Düzen Partisi: AKP ve…

“Türkiye’de seçimlere iki parti katılıyor.”

Bu cümle seçim dönemlerinde toz dumana katılmışken meseleyi yalınlaştırmak için genelde solcular tarafından kullanılan bir ifadedir. Anlamlıdır da: Bir yanda düzen partisi vardır, diğer yanda devrimci parti.

Bu seçimlerde ise durum bu açıdan daha net… ÖDP’nin bir komplo ile seçim dışında bırakılması neticesinde seçimlere giren tek sol parti TKP.

Bağımsızların ayrıca konuşulması gerekiyor. Ancak konumuz bu değil.

Konumuz, düzen partisinin almış olduğu özel görünüm.

* * *
Gelenek’in geçtiğimiz sayısında Türkiye’de yaşanan dönüşümü tarihsel bir perspektiften açıklamaya çalışırken Marx’ın Louis Bonaparte Fransası için söylediği şu sözlere gönderme yapmıştım:

‘Düzen Partisi’ cumhuriyetinin doğal ürünü, İkinci İmparatorluk oldu.

Marx, burada “Düzen Partisi”ni bir benzetme olarak kullanmıyor. Adı Düzen Partisi olan 1848 Kalkışması’na tepki olarak oluşmuş gerici bir burjuva partisinden bahsediyor.

Pekiyi nasıl bir partidir bu Düzen Partisi?

Marx, Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i isimli çalışmasının hemen başında Düzen Partisi’ni şöyle tarif eder:

“Temmuz günlerinde tüm sınıflar ve partiler proleter sınıfın anarşi, sosyalizm ve komünizm partisine karşı Düzen Partisi biçiminde birleşmişlerdi. Toplumu ‘toplum düşmanlarından’ kurtarmışlardı. Onlar, eski toplumun "mülkiyet, aile, din, düzen" alamet-i farikalarını yayıp, bunları ordularında parola olarak kullanmışlardı ve karşı-devrimci haçlılar ordusuna "Bu işaret altında fethedeceksiniz!” diye emretmişlerdi.”

Peki bundan sonra ne yapmıştı Düzen Partisi?

Düzen Partisi, kendi içinde ortaya çıkan rekabeti, bu slogan vasıtasıyla bertaraf etmişti. Bu “düzen-içi” hesaplaşmalar esnasında toplum yeniden ve yeniden kurtarılmıştı. Βiraz uzun olsa da Marx’ın bu durumu nasıl anlattığını alıntılamam gerekiyor:

“ Efendilerinin çemberi daraldıkça ve daha dar, daha tekelci bir çıkar, daha geniş bir çıkara karşı savunuldukça, toplum da o kadar kez kurtarılmıştır. En basit burjuva mali reformunun, en sıradan liberalizmin, en biçimsel cumhuriyetçiliğin, en sığ demokrasinin her türlü istemi, hem "topluma karşı bir saldırı" olarak cezalandırılmış, hem de "sosyalist" diye horlanmıştır. Ve sonunda, "din ve düzen"in büyük rahiplerinin kendileri de vaaz kürsülerinden tekmeyle kovuldular, gece yarısı yataklarından kaldırıldılar, cezaevi arabalarına tıkıldılar, zindana atıldılar, ya da sürgüne gönderildiler. Tapınakları yerlebir edildi, ağızları mühürlendi, kalemleri kırıldı ve onların yasaları, din, mülkiyet, aile ve düzen adına yırtılıp atıldı.”

Marksizme yapılacak en büyük haksızlıklardan biri, dünden bugüne bire bir projeksiyonlar yapmaktır. Ancak işkenceci bir polis şefinin “Devrimci Karargâh” davası kapsamında tutuklandığı bir ülkede seçimler yaklaşırken, hesaplaşma ibresinin sola dönmesi, AKP’nin bütün yaldızlarının dökülmüş olması ve yıllardır “reformist” diye yutturulmaya çalışılan AKP’nin Türkiye tarihinin en muhafazakar sağcı partisine dönüşmüş olması karşısında (bizim uzunca bir süredir saptadığımız) Türkiye’deki Bonapartist eğilimden söz etmek sanıyorum abartı olmaz.

Marx’ın bu betimlemesi ile “Düzen Partisi” tarifi bir netliğe kavuşuyor. Düzen Partisi, tek bir parti değil, bir koalisyondur. Bu durumda Türkiye söz konusu olduğunda “Düzen Partisi” dediğimizde tek bir özneden yani AKP’den bahsetmediğimizi söylemek yerinde olur. Kendi içinde bir koalisyon olarak ortaya çıkmış olan AKP, daha büyük bir koalisyonun parçasıdır.

Şimdi sormamız gereken soru şudur: AKP, söz konusu koalisyonun neresindedir? Bu koalisyonun aslî unsuru AKP midir?

Bu soruyu yanıtlamak için son dönemde olup bitenleri anımsamaya çalışalım. Liste burada baştan sona aktaramayacağımız kadar uzun. Polis kaç derneği, kaç öğrenci evini bastı, kaç protesto gösterisine müdahale etti, kaç tane buram buram komplo kokan işin altına imza attı?

YGS protestocusu gençlerden kopya çetesi imal edip, engelli bir vatandaşın bakandan işittiği hakaret yersiz değildi dercesine aniden bu vatandaşın dolandırıcılık suçunu keşfedenler malum. En son, ciğerleri polisin saçtığı zehirle kavrulurken yüreği buna dayanamayan Metin Öğretmen’in masum olmadığını, polise taş attığını polis bülteni olarak çalışan Zaman’dan okuduk. Bu olayları protesto edenler gerektiği durumda tek tek bulunup ağızlarının payı yine Türk polisi tarafından verildi. Sonra Başbakan’ın kendi tıynetince protestocuların “ahlâkını” sorgulamaya açması da cabası… Sırrı Süreyya Önder’in seçim bürosunda sabaha karşı baskın yoluyla kıskıvrak ele geçirilen molotof kokteyllerine ne demeli?

Artık usûl haline gelmiş olan mahkemelerde savunma makamına sunulmadan yandaş-medyaya servis edilen “aleyhte delilleri“ saymıyorum bile.

Ancak son bir olay var ki “güldürürken düşündüren” cinsten. Polis, üzerine vazifeymiş gibi partilerin miting katılımlarını dün gazetelere bildirdi. Kesin sayıların kendilerinde olduğunu, zira helikopterle alandaki bir bir saydıklarını vurgulayan polis, örneğin, AKP’nin Kazlıçeşme’de yaptığı mitingin söylendiği gibi 200 bin değil 400 bin, CHP’nin de aynı meydanda 1 milyon değil 82 bin kişi topladığı yani yaklaşık ilk tahminde %92’lik bir hata yapıldığını basın açıklaması yoluyla kamuoyu ile paylaşmış oldu.

Böyle bir ortamda seçimlere kim giriyor sorusu meşru değil mi?

Seçimlere AKP mi girmektedir? Yoksa Erdoğan’ın “Bu teşkilat milletin içinden çıkmış, milletin bağrından neşet etmiş bir teşkilattır. Emniyet, statükonun bekçisi değil değişimin öncüsüdür. Totaliter idarenin değil ileri demokrasinin savunucusudur. Polisimiz canın, mülkün, adaletin, bireyin yani milletin muhafızıdır.” diyerek bağrına bastığı polis teşkilatı mı?

AKP’den çok daha gözü kara davranan Emniyet Teşkilatı seçimlere kısa süre kala ülke gündemine tümüyle ağırlığını koymuş durumda. İktidara giden yolun sadece duble yollardan geçmediğini bilen “Teşkilatın”ın artık tam mânâsıyla bir siyasal parti olarak hareket ettiğini söyleyebiliriz.

Emniyet içindeki “Fethullahçılar” ile “ülkücüler” arasındaki itiş kakışın Sivas’taki “Bozkurt yürüyüşü” ile beraber görünür hâle gelmesinin ardından patlayan “kasetlerin” doğrudan bu itiş kakış ile ne kadar ilgisi vardır bilinmez ama MHP ve onun elli yıllık uzantıları ile alınıp verilemeyenin basit bir seçim polemiği olmadığı açık olsa gerek.

Seçimlere çok az süre kalmışken AKP’den daha aktif bir özne olarak Polis Partisi, gövde gösterisi yapmış, Düzen Partisi’nin en aktif unsuru olarak ortaya çıkmıştır.

Pekiyi ama neden?

Mesele, Düzen Partisi’nce yeni düzenin inşasında son viraja girilecek olması ile ilişkilidir. Bu son viraja girilirken kritik eşik aşılmıştır. Bu noktadan sonra yaşanacak bir kaybın telafisi yeni düzenin sahipleri için mümkün olmayacaktır. Bu dönemeç, hata kabul etmeyecek olan düzenin tam anlamıyla yerleşmesi anlamına gelen ve resmi ideoloji ile egemen ideoloji arasındaki açının tamamen kapatılacağı bu dönemeçtir.

İşte bu nedenle de 12 Haziran seçimleri büyük önem taşımaktadır.

Ulu stratejistler arasında AKP’ye yeni-CHP ile ya da çarşafa dolanmış MHP ile karşı konulabileceğini düşünen var mıdır hâlâ bilmiyorum. Ama solcular arasında “kurucu meclis” hayali görenlerden tutun, insanlığı körelmemiş herkes nezdinde kalemi, yüreği, eserleri ile çok kıymetli bir isim olan Sırrı Süreyya’nın -ismini ile birlikte anarken hicap duyduğum- Ufuk Uras gibi “solun sempati güzeli” olarak meclise girmesi neticesinde sol adına mevzi kazanılacağını düşünenler var. Bunu biliyorum. Böyle bir beklentinin gerçekçi olmadığı, üstelik böyle bir deneyimin Sırrı Süreyya’ya zarar vereceği kanaatindeyim.

Emek adına kurulan kokuşmuş parlamenterist hayalleri ise bir kenara bırakıyorum…

12 Haziran sonrasında gelecek tufana bunların hiçbiri ile karşı konulamaz.

Bu tufana ancak bir şekilde karşı konulabilir.

* * *
Güçlü TKP, emekçi halklarımızın saldırıya karşı biricik sığınağı, biricik mevzisi, biricik silahıdır.

Güçlü TKP, sermayenin ve Düzen Partisi’nin hesaplarını boşa çıkaracak tek güçtür.

TKP, bu nedenle senden bir oy istemektedir. İstatistik bilgi olarak değil mücadele sözü olarak, memleket üzerindeki söz hakkından vazgeçmediğinin kanıtı olarak.

Bitirmeden hep yanlış kurulan denklemi düzeltelim:

TKP’nin oya değil, bizim TKP’ye ihtiyacımız var. Boyun eğmeyenlerin güçlü TKP’sine!..

Boyun eğme!