Yeni Liberal Faşizm: Hayatın Hapishaneleştirilmesi

Modern koşullarda ‘faşizm’ tam tamına yeni bir ‘liberalizm’ değil midir?
Antonio Gramsci

Doğru tutulursa her araç bir silahtır.
Ani DiFranco

Bundan tam on yıl önce, 19 Aralık gecesi, siyasi mahkûmları f tipi cezaevlerine nakletmek için gerçekleştirilen ve onlarca siyasi mahkûmun hayatını kaybetmesine yol açan “hayata dönüş” operasyonunu, Türkiye’de iktidarın mantığının değişmesi bağlamında bir kırılma noktası olarak görmemiz gerekiyor.

Bir süreç olarak bakıldığında, hayata dönüş ve f tipi cezaevleri, basit birer operasyon ve kapatma mekanizması olmanın ötesinde, tüm bir toplumsal muhalefetin nasıl kontrol altında tutulacağına ve toplumsal muhalefetle nasıl mücadele edileceğine ilişkin yeni bir yöntemin ve mantığın hayata geçirilmesidir aslında.

Bu yeni mantıkta İktidar, f tipi ile birlikte, cezaevlerini siyasi mahkûmların örgütlü hayatlarını yeniden üretebilecekleri bir mekân olmaktan çıkarmayı, böylelikle siyasi mahkûmun esas varoluş koşulu olan kolektif yaşam tarzını ve bu tarzla birlikte üretilebilen siyasi duruşu ortadan kaldırmayı temel hedef olarak önüne koymuş durumdadır.

F tipinde siyasi mahkûm, mutlak bir kontrol altındadır. Hangi kitapları hangi adette hücresinde bulundurabileceği, ışıkların kaçta açılıp kapatılacağı, kapıların ne zaman açılıp kilitleneceği, ortak alanları diğer mahkûmlarla hangi saatler arasında kullanabileceği vs. tamamıyla kendi inisiyatifi dışındadır. Üstelik bütün hareketleri, en mahrem olanları da dâhil olmak üzere, kameralar aracılığıyla sürekli olarak izlenmektedir.

Böylelikle, iktidar açısından bakıldığında f tipi, siyasi mahkûmun hem “ıslah” edilebileceği hem de mutlak kontrol altında tutulabileceği bir mekân olarak karşımıza çıkmaktadır. Böylelikle tahakküm ve kontrol, çok daha incelmiş, çok daha rafine bir hale gelmiş olmaktadır. Artık cezaevlerine yönelik büyük askeri operasyonlara gerek duyulmayacaktır ya da artık cezaevlerinde büyük çaplı isyanlar çıkmayacaktır. Operasyon benzeri “kaba” ve “arkaik” yöntemlere artık gerek yoktur, çünkü cezalandırma ve kapatma mekanizmaları “modern”leştirilmiştir. (İsteyen postmodernleştirilmiştir de diyebilir.) F tipi cezaevleri ile ilgili olarak liberal ve demokrat Avrupa Birliği’nden tek bir ses bile çıkmamasına bu nedenle şaşırmamak gerekmektedir çünkü f tipi, yani tecrit, kapitalist uygarlığın cezalandırma ve kapatma mekanizmaları açısından bakıldığında zirve noktasıdır.

Hayata dönüşü ve f tipini, bir operasyon ve bir cezaevi modelinin ötesine geçirip yeni bir iktidar mantığının bizzat kendisi kılan şey ise, iktidarın yeni ve modern mantığının bütün bir toplumsal yaşayışa doğru genişletilmesi, yani “hayatın hapishaneleştirilmesi” üzerine kurulmuş olmasıdır. Toplumsal alan denetlenirken ve toplumsal muhalefet kontrol altına alınırken, kontrolün mutlaklaşması ama aynı zamanda iktidarın olabildiğince görünmez olması, bu kontrol mekanizmalarının toplum tarafından içselleştirilmesi ve bunlar hayata geçirilirken iktidarın yeni bir dille konuşması, iktidarın yeni mantığının temel unsurları olarak karşımıza çıkar.

Bu, çıplak zorun hiçbir şekilde ortadan kalkması anlamına gelmez. Gaz, cop, dayak, işkence elbette devam edecektir ama bunlar, artık bir kural olarak değil, daha çok bir istisna, zorunlu görüldüğünde başvurulan yöntemler olarak benimsenecektir. Çıplak zor, bu noktada, hegemonyanın ikincil unsurlarından biri haline gelmiştir.

Bunun yerine ise esas önemsenen aynı anda kaç telefonun dinlenebileceği, internette kaç mailin okunabileceği ve kaç konuşmanın takip edilebileceği olacaktır, yani şimdi iktidar açısından esas olan, iletişimin mutlak kontrolü, her şeyi duyan bir kulağın varlığının tesis edilmesidir. Ama bunla da yetinilmez aynı zamanda bir de her şeyi gören bir göze ihtiyaç vardır. Bundan daha on beş yirmi yıl önce en kötümser kara ütopyaların kurgusundan ibaret olarak görülen kamusal alanın bütününün kameralarla denetlenmesi olgusu, hem batı ülkeleri hem de Türkiye için sıradan bir durum haline gelmiştir.

Her türlü bilginin ve iletişimin kontrol altında tutulduğu, kameraların 24 saat her şeyi kaydettiği bir yaşam biçimidir şimdi karşımızda olan ve bu nedenle de kamusal alanın kendisi kocaman bir f tipi cezaevinden başka bir şey değildir artık. Böylesine hapishaneleştirilmiş bir hayatın elbette ki “mahkûmlar” tarafından içselleştirilmesi gerekmektedir ve bunun için de sayısız yöntem devreye sokulacaktır. Örneğin telefon dinlemeleri ve kamera sistemi, suç oranlarını azalttığı gerekçesiyle meşrulaştırılmaya çalışılmakta, toplum da böylesi bir meşrulaştırmayı kolaylıkla kabul edebilmektedir.

Toplumsal alanı bütünüyle kontrol edebilmeyi hedefleyen iktidarın kuşkusuz yeni bir de dile ihtiyacı vardır. Rafineleşmiş, incelmiş tahakküm biçimleri hayata geçirilirken, muhalif güçler, ya politikacıların yaptığı gibi marjinal ve ideolojik olmakla ya da iktidarın organik aydınlarının yaptığı gibi, patolojik birer vaka olmakla itham edileceklerdir. İktidarın dili, normal ve anormal olanı, marjinalle marjinal olmayanı, suçluyla suçsuzu ve akıllıyla deliyi belirleme yetkisini tekeline almıştır artık ve bu yetki başta iktidarın medyası olmak üzere ideolojik aygıtlar aracılığıyla yeniden üretilmektedir.

Hapishaneleştirilmiş hayat, süreklileşmiş bir olağanüstü hal rejimidir de aynı zamanda. Burjuva demokrasisinin biçimsel de olsa temelini teşkil eden güçler ayrılığı ilkesi giderek silikleşirken, güç, giderek artan bir şekilde yürütmede ve başbakanda toplanırken, kimin nerede hangi şekilde eylem yapabileceğine, bu eylemlerin içeriğinin neler olabileceğine ve meşru olup olmadığına iktidar karar verebiliyorken, yani hukuk böylesi kolay bir şekilde askıya alınabiliyorken, olağan bir rejimde yaşadığımızı söylememiz mümkün görünmemektedir. Yeni rejim, ya da ikinci cumhuriyet, en çok da süreklileşmiş bir olağanüstü hal rejimi olarak inşa etmektedir kendisini.

Yükselen öğrenci eylemliliğin ve yumurtalı protestoların iktidar ve medyası nezdinde büyük bir korku ve paniğe neden olmasının arkasında tam da bu inşa süreci vardır. Eylemler, hayatın hapishaneleştirilmesine ve mutlak bir kontrol altına alınmasına karşı yükseltilen güçlü bir çığlık anlamına gelmiş, ileri demokrasi masallarını sona erdirmiş, iktidara hala teslim alamadığı güçler olduğunu göstermiş, 12 Eylül referandumunda hayır diyen toplumsal kesimlere ise büyük moral vermiştir. Eylemlerin etkisini anlamak için son birkaç gündür Radikal gazetesinde yaşananlara bakmak bile yetecektir.

12 Eylül referandumunda evet diyen ve böylelikle yeni rejimin kuruluşuna desteğini sunanların eylemlere karşı aldıkları tavra ve hayır diyenlerin verdiği coşkulu desteğe bakıldığında, öğrenci hareketinin, yeni rejime, yani liberal-muhafazakâr diktatoryaya ve onun ideolojisine, yani liberal faşizme karşı verilecek mücadelenin en önemli unsuru olacağı görülmektedir. Üniversite, Türkiye’deki toplumsal muhalefetin öncüsü ve merkezi olma rolünü bir kez daha üstlenmiş durumdadır.