chavez’e karşı darbe girişiminde ardından 2009’da Honduras’ta ilerici Zelaya yönetimini ordu eliyle alaşağı etmesi sırasında göstermek zorunda kaldı.

Artık ABD ne yapsa hızla deşifre oluyor ve “aleyhinde delil olarak kullanılıyordu”. Ekvador’daki polis darbesi girişimi, Bolivya’da elçilik kanalıyla çevrilen entrikalar, Venezuela’da gerici muhalefete verilen destek bu ülkelerdeki ABD elçilerinin gönderilmesi ile sonuçlandı. ABD’nin bu ve benzeri müdahaleleri Latin Amerika’nın kendi içindeki entegrasyonunda kamçılayıcı bir rol oynamaya başladı.

Latin Amerika’da solun bir ağırlık oluşturması ve kıtada ABD’yi dışlayan entegrasyon sürecine öncülük etmesi şüphesiz Küba’ya rahat bir soluk aldırdı ve Özel Dönem’den çıkışını kolaylaştırdı. Ancak gözden kaçırılmaması gereken nokta bu gelişmelerde Küba’nın bizzat önemli bir rol oynamasıydı. Hugo Chavez’in Küba ve Fidel Castro ile tanışıklığı iktidara geldiği 1998 yılının çok öncesine dayanıyor. Venezuela’da muhalefetin Küba nefreti boşuna değil. Küba Bolivarcı Devrim sürecinin mimarlarından biri kabul edilebilir rahatlıkla.

Küba, yarım asırdır imparatorluğa tek başına gösterdiği direnişle verdiği ilhamın yanı sıra başarılı diplomatik hamlelerle ve çok yaygın ve yoğun dayanışma faaliyetleriyle geçmiş dönemden farklı, yeni bir özgül ağırlığa kavuştu kıtada.

Küba’ya yönelik abluka politikasının ve beş kahramanın esaretinin kınanması kıta için tüm zirvelerde bir gelenek haline geldi. Bir süredir devrimin ardından Küba’yı Amerikan Devletleri Örgütü’nden dışlayan ABD’nin bu politikasını sürdüremeyeceğinin altı çiziliyor. Önümüzdeki aylarda Panama’da yapılacak zirveye Küba’nın davet edilmemesi durumunda katılmayacağını bildiren çok sayıda ülke var ve Panama Küba’yı resmen zirveye davet etti. Küba ile ABD arasındaki gelişmeler açığa çıkana kadar bu durum karşısında Obama’nın nasıl bir tavır alacağı merak konusuydu.

1930ların dünyasında yaşamıyoruz ve filmi geri saramayız. ABD’nin Latin Amerika ile “iyi komşuluk” politikası geliştirme lüksü yok. Bir yandan Küba’ya zeytin dalı uzatırken bir yandan Venezuela’ya yönelik senatoda onaylanan yaptırım kararları bunun göstergesi. Küba’nın özgün başarısı yılları alan çabalarının ürünü. Özellikle Latin Amerika’da oluşan ortam Küba’yı ABD için neredeyse yalnızlığını kırmada bir anahtara dönüştürmüş durumda. ABD’nin büyük çaresizliği…

Latin Amerika söz konusu olunca, karşımızda politik ve ideolojik manevra yeteneği sınırlı, yeni koşullara ayak uydurmakta zorlanan, başı sıkışınca en iyi bildiği vurdulu kırdılı yöntemlere başvuran bir emperyalist güç var. Hala güçlü olduğu nokta ise Latin Amerika ülkelerinin karşısında savunmasız kaldığı aç gözlü Amerikan sermaye tekellerinin varlığı. Krizi Latin Amerika’yı da sarmakta olan kapitalizmle köprüleri atmadan bu savunmasızlığa nihai bir çözüm bulunamayacak.


* http://www.thenation.com/article/193777/new-deal-cuba