Kurumlar Arası Çatışma Değil Rejim Savaşı

Geçtiğimiz hafta yaşananlar ve bu yazı yazılırken devam etmekte olan emekli komutanlara yönelik gözaltı dalgası, içerisinden geçmekte olduğumuz sürecin AKP ile ordu arasındaki gerilimden ibaret olmadığını açık bir şekilde ortaya koydu. Ne egemen sınıflar arası mücadele, ne yargı krizi, ne de kurumlar arası çatışma gibi değerlendirmelerle yaşananları anlayabilecek durumdayız ortada bir rejim savaşı, bir düzenden düzene geçiş mücadelesi var.

Bu mücadeleye geleceğiz ama toplumsal hafızası nisyan ile malul bir ülkede yaşadığımızdan öncelikle kimi hatırlatmalarda bulunmamız gerekiyor. Fethullah Gülen 2009 yılının Nisan ayının başında kendi internet sitesinde yaptığı açıklamada şöyle demişti: "Yarın Tahşiye diye bir şey icat edebilirler, Allah korusun. Kitap okuyan Müslümanlarla, okudukları kitaplarla ayakta durmaya çalışanların içine sokmaya çalışabilirler. Kitapların sahibi zatın posterlerini evlerine asabilirler. Ellerine de Kalaşnikofları verirler. İki yerde eylem yaptırıp, ‘demek ki fırsat bulunca bunlar da silaha sarılabilir’ derler. Çuvaldızı bile olmayan insanlara terörist damgası vurmak isteyebilirler."

Herkes “Gülen neden böylesi politik bir açıklama yaptı” diye tartışırken Taraf gazetesi Haziran ayında “İrticayla Mücadele Eylem Planı”nı yayınladı. Habere göre, planda şöyle deniliyordu: "Askerî suç kapsamında yapılacak Işık Evleri baskınlarında, silahlı terör örgütü oluşturmak doğrultusunda silah, mühimmat, plan vb. materyal bulunması sağlanarak, FG grubu "Silahlı Terör Örgütü" "Fethullahçı Silahlı Terör Örgütü", (FSTÖ) kapsamına aldırılacak ve soruşturmalar askerî yargı kapsamında yürütülecektir."

Dursun Çiçek ve ıslak imza tartışmalarının temelinde de Kafes Eylem Planı tartışmalarının temelinde de aslında bu plan vardı. İşte cemaat medyasının iddiasına göre İrticayla Mücadele Eylem Planı, 3.Ordu Komutanlığı karargâhının da bulunduğu Erzincan’da uygulamaya geçirilecekti ve planı uygulayacaklar arasında savcı İlhan Cihaner ve 3.Ordu komutanı Saldıray Berk de vardı. Bu noktada devreye Erzurum’daki savcılar girdi ve planla ilgili soruşturma başlattılar. Sonuçta, Cihaner tutuklanarak cezaevine konuldu ve Berk’in dosyası İstanbul’daki Ergenekon savcılarına gönderildi. HSYK bu noktada devreye girerek, ordunun yapmadığını yaptı ve Erzurum savcılarını görevden alarak “adamı”na yani Cihaner’e sahip çıktı çünkü böylesi bir sahip çıkmama durumunda gerisinin geleceğini ve başka savcıların da aynı uygulamaya maruz kalabileceğini fark etmişti. Dolayısıyla emekli komutanlara yönelik operasyonları biraz da HSYK ve yargıya verilmiş bir yanıt olarak görmek gerekiyor.

Peki tüm bu yaşananlara, bu mücadeleye nasıl bakmalı?

Meseleyi, yeni rejimin, yani “ikinci cumhuriyet”in güçlerinin birinci cumhuriyetin savcılarından birinin şahsında yargıya yönelik bir tasfiye/ele geçirme girişimi ve HSYK ile birlikte bütün bir yüksek yargının safını birinci cumhuriyetin yanı olarak belirlemesi şeklinde değerlendirmek gerekiyor. Bu ise dünya sisteminin gerekleri doğrultusunda Türkiye’yi dönüştürmek isteyen yeni rejimin güçleriyle, 1923 paradigmasını sahiplenen eski rejimin unsurları arasında uzunca bir süredir devam etmekte olan savaşın bir parçası olma niteliğini taşıyor.

Bu öyle bir savaş ki, bizzat kendisi Soğuk Savaş döneminin bir iç savaş aygıtı olarak kurulan MHP’nin başındaki isim bile olan bitene dair bir interregnum/ fetret devri teşhisi yapmak ve böylelikle bir tür iç savaş tespitinde bulunmak zorunda kalabiliyor.

Sadece bu da değil, olan biteni uzunca bir süredir, “Türkiye’nin demokratikleşmesi”, “askeri vesayetin sona ermesi”, “statükonun sonu” gibi argümanlarla meşrulaştırmaya çalışanlar artık bunun bir rejim mücadelesi, bir savaş olduğunu söylemekten çekinmiyorlar. Örneğin Ahmet Altan 18 Şubat’ta yayınlanan yazısında birinci cumhuriyetin yıkılmakta oluşunu şöyle anlatıyor: “Cumhurbaşkanlığı seçimi sırasında telaşa kapılan ordunun verdiği ‘27 Nisan’ muhtırası ordu için nasıl sonuç verdiyse, telaşa kapılan yüksek yargının ‘17 Şubat’ta’ yaptığı bu çıkış da aynı sonucu verecek, yargının açıkça sorgulanmasına ve yerinin yeniden belirlenmesine yol açacak. Cumhuriyet’in temelleri yıkılacak.”

Benzer bir şekilde Etyen Mahçupyan da 21 Şubat günü köşesinde “…bir rejimin yıkılmaya doğru gitmesi, yeni bir meşruiyet anlayışının ortaya çıktığını ve bu yeni bakış altında eski uygulamaların gayrı meşru hale geldiğini gösterir. Meşruiyeti yeniden oluşturmak imkânsız olduğu ölçüde de, ‘yeni’ olanın gayrı meşru olduğunu kanıtlama peşine düşersiniz” dedikten sonra Cihaner’in tutuklanmasını buna bağlıyor, yani savcının suçunun yeni rejim inşasına karşı durmak olduğunu zımnen kabul etmiş oluyor. Taraf gazetesinden bir başka isim Markar Esayan da “Birinci Cumhuriyet’in Ruhbanları” isimli dünkü yazısında “bu bir kuruluş hali. O yüzden kaotik” diyor ve söz konusu kuruluş halinin “post-modern bir savaş durumu”na işaret ettiğini söylüyor. Esayan’ın yazısını “sivil anayasa”nın hazırlayıcılarından Serap Yazıcı’nın “Bu vahim tablonun, kısmi anayasa değişiklikleriyle ortadan kalkması mümkün görünmemektedir” diye bitirmesi de hayli manidar çünkü bu bizim uzunca bir süredir savunduğumuz “ikinci cumhuriyet anayasasını bekliyor” tezini de doğruluyor AKP kendisine bir kurucu iktidar misyonu biçiyor ve yeni rejimin kendisini kalıcılaştırabilmesi için yeni bir anayasa yapması gerekiyor.

Tüm bu yaşananlara bakarak “yesinler birbirlerini” ya da “tüm bunlardan bize ne” diyebilecek durumda değiliz çünkü yeni rejim esas olarak, sınırsız sermaye vesayetini yerleştirmek, sendikasız, örgütsüzüz, 4-C’ye tabi kılınıp köleleştirilmiş kitleler yaratmak, sürü demokrasisini kalıcı hale getirmek için kuruluyor. Yeni rejim, liberalizmle muhafazakârlığın sentezinin resmi ideoloji olarak benimsendiği, sürekli bir karşı-devrim aygıtı olarak da inşa ediliyor.

TEKEL işçisi Ankara’da 70 gündür bu inşa sürecine hem şahitlik ediyor hem de direniyor. Direniş, cumhuriyetçi değerlerin nasıl savunulacağını da, yeni bir cumhuriyetin nasıl kurulacağını da öğretmeye devam ediyor. 28 Şubat’ta ya da sonrasında gerçekleşmesi muhtemel bir müdahale ise emek güçleri ile yeni rejimin cepheden karşı karşıya gelmesi anlamına gelecek. Neler olacağını hep birlikte yaşayarak göreceğiz.