Yeni Rejim Kendi Ordusunu Kurarken

“Hükümetin demokratik açılımın bir parçası olarak gündeme getirdiği özel ordu…”

Geçtiğimiz günlerde bir ana haber bülteninde bu cümle aynen sarf edildi, üstelik sunucu tarafından da değil cümle, dış sesin görüntüler üzerine okuduğu haber metninde geçiyordu.

Bir liberal bu cümleyi nasıl okur, nasıl bir analiz yapar?

Liberal, bu cümleye baktığında bir ironiyle karşı karşıya olduğunu düşünür. Çünkü cümlede hem “demokratik açılım”dan hem de “özel ordu”dan bahsedilmektedir: Eğer PKK’ya karşı mücadelede özel bir ordunun kurulması gündeme gelmişse, demek ki demokratik açılım iflas etmiştir. Dolayısıyla özel ordu, açılım-sonrası bir konjonktüre işaret etmektedir.

Oysa meseleye böylesi “ideolojik” bir perspektiften bakılmadığında bambaşka bir okuma yapmak mümkündür. Ortada herhangi bir ironi yoktur. Çünkü haber metnini yazan da, kanalın haber müdürü de, ana haber bülteninin sunucusu da, tıpkı iktidar gibi, özel ordunun demokratik açılımın bir parçası olduğunu düşünmekte, düşünmekten de öte buna inanmaktadır.

Bu böyledir çünkü açılım daha en baştan beri bir tasfiye projesi olarak şekillenmiştir. Projeye göre, ABD ve Barzani’nin Kandil’i boşaltması, PKK-KCK operasyonları ve DTP’nin kapatılmasıyla Kürt halkıyla Kürt hareketi arasındaki bağlantı kesilecek, doğacak siyasi boşluk ise AKP, cemaat, Barzani üçlüsü tarafından doldurulacaktır.

Özel ordu, bu projeyi hazırlayanların fantezi evreninin gidip gerçeklik evrenine çarpması ve tuzla buz olması neticesinde ortaya çıkan bir fikirdir. Tasfiye projesinin askeri ayağının gerçeklik evreninde bir karşılığı olmadığı fark edildiğinde, yani ABD’nin ve Barzani yönetiminin Kandil’e bir operasyon düzenlemeyecekleri ve PKK yöneticilerinin teslim edilmeyecekleri anlaşıldığında devreye özel ordu fikri girmiştir.
Dolayısıyla bölgenin AKP, cemaat, Barzani ekseninde şekillendirilmesi çabaları sürecek ancak buna, özel yetkilerle donatılmış, ABD ve Barzani’nin yapmadığını yapması, yani PKK’yı askeri açıdan yenilgiye uğratması arzulanan bir güç eşlik edecektir.

Özetle söylendiğinde, özel ordu açılımın bitişine değil, tıkanan açılıma ya da aynı anlama gelmek üzere tasfiye sürecine ivme kazandırma isteğine işaret etmektedir.

***
Bunun, meselenin Kürt sorununa ilişkin bir boyutu olduğunu söyleyebiliriz. Oysa özel ordu tartışmaları Türkiye siyasetinin bütününü kuşatıcı bir nitelik taşımaktadır.

Orduya karşı alternatif bir güç oluşturulması, 60 yıllık sağ iktidar geleneğinin en büyük arzularından biri olmuştur. Bu, ordu ile merkez sağ arasında bir uzlaşmaz çelişki bulunduğu için böyle değildir elbette. Ordu, sermaye düzeninin sürdürülemez bir krizle karşı karşıya olduğunu ve Türkiye’nin uluslararası sistem içerisindeki yerini kaybedileceğini düşündüğü her seferde, iktidardaki merkez sağ partinin beceriksizliğini telafi etmek adına yönetime el koymuş, devirdiği merkez sağ partiyi de tasfiye etmiştir.

İşte merkez sağ ile ordu arasındaki bu “kırılgan” ilişki nedeniyle DP’den, AP’ye oradan da ANAP ve AKP’ye, alternatif bir silahlı güç, Türk sağının her zaman gündeminde olmuştur.

Yine de bu noktada AKP’yi siyasi miraslarını sahiplendiği öncüllerinden ayrı tutmak gerekmektedir. Çünkü AKP, geçmiş merkez sağ partilerden farklı olarak yeni bir rejim inşa etmekte olan bir partidir ve ülkenin bütün kurumları gibi güvenlik aygıtı da yeni rejimin gereklerine uygun bir şekilde dönüştürülmelidir.

AB uyum yasaları çerçevesinde, başta “MGK’nın sivilleştirilmesi” olmak üzere ordunun siyasal alan üzerindeki etkisi hukuki sınırlamalara tabi tutulmuş, ancak bununla da yetinilmeyerek Ergenekon sürecinde ordu açık bir şekilde pasifize edilmiştir. İçindeki kimi unsurları saymazsak -ki onlar da tasfiye edilmektedir- bir kurum olarak ordunun yeni rejimle varoluşsal bir meselesi yoktur.

Aynı süreçte, polisin görev yetkileri artırılmış, üstelik akademi ve istihbarat dairesi gibi birimlerde yeni rejimin doğasına uygun bir kadrolaşmaya gidilmiştir. Cemaatin Emniyet’teki etkinliği artık herkesin bildiği bir sırdır.

EMASYA Protokolü’nün iptali, polise ağır silah alma yetkisi veren yasal düzenleme yapılması girişiminde bulunulması, Jandarma’nın kontrolündeki bölgelerin polise verilmesi ve Özel Harekât’a yeniden etkinlik kazandırılması gibi gelişmelerin hepsi bu bağlamda değerlendirilmelidir. Erdoğan’ın bir seferinde söylemiş olduğu gibi, “polis, rejimin teminatıdır.”

Bu noktada iki gelişmeyi de hatırlamak gerekmektedir: İlkin, MİT’in başına kurum kökenli olmayan, MİT’i iç değil de dış istihbaratta uzmanlaşacak bir kurum haline getirmeyi hedefleyen ve cemaatle bağlantılı olduğu iddia edilen bir isim geçmiştir. İkincisi, yeni kurulan Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı’nda müsteşar yardımcılığı görevine aynı şekilde cemaate yakın olduğu iddia edilen bir isim atanmıştır.
Dolayısıyla, özel ordu, özel birlikler, ya da hudut muhafızları, adına ne denirse denilsin, böyle bir birimin gündeme gelmesinin sadece Kürt meselesi ile bir ilgisi bulunmamaktadır. Mesele yeni rejimi kuran siyasal öznelerin, yani AKP-cemaat koalisyonunun, bir alternatif silahlı güç yaratmanın da ötesine geçip, kendi iç güvenlik aygıtını oluşturma arzusudur.

Bu söylenenlere, küresel kapitalizm çağında savaşın ve orduların profesyonelleşmesi ve özelleşmesi olgusu, ABD’nin Irak’tan çekilme süreci, Erdoğan’ın NATO’yu Kuzey Irak’a çağırması ve ABD’nin “çekilmenin ardından bölgede BM barış gücü görev yapabilir” şeklindeki açıklaması da eklendiğinde tablo netleşmektedir: yaşanan süreci uluslararası sistemden ve emperyalizmden soyutlayarak anlamak mümkün değildir.

***
Tüm bunlar ortadayken, yani Türkiye’de bu toprakların bütün ilerici birikimini yok etmeyi, Türk ve Kürt emekçilerinin siyasal denkleme birlikçi bir perspektifle müdahil olması ihtimalini daha baştan ortadan kaldırmayı ve yurttaşlardan değil de ümmetten müteşekkil bir rejim kurmayı amaçlayan bir irade varken, meseleyi hala salt “ulusların kendi kaderini tayin hakkı” üzerinden tartışmanın nasıl bir anlamı vardır?

Peki, açılımın bir tasfiye projesi olduğu anlaşıldığı halde, başbakana açık mektup yazıp Kürt sorununu çözmesini isteyen ve ciddiye alınıp herhangi bir yanıt alamadığında da olanca öfkesiyle sorunu emekçilerin birliği düzleminde çözmeyi hedefleyenlere saldıran birine, sırf eski tüfek olmasının hatırına, bugün hala komünist dememiz mümkün müdür?

Bunlar, sorularımızdır.