6 Eylül 1980 Kudüs Mitingi’nden 9 Şubat 2020 Kudüs Mitingi’ne

6 Eylül 1980 günü Erbakan’ın Milli Selamet Partisi Konya’da bir Kudüs mitingi yaptı. Mitingde şeriat bayrakları açıldı, tekbirler getirildi, İstiklal Marşı protesto edildi. Açılan pankartlarda “Laiklik dinsizliktir, şeriat İslam’dır”, “Laiklik ne demek, şeriatçıyız” “Beşeri sistemlere son”, “Bütün dertler şeriatçı devletle biter”, “Şeriat gelir, vahşet biter”, “Tek millet, tek ümmet, tek komutan” yazıyor, MSP’liler “Mücahit Erbakan” ve “Vur de vuralım, öl de ölelim” şeklinde sloganlar atıyorlardı.

İki gün sonra, CHP Genel Yönetim Kurulu toplandı ve bir bildiri yayınladı. Bildiride şöyle deniyordu: 

“Konya’daki toplantıda Atatürk’e ve cumhuriyete karşı, laikliğe karşı, ileri sürüldüğü gibi suçlar işlenmişse, elbette günün hesabı adalet önünde görülmelidir. Ama cumhuriyeti ve laikliği gerçekten benimseyenler, Atatürk’e içtenlikle bağlı olanlar, cumhuriyeti ve laikliği tahrip yolunda, Atatürk ilkelerini saptırıp yozlaştırmada ve din sömürücülüğünde birbirleriyle yarışa girenlerin tümüne karşı, ayrım gözetmeksizin durum almalıdırlar.”   

Bu mitingden 6 gün sonra, 12 Eylül’de ordu yönetime el koydu ve bu miting de darbenin gerekçeleri arasında sayıldı. 12 Eylül paşaları, darbenin sadece sola karşı değil, bütün “aşırı” akımlara karşı yapıldığı iddiasını güçlendirmek, Atatürkçü olduklarını ispatlamak ve toplumun Atatürkçü kesimlerinin desteğini almak için bu mitingde ortaya çıkan görüntüleri sonuna kadar kullandılar.

Oysa 12 Eylül sola, devrimcilere, işçi hareketine karşı yapılmış bir sermaye darbesiydi ve 12 Eylül paşalarının ideolojisi Atatürkçülük değil, Türk-İslam senteziydi. Yalçın Küçük, darbeden kısa bir süre önce kâhince bir öngörüyle “ordu gelecek, Erbakan’ı hapse atacak, Erbakan’dan daha çok Erbakancılık yapacak” demişti ve zaman bu kehaneti doğrulayacaktı.

Darbeciler, solu, işçi hareketini, sendikaları ezip geçerken, Aydınlar Ocağı tarafından formüle edilen Türk-İslam sentezini devlet ideolojisi yaptılar. Sağcı akademisyenleri ve bürokratları devletin kilit noktalarına yerleştirdiler. Sola karşı İslamizasyonu yükselttiler. Din derslerini anayasal güvence altına aldılar. Yeşil sermayenin önünü açtılar. Tarikat-siyaset-ticaret sacayağı üzerine kurulu bir toplum modeli inşasına giriştiler. 12 Eylül “toplumun sağcılaştırılması” hedefli topyekûn bir toplumsal mühendislik projesiydi.  

40 yıl sonra: İkinci Kudüs Mitingi 

Başardılar mı peki? Sadece CHP’nin o günkü duruşuyla bugünkü duruşuna bakarak, sadece 6 Eylül 1980 Kudüs Mitingi ile 9 Şubat 2020 Kudüs Mitingi’ni karşılaştırarak dahi, bu soruya “evet” yanıtını verebilir, ortadaki başarıyı görebiliriz. Bu mitinge geleceğiz ama öncesinde başka bir mitingi hatırlayalım. 

CHP, muhalefetteki İslamcılardan önce iktidardaki İslamcılarla bir Yenikapı mitinginde buluşmuştu. 15 Temmuz 2016’da, iktidardaki iki İslamcı gruptan biri diğerini “laikliğin bekçisi” olduğu iddiasındaki kurumun içerisine uzun yıllar boyunca yerleştirdiği adamları aracılığıyla devirmeye kalkışmış, diğeri ise bu girişimi savuşturmuştu. “Atatürkçülük” adına yapıldığı iddia edilen 12 Eylül darbesinin üzerinden geçen 36 senenin sonunda, siyasal İslam o kadar güçlenmişti ki, “devletin sahibi kim olacak” kavgasını iki İslamcı grup kendi arasında yapıyordu yani. 

CHP ise 7 Ağustos 2016’da, yani 15 Temmuz darbe girişiminin üzerinden birkaç hafta geçmişken AKP tarafından düzenlenen “Demokrasi ve Şehitler Mitingi”ne katılmış, böylece iktidar partisinin cemaatle ortaklık suçunu üzerinden atmasına ve darbe mağduru sayılmasına büyük katkıda bulunmuştu. Kılıçdaroğlu sonradan “15 Temmuz kontrollü darbeydi, AKP 20 Temmuz’da sivil darbe yaptı” dedi ama kimse de çıkıp “madem öyle 7 Ağustos’ta ‘sivil darbecilerle’ neden ortak miting yaptınız” diye sormadı. 

Sonrası malum, cemaatle uzun yıllar boyunca yaptığı ortaklıktan elini yıkayıp çıkmaya çalışan iktidar partisi şimdilerde CHP’yi “FETÖ’nün siyasi ayağı” olmakla suçluyor, o dönem Fethullahçılarla birlikte hapse attığı askerlere “niye cemaati durdurmadınız” diye hesap soruyor.

Gelelim ikinci Yenikapı buluşmasına. Bu elbette ki CHP’nin son yıllarda içerisine girdiği yönelimin ve “sağcılaşarak sağdan oy alma” diye tarif edebileceğimiz stratejinin bir sonucu. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Ekmeleddin İhsanoğlu’nu, yani siyasal İslamcı olduğunu hiç saklamayan bir ismi aday gösteren, daha sonraki seçimlerde ise taban tepki vermese Abdullah Gül’ü aday gösterecek olan, “demokrasi ittifakı” adı altında MHP’nin muhalefetteki versiyonu İYİP’i ve AKP’nin muhalefetteki versiyonu Saadet Partisi’ni allayıp pullayan, şimdilerde ise Davutoğlu ve Babacan’ı bu ittifaka katmaya çalışan CHP’nin geldiği yer Kudüs Mitingi oldu. 

Bu, izlenen siyasetin bir sonucu doğru ama yine de “CHP için bile fazla” diyebileceğimiz bir durum, yeni bir aşamaya geçiş var ortada. Düşünün ki CHP Genel Başkanı ve İstanbul Belediye Başkanı, Atatürk’ün değil ama Erbakan ve Abdülhamid’in posterlerinin altına yerleştirilmiş bir kürsüde, “Kudüs İslam’ındır” pankartlarının arasında, kadınlar ve erkeklerin ayrı ayrı yer aldığı bir meydanda, Hamas’ın, yani Müslüman Kardeşler örgütünün Filistin kolu olan bir örgütün temsilcisinin de katıldığı bir mitingde, yani düpedüz İhvancı, cihatçı ve şeriatçı bir etkinlikte konuştu, üstelik siyasal İslam’ın dilini ve argümanlarını kullanarak konuştu. İmamoğlu “Mescid-i Aksa ilk kıblemizdir” deyip Kudüs’ün “İslam âleminin ortak meselesi” olduğunu ilan ederken, Kılıçdaroğlu ise önce ilk Kudüs mitingini düzenlediği için Erbakan’ı saygıyla andığını belirtti, sonra da hızını alamayıp “haçlıları bir kez daha yenmek”ten söz etti.  

Hem 12 Eylül’ün paşalarının hem de Erbakan’ın ruhu şad olmuş olmalı! 12 Eylül’ün üzerinden 40 yıl geçmişken, 40 yıl sonra yapılan ikinci Kudüs mitinginde Türk-İslam sentezi sahnede, siyasal İslam hem iktidarda hem muhalefette ve üstelik CHP de burnu sürtülmüş ve İslamcılığın dilini benimsemiş bir şekilde kürsüde! 

Siyasal İslam: Hem iktidarda hem muhalefette 

Buradan çıkarılması gereken bazı sonuçlar var. 9 Şubat mitingini siyasal İslam’ın bir zaferi olarak okumak gerekiyor. 9 Şubat mitingi, iktidardaki İslamcı partiye karşı kurulan muhalefet bloğunun merkezine de siyasal İslam’ın yerleşmesini sembolize ediyor. Siyasal İslam’ın simgeleri ve Abdülhamid ve Erbakan gibi tarihsel figürleri siyasetin merkezine yerleşiyor, kadın erkek ayrı etkinlik yapılması normalleştiriliyor, İhvancılık meşrulaştırılıyor, Türkiye’nin dış politikasının “İslam” merkezli bir veçheye bürünmesi meşru kılınıyor, Milli Görüş iktidarda AKP, muhalefette ise Saadet Partisi aracılığıyla temsil ediliyor ve CHP de tüm bunlara “demokrasi, uzlaşma, kucaklaşma vs.” adı altında payandalık ediyor, CHP tabanını buna alıştırıyor.    

Ancak sadece bu değil, buradan AKP bir gün gönderilse bile, toplumun karşısına “AKP’siz bir AKP rejimi”nin konulacağı, AKP’nin gitmesinin “AKP zihniyeti”nin gitmesi anlamına gelmeyeceği sonucunu da çıkarmamız gerekiyor. Topluma sağın alternatifi olarak yine sağ, İslamcılığın alternatifi olarak yine İslamcılık sunuluyor. Toplumun önüne AKP’nin alternatifi olarak aşırılıkları törpülenmiş, “güleryüzlü” ve ılımlı bir “Erdoğan’sız/AKP’siz AKP rejimi” konuluyor. AKP-sonrası Türkiye’nin koordinatlarının piyasa ekonomisi ile ılımlı İslam’ın bir sentezi olacağı, Türkiye’nin sermaye düzeninin dinselleşme olmadan ayakta kalamayacağı, sermaye sınıfının dinselleşmeden vazgeçmeyeceği Kudüs Mitingi’nde ortaya çıkan tabloya bakılarak görülebiliyor. 

İslamcılar ve şimdilerde “seküler üfürükçülük” işine soyunanlar, CHP’nin Kudüs mitingine katılımını “Deniz Gezmişler de Filistin’e gitmişti” diye meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Meşruiyet adına hâlâ sola ve solun değerlerine başvurmaya mecbur olmaları güzel elbette ama açıkça yalan söylüyorlar. Denizler Filistin’e “küresel cihat” adına ve siyasal İslam’ın gündemiyle gitmedi, Denizler Filistin’e emperyalizme karşı Filistinli devrimcilerle dayanışmak için gitti. İslamcılar ise o esnada ABD’yi, İngiltere’yi ve Körfez Şeyhlikleri’ni arkalarına alarak bütün bir Ortadoğu’daki seküler, sol, anti-emperyalist akımlara karşı cihat ilan etmeye hazırlanıyorlardı. Eğer ABD, bugün Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak ilan edebiliyorsa ve eğer Filistin bugün bu durumdaysa, bunda en büyük payın ABD ve İsrail ile birlikte siyasal İslam olduğu unutturulmak isteniyor ama nafile. İslamcılığın tarihinin emperyalizmle işbirliğinin tarihi olduğunu, riyakârlık üzerine kurulu bu tarihin Deniz’lere, devrimcilere, sola referansla aklanamayacağını biliyoruz.  

Bu nedenle şunu görmemiz gerekiyor: Kudüs mitingi, Filistin için yapılmıyor, İslamcılığın iç politika gündemi adına yapılıyor, kitleleri AKP-sonrasına AKP zihniyetiyle hazırlamak, CHP tabanını dinselleşmeye ve sağcılaşmaya, muhafazakâr tabanı ise İmamoğlu’nun cumhurbaşkanlığına ikna etmek için yapılıyor. Tabanın tepkisini engellemek için ise Denizler’den, devrimcilerden, “Filistin’de mezarı olan gençler”den söz ediliyor, İslamcılığın ve sağcılığın üzeri örtülmek isteniyor.    

Bir 18 yıl daha… 

Velhasıl, Filistin’in siyasal İslam’ın riyakârlığına terk edilmesi de, Türkiye’nin iç ve dış siyasetinin merkezine dinin yerleştirilmesi de, sağın alternatifi olarak karşımıza yine sağın çıkarılması da, AKP-sonrası Türkiye’nin şimdiden “AKP’siz bir AKP rejimi” olarak dizayn edilmek istenmesi bağlamında okunması gereken ve birbiriyle bağlantılı hadiseler. 

Kendisine Atatürkçü, Cumhuriyetçi, laik, ilerici diyen kesimlerin bu gidişatı görmesi, kolay çözümler peşinde koşmanın kurtuluş olmadığını fark etmesi, kurtuluşun sadece bir partiden değil, onun zihniyetinden de kurtuluş olduğunu anlaması, “din sömürücülüğünde birbirleriyle yarışanların tümüne karşı” tavır alması ve buna göre hareket etmesi gerekiyor. Eğer Türkiye’nin bir 18 yıl daha kaybetmesi istenmiyorsa, bu bir zorunluluk olarak karşımızda duruyor.