Çamurlaşma

Türkiye solunun belli kesimlerindeki sağa kayma öyle bir düzeye geldi ki bu odakları bizim için “Türkiye solu” üstbaşlığı altında değerlendirmek imkansız oldu. Ancak Türkiye solundan uzaklaşırken yarattıkları tahribat kendilerinden geniş bir alana yayılmışa benziyor. Hala da devam ediyor. Üstelik bu noktada soldan sağa savrulurken liberalizmden beslenen kesimler ile milliyetçilikten beslenen kesimler arasında ilginç bir alışveriş meydana gelmiş durumda.

İşte bu alışveriş ki solu sol yapan tüm kavramları tümüyle tahrip ediyor.

Basit bir tahribattan bahsetmediğimi anlatmak için şu örnek yeterli olacaktır:

Türkiye’de liberalizme teşne sol, emperyalizm kavramını ve teorisini belli hayırlı tarafları olduğunu da savundukları küreselleşme ile ikame etti. Adet yerini bulsun diye emperyalizm denilen günler de çok geride kaldı.

Türkiye’de milliyetçiliğe yelken açan sol ise teorik kalkış noktalarındaki tuhaflıklardan emperyalizmi bir masabaşı mesaisi neticesinde şekillenen komplolar olarak yeniden tarif etti. Dolayısıyla emperyalizm onlar için bir çeşit komplo teorisinden, gizemli-ezoterik ilişkilerin analizinden öteye gitmiyor.

Bu durumda solda hala emperyalizm teorisi ile yoluna devam eden kesimler, bir yandan liberallerin bir yandan milliyetçilerin salvoları arasında sürekli kendi konumlarını sabitleme, tarifleme uğraşı ile meşgul olmak durumunda kalıyorlar.

Ancak mesele burada kalmıyor. Hala sınıfsal bir perspektifle analiz yapmaya çalışan sol için tehlike bu tariflerin yanlışlığından ziyade bunlar arasındaki alışverişle meydana çıkıyor.

Bu iki cenah kendi pozisyonlarını meşrulaştırmak için diğer tarafın en uç yorumlarını kendine sığınak ediniyor. Tahlillerden ziyade her vesile ile bu pozisyonların kendisi toptancı bir bakış açısı ile tartışılır hale geliyor.

Karşı tarafın konumunun eleştirisi, siyasetin kendisini ikame ediyor.

Kavramların bozulması kadar önemli bir diğer sorun da burada başlıyor zaten. Siyasetin böyle bir kısır çekişme ile ikame edilmesi kendi bozulmasını beraberinde getiriyor. Türkiye’deki siyasete paralel biçimde solda böyle bir kutuplaşma içine belki de kaçınılmaz biçimde girilmesi solun üzerinde durduğu zemini bozuyor.

Giderek siyasetin değil pozisyonların ve kimliklerin tartışıldığı ve bunun da burjuva siyaseti tarafından belirlendiği bu ortam elbette solun kendi değerlerinden bağımsızlaşıyor. Böyle bir durumdan çıka çıka yalan, iftira, kara çalma çıkıyor. İdeolojik, siyasal mücadele değil.

Son zamanlarda solun kendi içindeki tartışmaların çekilmez hale gelmesinde, büyük bir seviyesizlikle malul olmasında bu kutuplaşmanın solu belirler hale gelmesinden kaynaklandığını söylemek yanlış olmayacaktır.

Türkiye solundaki cımbızlama hastalığının yerini tahrife, entelektüel tartışma gayretinin yerini umacılarla korkutmaya ve çamur atmaya bırakmasında bu durum etkilidir.

Peki ne yapmak gerekir?

Bu soruyu yanıtlamak için konuyu biraz geri sarmaya biraz da temel bir soru sormaya ihtiyaç var.

Solun tarifi üzerine yapılacak bir tartışma yürütmek bugün ciddi bir mesai midir?

Bu sorunun doğru noktaya işaret ettiğinden emin olmak için “ciddi” derken kastımın ne olduğunu açıklamam gerekiyor.

Ciddiden kastım meselenin önemli olup olmaması kesinlikle değildir. Zira çok açıktır ki tanımların ve tariflerin alt üst edildiği böylesi bir dönemde bunlar üzerine düşünmek ve bunların muhafızlığını yapmak elbette önemlidir. Sol düşüncenin bu noktadan bakıldığında nereden gelip nereye gittiğine ilişkin bir krokinin cebimizde bulunmasında fayda var. Ancak demiş olduğum gibi ciddiden kastım meselenin önemine ilişkin değil.

Benim “ciddi”den kastım, tarifler üzerine yapacağımız tartışmanın solun tarifini değiştirme gücüne sahip olup olmadığıdır. Türkiye solunda da dünya solunda da tanımlar ve tarifler üzerine yapılan kimi hayli önemli tartışmalar bu anlamda hiç bir zaman ciddi tartışmalar olamamıştır. Bu tartışmaların çıktıları ancak belli bir işlemden geçirildikten sonra solun iktidar mücadelesinin işlevsel parçası olabilmiştir.

Türkiye’de toplumun üzerindeki ve özel olarak solun üzerindeki 30 yıllık olağanüstü basıncın türlü bozulmalara neden olması kaçınılmaz bir durum gibi duruyor. Bu bozulmalara karşı kendisini savunma pozisyonuna yerleştiren “ortodoks marksizmin” tanımlara ilişkin yürüttüğü mücadelenin kendisini siyaset sanır hale gelmesi de bu bozulmalardan biridir.

Dolayısıyla bu iki cenahla birden yürüttüğümüz ve kendi konumumuzu korumaya dönük verdiğimiz mücadelenin siyasetin kendisi olmadığı uyanıklığı ile hareket etmemiz gerekiyor.

Söz konusu kendini tarif isteğinin, konumlanma uğraşının ve buna mukabil siyasetin bununla ikamesinin marksizme bir postmodernist sızma olduğunu bilmemiz gerekiyor.

Marksizm, felsefi düzlemde modernizm ile kavgalı olsa da modern çağın içinden çıkmıştır.

Modern çağın sorusu neresinden ve nasıl ele alırsanız alın “ne yapmalı”dır. Bu soru, yalnızca Bolşevik hareket açısından değil, aynı zamanda bütün Aydınlanma geleneği açısından büyük önem taşımaktadır. Bunun neden böyle olduğuna burada değinemeyecek olsam da Lenin’in önemi ve Rus marksizmi içindeki tartışmanın ciddiyeti doğru soru etrafında retoriği aşan bir biçimde dönmesinden ve solun iktidar mücadelesine giden yolu açmasından kaynaklanmıştır.

Öte yandan postmodern dönemin sorusu “biz kimiz?”dir. Tanımlar ve tarifler etrafına dönen tartışmalar yalnız başına yapıldığında ne kadar iyi niyetli de olsa sol siyaseti ikame eden bu kimlik tartışmasının alevlerine benzin dökmektedir.

Yani daha ciddi bir eksenle, gerçek bir iktidar mücadelesi ile ilişkilenmedikçe böyle tartışmalar büyük bir tehlike barındırmaktadır. Tehlike, düzeltmeye ya da savunmaya çalıştığımız değerlerin üzerinde durduğu zeminin bu sızma ile tamamen bozulmasıdır.

Türkiye’de hala sınıf perspektifinden bakan solun ısrarla çekilmeye çalışıldığı bataklığın tarifi kanımca böyle yapılabilir. Bu bataklığı kurutacak esas manevra, konum muhafızlığı değil işimizi yapmaktır. Bu, söz konusu tartışmaların önemli bir bölümünün yapaylığını zaten ortaya çıkaracak, soldaki çamurlaşmanın panzehiri olacaktır.

Tıpkı yoldaşlarımın yaralarını en iyi bunun saracağı gibi.