"İktidar arka arkaya yaptığı hamlelerle karşısındaki bütün kesimleri paralize etmeyi, sindirmeyi ve parçalamayı hedeflemekte, bunda da hayli yol almakta, mevcut muhalefet de bunun karşısında herhangi bir ciddi direnç geliştirememektedir."
Halka sallanan yargı sopası
Fatih Yaşlı
AKP’nin devletleşmesini sağlayan kumpas davalardan sonra bugün bir kez daha siyasetin yargı eliyle dizayn edildiği yeni bir sürece girmiş gibi görünüyoruz. O davalarla devletleşen iktidar, şimdi de devleti elinde tutabilmek, rejim inşasına devam edebilmek ve elbette ki rejimin tuğlası niteliğindeki Erdoğan’ın o koltukta oturmaya devam edebilmesini sağlamak adına yargı sopasını yeniden eline almış durumda.
Bu sefer herkesin içerisine doldurulabileceği “Ergenekon” isimli bir çuval yok, herkesin aynı örgütün üyesi olduğu iddia edilmiyor belki ama iktidarın bekasına tehdit oluşturduğu düşünülen herkes yine o sopayla karşı karşıya.
Bu yeni konjonktürün açılışını yapan hadisenin 1 Ekim günü TBMM’nin açılışında Bahçeli’nin DEM Parti’li milletvekilleriyle tokalaşması olması şaşırtıcı değil; çünkü Öcalan üzerinden PKK’ya silah bıraktırılması projesi de aynı sürecin, yani AKP-MHP ikilisinin devletin sahibi olarak kalmaya dair niyetlerinin bir parçası.
Siyasetin yargı eliyle biçimlendirilmesine dair bu yeni süreçte, Esenyurt Belediye Başkanı CHP’li Ahmet Özer’in tutuklanmasına DEM’li Mardin, Batman ve Halfeti belediyelerine kayyum atanmasının, Beşiktaş Belediye Başkanı CHP’li Rıza Akpolat’ın tutuklanmasına da DEM’li Akdeniz Belediyesi eş başkanlarının tutuklanmasının eşlik etmesi şaşırtıcı değil. Çünkü bu eş zamanlı hamlelerdeki asıl niyet hem CHP’yi terörle işbirliği içerisinde göstermek hem de CHP’nin kayyım atamalarına vereceği tepkinin yetersizliği üzerinden CHP-DEM Parti ilişkisini baltalamak.
Bu yolun Esenyurt ve Beşiktaş üzerinden İmamoğlu’na gideceğini kestirmek ise güç değil. Erdoğan’ın “heybedeki asıl turp” diye işaret ettiği kişi çok açık bir şekilde İmamoğlu ve arka arkaya başlatılan soruşturmalara bakılırsa İmamoğlu’na yönelik bir siyasi yasak ihtimali giderek artıyor. “Yolsuzluk” ve “terör” söylemi ise bu yasağın ana eksenini oluşturacak şekilde devreye sokuluyor.
Ancak mesele bununla da sınırlı değil; Özel-İmamoğlu ikilisinin DEM Parti’ye yönelik desteğine ve hatta yeni “çözüm süreci”ne herhangi bir itirazları olmamasına mukabil, Mansur Yavaş ve etrafındaki milliyetçi ekip söz konusu ikiliden açık bir şekilde ayrılıyor ve doğrudan milliyetçi hassasiyetlere oynuyor. Dolayısıyla hem “çözüm süreci” hem de bu bağlamda gerçekleşen operasyonel hamleler CHP’deki klik ve hizipler arası ayrılığı derinleştirmeyi hedefliyor.
Eğer Öcalan’ın “umut hakkı” karşılığında kamuoyuna “silah bırakma” olarak pazarlanacak bir durum ortaya çıkarsa, o noktada iktidarın uzunca bir süredir diline doladığı yeni anayasa girişimleri de ete kemiğe bürünebilir. Kürt sorununun çözümüne dair kimi ifadelerin yer alacağı yeni bir anayasaya DEM’in destek vereceği açıktır ama bu yeni anayasa esas olarak Erdoğan’ı ömrü vefa edene kadar o koltukta oturtmayı hedefleyecektir. Bunun aynı zamanda DEM Parti’nin doğrudan Erdoğan’ı desteklemese bile kendi cumhurbaşkanı adayını çıkartması noktasına varması da bir ihtimal olarak not edilmelidir.
Bu sürece kayıtsız kalacak bir CHP’nin Kürtler nezdinde itibar kaybetmesi, desteklemesi durumunda ise CHP adayına oy verebilecek milliyetçi kesimlerin yeni bir aday arayışına girmeleri yüksek ihtimaldir. Bu noktada MHP dışı milliyetçiliğin biraz da olsa parlaması ve Mansur Yavaş ya da başka bir ismin “üçüncü yol”un adayı olarak sahneye çıkması iktidar açısından gayet arzu edilebilir bir nitelik taşımaktadır.
Bu nedenle de Ümit Özdağ’ın tutuklanmasına dair projeksiyonlar yapılırken, Özdağ’ın Öcalan’a karşılık rehine tutulduğu iddiasından ziyade bu tutuklama üzerinden az önce sözünü ettiğim şekilde MHP dışı milliyetçiliğin parlatılması ve böylece İYİP ve Zafer Partisi’nin öncülük ettiği bir milliyetçi bloğun, kendi adayını da çıkaracak şekilde sahnede yer alması arayışına odaklanılması daha isabetli olacaktır.
Dizi sektöründeki tekelleşme iddialarıyla başlatılan tartışmanın menajer Ayşe Barım’ın Gezi direnişine katıldığı için tutuklanmasına uzanması, yargı sopasının bir dizayn aracı olarak kullanılmasının boyutlarını göstermesi bakımından önemlidir.
Barım tutuklanırken Gezi’ye katılan kimi oyuncular da ifadeye çağrılmış, böylece bu sopa hem sektörün rantına hem de kültürel hegemonya inşasına dair mücadelenin etkin bir aracı olarak kullanılmış, ama esas olarak üzerinden 12 yıl geçen Gezi bir kere daha gündeme getirilerek toplumun muhalif kesimlerine ciddi bir gözdağı verilmiştir. Bahçeli’nin dünkü grup konuşmasındaki tehdit dolu cümleleri de iktidarın toplumsal muhalefetteki herhangi bir hareketlenmeye karşı ön alma girişimi olarak okunabilir.
Tüm bu söylediklerim iktidarın masa başında yazdığı senaryoyu birebir ve sorunsuz bir şekilde uygulayabileceği anlamına gelmez, ancak karşısındaki muhalefetin basiretsizliği, öngörüsüzlüğü ve herhangi bir gerçekçi stratejiye sahip olmaması iktidarın işini kolaylaştırmaktadır.
Öyle ki daha bir hafta önce Kartalkaya’da çıkan otel yangınında çoğu çocuk 78 kişi hayatını kaybetmişken ve buna dair sorumluluk doğrudan Turizm Bakanlığı ve hükümetteyken, iktidar cenahından tek bir kişiye dahi herhangi bir fatura kesilmemiştir. Son 22 yılda buna benzer sayısız olayda olduğu gibi burada da muhalefet iktidara hesap soramamış, tek bir yetkiliyi bile istifa ettirmemiştir. Dolayısıyla sadece bu örnek bile tabloyu açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Önümüzdeki günlerde yargı sopasının daha geniş kesimlere doğru uzanma ihtimali yüksektir; iktidar arka arkaya yaptığı hamlelerle karşısındaki bütün kesimleri paralize etmeyi, sindirmeyi ve parçalamayı hedeflemekte, bunda da hayli yol almakta, mevcut muhalefet de bunun karşısında herhangi bir ciddi direnç geliştirememektedir.
Bu gidişata yönelik etkili bir karşı duruşun sosyalist soldan gelmesi mümkün müdür peki? Yangın katliamına hızlıca verilen reaksiyonun ve ekmeği merkeze alan eylemlerin halkta yarattığı etki göz önüne alındığında, bu sorunun yanıtının olumlu olabilmesi için ne yapılması gerektiği de ortaya çıkmaktadır.
Sol, reflekslerini güçlendirmeli, ses getiren, dikkat çeken, halka “sahipsiz değilsiniz” mesajını verecek ve onu siyaset sahnesine özgüvenle taşıyabilecek yaratıcı eylemlerde somutlaşan, ekmek ve emek merkezli bir stratejiyi, sabırlı, azimli, sebatkâr bir şekilde hayata geçirmeli, bir “umut siyaseti”ni var etmeli, kendisini ciddiye alınan bir güç olarak ortaya koyabilmelidir.
Türkiye’de halkın bir umut arayışı olduğu açıktır ve bu arayış ancak tam da böyle bir iradenin “buradayım” demesiyle ete kemiğe bürünebilecektir.