Açılımın ardından

Serdar Turgut “Cemaatin Kürt Açılımı” isimli dünkü yazısında, cemaatin açacağı Kürtçe televizyon kanalına atıfla “AKP ile yolları iyice ayrışmaya başlayan Gülen cemaati Güneydoğu Anadolu’daki probleme sosyal bir çözüm getirmek yolunda da AKP’ye alternatif yaratıyor” diyor ve sanki AKP’nin açılımının cemaatten bağımsız bir şekilde yapılmış olduğunu ima ediyordu. Oysa Kürt açılımının kendisi bizzat AKP-cemaat-ABD ittifakına ait bir tasfiye projesiydi ve tam da bu nedenle başarılı olamadı.

Proje özetle şunu amaçlıyordu: Türkiye ile Irak Kürt Federe Yönetimi arasındaki ilişkilerin derinleştirilmesi ve ekonomik entegrasyona giden sürecin açılması, ABD ve Barzani’nin desteğiyle PKK’nın Kuzey Irak’tan çıkarılması, PKK-DTP çizgisinin siyaseten marjinalleştirilmesi, Barzanici ve dolayısıyla Amerikancı bir Kürt siyasetinin varlık kazanması, bölgedeki tarikat ve cemaat yapılanmaları aracılığıyla bir AKP hegemonyası kurulması ve nihai hedef olarak da PKK’nın varlığına son verilmesi.

Söz konusu tasfiye projesi başka bir tasfiye projesi ile el ele yürüyordu ve Kürt açılımının kaderini belirleyen esas olgu tam da bu oldu. AKP-cemaat-ABD ittifakı, PKK’yı tasfiye etmeye çalışırken, eş zamanlı olarak Ergenekon Operasyonu adı altında devlet içerisindeki ulusalcı/Avrasyacı güçlerin tasfiyesine de girişmişti Ergenekon operasyonu ile ondan bir süre sonra başlayacak olan KCK operasyonu adeta aynı merkezden yönetiliyordu.

Kürt hareketi, zaman zaman legal kanadı aracılığıyla destek verici açıklamalarda bulunsa da, Kandil ve İmralı, Ergenekon tuzağına düşmedi ve böylelikle Kürt hareketini Ergenekon üzerinden AKP-cemaat-ABD ittifakının yürüttüğü yeni rejim inşası projesine eklemlemek mümkün olmadı.

Aynı süreçte tasfiye projesinin bir parçası olarak, yandaş medyada, Kürt hareketinin de Ergenekon tarafından yönlendirildiği, Öcalan’ın Kemalist olduğu, PKK’nın eylemlerini derin devletle birlikte organize ettiği yönünde haberler yapılmaya başlandı Ergenekon’la KCK operasyonunun propagandası adeta aynı merkezden yönlendiriliyordu.

Esas kopma da zaten bu noktadan itibaren gerçekleşti Kürt hareketi ortada bir tasfiye projesi olduğunu anladığı anda müzakere kapısını kapatmamakla birlikte kendini geri çekti ve projenin uygulayıcıları da hareketin kendilerine kurulan tuzağa düşmeyeceğini anladıklarında, DTP’nin kapatılmasını sağlayarak hareketi daha liberal bir noktaya çekmeye, KCK operasyonuyla da hareketle Kürt halkı arasındaki bağlantıyı kesmeye çalıştılar.

PKK’nın 31 Mayıs itibariyle yeni bir konsepti uygulamaya geçirmesi ve Habur’dan gelenlerin tutuklanması ile birlikte tasfiye projesi de fiilen ortadan kalkmış oldu.

***

Yargıtay’ın önce Mehmet Haberal’ın tahliye istemini reddeden hâkimleri tazminat ödemeye mahkûm etmesi sonra ise İlhan Cihaner ve Saldıray Berk’in de aralarında bulunduğu on kişinin tahliyesine karar vermesi, yargının ordu gibi kolay teslim olmayacağını ve rejim savaşının en azından yargı cephesinde devam edeceğini gösteriyordu. Bu iki karardan sonra, anayasa değişikliği ve böylelikle yargının bütünüyle yürütmeye tabi kılınması süreci AKP açısından hayati bir öneme sahip hale geldi.

Ahmet Altan 19 Haziran tarihli “Büyük Savaş Başladı” isimli yazısında, yargının iktidara açık bir savaş ilan ettiğini, birinci ve ikinci cumhuriyetçi güçler arasındaki mücadelede artık son safhaya gelindiğini ve yargının/birinci cumhuriyetçilerin yenilmeye mahkûm olduğunu söylüyordu.

Erdoğan’ın yapmış olduğu açıklamaya paralel bir şekilde, yandaş medya PKK’yı, AKP hükümetini devirmek isteyen iç ve dış güçlerin bir taşeronu olarak nitelendirmeyi tercih etti ve böylelikle “ABD ile İsrail, AKP hükümetini devirmek ve Ergenekoncu güçleri iktidara getirmek istiyor” tezi, “ABD, İsrail ve Ergenekon’un taşeronu PKK, AKP hükümetini devirmek için yeniden eylemlere başladı” teziyle birleştirildi.

Bu ise doğal olarak başka bir ittifaka zemin açıyordu: Ergenekoncu yargı da, Ergenekoncu PKK da, AKP’yi devirme noktasında anlaşmışlardı.

Yeni rejimin tetikçilerinden Vakit’te dün yayınlanan Osman Öcalan röportajı tam da bu anlaşmanın gerçekliğini kanıtlamak adına gerçekleştirilmişti. Öcalan röportajda şöyle diyordu: “PKK içerisindeki solcu ve Alevi kesim, ittifak halinde mevcut hükümete karşıdır. Daha doğrusu solcu ve Alevi PKK'lılar, AK Parti'yi başarısız kılmak için baştan beri savaşı dayatıyor. Biz dağlardayken bu kesimi etkisiz kılmıştık. Son zamanlarda yurtsever kesim yerine Alevi ve solcu kesim PKK içinde etkili olmuş durumda. PKK'yı şimdi bu grup yönlendirmektedir”

Verilen mesaj tam da şuydu: Yargı, Seyfi Oktay döneminde kadrolaşmış Alevi Ergenekoncuların kontrolündedir, PKK da Alevi Kürtlerin kontrolündedir, önümüzdeki günlerde her iki cephede de mücadele kızışacaktır, o halde Sünni-muhafazakâr kitlelerin bu iki cepheli mücadelede iktidara destek vermesi gerekmektedir.

Benzer bir değerlendirmeyi dünkü Taraf’ta Ahmet Altan’ın da yapmış olmasında şaşırtıcı bir yan bulunmuyor. Altan’a göre, devlet, ki bunu liberal-muhafazakar terminoloji açısından bakıldığında, Ergenekon diye de okuyabiliriz, AKP’ye “benim iktidarımı sorgulama yoksa seni yargı alanında sıkıştırır, ortamı gerginleştirir ve seni sahneden yargı yoluyla atarım” derken, PKK ise, “istediklerimi kabul etmezsen savaşı öyle bir yaygınlaştırırım ki benim isteklerimi kabul etmemek senin varlığını sona erdirir” diyor

Dolayısıyla Altan da, “devlet”i ve PKK’yı ortak düşman olarak görüyor ve bir ittifak öneriyor Altan’a göre muhafazakârlar, demokratlar ve PKK dışındaki Kürtlerin devlete ve PKK’ya karşı bir birlik oluşturması gerekiyor.

***

Açılımın sona ermesinin ardından, Kürt sorunu bağlamında, saflar netleşiyor, daha açık ve net pozisyonlar alınıyor. Yeni rejimin güçleri, hem birinci cumhuriyetçi unsurları hem de Kürt hareketi içerisindeki ilerici unsurları ortadan kaldırmak için yeni bir süreci hazırlıyor. Solun her iki unsura da söyleyebileceği herhangi bir sözü, her iki unsuru da en azından asgari müştereklerde bir araya getirebilecek herhangi bir projesi bulunmuyor mu?