Lumpen-liberalizm

Liberal düşüncenin en önemli isimlerinden Ludwig von Mises, Liberalizm isimli klasik çalışmasında liberalizmin tanımını(!) şöyle yapar:

“Liberalizm, tamamlanmış bir doktrin ya da sabit bir dogma değildir. Aksine, bilimin öğretilerinin insanın toplumsal yaşamına uygulanmasıdır.”

Bu tanıma bakınca aslında görünen şudur: Liberal düşüncenin en önemli isimlerinden biri Liberalizm isimli kitabında liberalizmin tanımını yapmamaktadır.

Her ne kadar von Mises yanaşmasa da biz liberal düşüncenin anahatlarını belirleyebiliriz.

Liberalizm, birey, toplum ve devlet ilişkilerinde tekil bireylerin özgürlüğünü öncelikli kabul eder. Bu bağlamda,

- Toplumsal yapının örgütlenmesinde bireysel özgürlükleri esas alır.
- Bireysel özgürlükler karşısında devletin yetkilerini sınırlamayı savunur.
- Devletin bireysel girişimciliğin aleyhine iktisadi alana müdahalesine karşı çıkar.

Burada amacımız, liberalizmin yukarıda sıraladığımız ana sütunlarını eleştiriye tabi tutmak değil, bir soruyu yanıtlamak: Liberalizmin evrensel teorik çerçevesini verili kabul ettiğimizde Türkiye’de yakın geçmişte palazlanmış olan “liberal aydın” tipinin hali nice olur?

Durumun liberaller açısından parlak olduğunu söylemek pek mümkün değil.

İsterseniz incelemeye sondan başlayalım.

Sermaye sınıfının iç yapısına doğrudan müdahalelerde bulunan AKP’ye ses çıkarmayan dahası bu yönde çağrılar yapan, bu müdahaleler esnasında doğan boşluklara oynayan ve ganimetten pay almaya çalışan yahut bu hamlelere alkış tutan liberallerden bahsediyoruz.

Türkiye liberalizminin kağıttan kaplanı Taraf’ın geçtiğimiz günlerde devlet desteği aldığını okuduk. Liberal “aydınlarımızın” hemen tamamının devletin kah resmi kah el koyduğu televizyon kanallarında “sahne aldıklarını” biliyoruz.

Dolayısıyla, kağıt üzerindeki liberalizm ile Türkiye’deki “yürürlükte olan” liberalizm pek birbirini tutmamaktadır.

Gelelim bireysel özgürlükler ve devlet ilişkisine.

AKP’nin doğrudan kapladığı siyasal alandaki tüm blokların üzerinde sallanan Demokles’in kılıçlarını “özgürlük” diye yorumlamak da yine bizim liberallere nasip oluyor. Kimi zaman hangi kılıcın kimin üzerinde sallandığı belirsizleşse de genel durum şudur:

Her biri Türkiye tarihinde yalnızca darbe dönemlerinde görülen nitelikte ve genişlikteki davalardan “Devrimci Karargah davası” sosyalistlerin tepesinde sallanırken Kürt siyasetinin üzerinde “KCK davası” bulunmaktadır. Hem Kürt siyaseti hem de devrimci siyaset ile olan bağına da sık sık vurgu yapılan “Ergenekon” ve “Balyoz” davaları ise esas olarak kemalistlerin ve tasfiye edilmiş olan AsParti’nin (Asker Partisi) tepesinde sallanıyor.

Bu davalar açıktır ki liberal teoride esas olan bireylerin korkudan bağımsızlaştırılması ilkesini tümden yok sayıp bir korku düzeni yaratmakta, liberal cemaat komiserlerinin ve şeflerinin köşelerinden yahut ekranlardan tüm topluma parmak sallamasına vesile olmaktadır.

Bu kadar mı? Elbette değil. Türkiye’de Emniyet Teşkilatı’nın yaptığı bütün hukuksuzlukları güzel bir sebebe bağlamak da yine bizim “sehvenizmin” kitabını yazan liberallerimizin kabiliyetleri arasında. Tam da bu noktada, polise ağır silah alma yetkisi veren hükümeti alkışlayan liberallerimizin varlığını da belirtmemiz lazım.

Dahası, tarihimizde ilk kez bir başbakana polis rozeti takılıp, silah hediye edilirken tezahürat yapan karnında bebeği polis tarafından öldürülen gence ise “ne işin var gösteride” yazarak siyasal özgürlüklerin sınırını hepize hatırlatan liberallerimiz de mevcut. Ne midir o sınır?

AKP’nin özgürlüklerinin başladığı yerde bizlerin özgürlüğü son bulmaktadır. Aslında zaten, ister inanın ister inanmayın, bizim özgürlüğümüz AKP’nin ve onun yeniden yapılandırdığı devletin özgürlüğü ile mümkün olmaktadır.

Bundan güzel liberalizm mi olur?

Gelelim liberal teorinin toplumsal yapının örgütlenmesinde bireysel özgürlüklerin önceliği meselesine. Burada pek çok nokta açılabilecekken şu anda üzerinde durmak istediğimiz nokta şudur:

Liberalizm, her ne olursa olsun, Aydınlanma Dönemi’nin ürünüdür. Liberalizm, kendisini din kurumuna kökten bir karşıtlık üzerine kurmasa da dinin toplum üzerindeki topyekün tahakkümüne karşı çıkar. Oysa, Türkiye’de liberaller, en hafifinden bu konuda “yahu ne olacak ki?” basitliği içindedir. Çoğunluğunun islamcı/şeriatçı yazarlarla arasındaki sınır ortadan kaybolmuştur. (Son dönem islamcılar tarafından yapılan “ince ayar” liberaller ile olan mesafeden ötürü değildir. Bu bir burun sürtme ve imaj tazeleme operasyonu olarak görülmelidir.)

Bu noktada bir toparlama yapabiliriz.

Demek ki, Türkiye’de liberalizm denince bundan devletin birey karşısındaki özgürlüklerini savunan, polis devletini makul gören, ekonomik alana siyasal müdahaleyi ilke edinmiş, bireysel özgürlükleri dogmaya kurban eden bir ideolojiyi, bir anlamda bir resmi söylemi anlamamız gerekiyor. Bu tabloda kendisine “liberal aydın” denenler ise devletin ve AKP’nin maaşlı memurudur. Bugün bu memurlar her gün her dakika “özgürlük dersi” veriyorlar. Ne diyelim abdestsiz sofuya namaz dayanmaz.

Yazının başında bahsettiğimiz von Mises’in hiçbir şey söylemeyen liberalizm tanımına geri dönelim. Von Mises’in bu boş tanımına göre liberalizm biraz da insanın kendine yakışanı giymesidir. Peki bizim liberaller, liberalizmden ne anlamaktadır? Bizim kadrolu liberallere göre ise, liberalizm, AKP’nin hepimize yakışanı istediği gibi istediği zaman giydirmesidir.

İşte liberalizmin evrensel teorisi ile Türkiye’deki lumpen pratiği arasındaki açı bu kadarcıktır.