Fatih Yaşlı

"Eğer bugün 19 Mart operasyonu dört başı mamur bir şekilde hayata geçirilememişse bunun gerisinde sokak var, eğer bugün Şimşek programı sallantıdaysa ve iktidar sıkışmışsa bunun arkasında sokak var."

19 Mart’tan 1 Mayıs’a, tencereyle kapağı birbirine vurma günleri

Fatih Yaşlı

“Enflasyonla mücadele”nin yükünü bütünüyle halkın sırtına yıkan Şimşek programı 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrası yürürlüğe konulmuş, Şimşek yüzde 39,5’ten aldığı resmi enflasyonu bir yıl içerisinde yüzde 75’e kadar yükseltmiş, ardından da kademeli bir düşüş başlamış ve enflasyon Mart 2025 itibariyle yüzde 38 civarına gelmişti. 

Şimşek programının enflasyonla mücadeledeki en önemli araçlarından biri Merkez Bankası’nın faiz artırımlarıydı. Programın yürürlüğe sokulmasıyla birlikte faizler yüzde 8,5’ten yüzde 15’e yükseltilmiş ve ardı ardına yapılan artırımlarla faizler yüzde 50’ye kadar çıkartılmıştı. Enflasyondaki kısmi düşüşle birlikte ise 2024’ün Aralık ayından itibaren faiz indirimlerine başlanmış ve Mart ayı geldiğinde faizler yüzde 42,5’e indirilmişti. 

Piyasa aktörlerinin hemen hepsinin beklentisi Merkez Bankası’nın girmiş olduğu faiz indirimi patikasından kolay kolay çıkmayacağı ve enflasyondaki düşüşe paralel bir şekilde faiz indirimlerine devam edileceği yönündeydi, 2025 sonunda enflasyon yüzde 30’un altına düşecek, faizler de o nokta civarında bir yere gelecekti.

Benzer bir beklenti iktidar için de geçerliydi; çünkü yüksek faiz ekonominin soğuması, istihdamda daralma, daha yüksek maliyetlerle borçlanma gibi sonuçlar yaratıyordu ve yüksek enflasyona bir de yüksek faizden kaynaklı olarak ekonomideki soğumanın eşlik etmesi daha da yoksullaşan halkın siyasi tercihleri üzerinde ciddi etkiler yaratıyor, iktidara olan teveccühü azaltıyordu.

Bu nedenle de Erdoğan Şimşek programının meyvelerini toplamadan, yani enflasyonu ve faizleri düşürüp ekonomide kısmi bir rahatlama sağlamadan ve makro göstergelerin seçim ekonomisi izlemesini sağlayacak bir seviyeye geldiğini görmeden asla seçime gitmemenin hesaplarını yapıyordu, yani en az gelecek yıla kadar bir erken seçim iktidarın gündeminde yoktu. 

Ancak tüm bu hesaplar 19 Mart günü itibariyle boşa düştü, Şimşek programının zaten ulaşması çok zor olan hedefleri iyice ulaşılmaz hale geldi ve bu da iktidarın siyasi planlarını alt üst etti. Çünkü İmamoğlu’nun tutuklanması ve ardından başlayan sokak eylemleriyle birlikte, yabancı sermaye elindeki TL varlıklarını bozdurup dövize dönerek ülkeden çıkmaya başladı, bu ise dövizi fırlattı. 

Ayaklarından biri dövizin, özellikle de doların süreklileşmiş müdahaleler aracılığıyla TL karşısında kontrol edilmesi üzerine kurulu olan Şimşek programı açısından bu durum kabul edilebilir değildi ve bunun için tıpkı Berat Albayrak ve Nurettin Nebati dönemlerinde olduğu gibi arka kapıdan döviz satışlarına başlandı.

Yıkımın büyüklüğünü anlamak açısından söyleyelim, Albayrak döneminde yaklaşık 128 milyar dolarlık Merkez Bankası rezervi yirmi aya yayılacak bir şekilde satılmıştı, 19 Mart’tan sonra ise sadece bir ay içerisinde Merkez Bankası kasasından yaklaşık 50 milyar dolarlık satış yapıldı ve döviz kuru ancak böyle kontrol altına alınabildi.

Ancak sadece bu değil; dövizi tutabilmek için TL’nin cazibesinin artırılması ve bunun için de piyasalara bir mesaj verilmesi gerekiyordu, bu nedenle de Merkez Bankası aylar sonra ilk kez yeniden faizleri artırmak zorunda kaldı, böylelikle faizler tekrar yüzde 46 seviyesine çıktı.

Merkez Bankası’nın bu kararı öncesi benim kişisel kanaatim girilen faiz indirimi sürecinden geri dönülemeyeceği, bir faiz indirimi olmasa da oranların bu ay için sabit tutulacağı yönündeydi; çünkü Erdoğan’ın ve Saray’daki diğer aktörlerin buna izin vermeyeceğini düşünüyordum. Ancak yanıldım, ortaya çıkan tahribat öylesine büyüktü ki Erdoğan ve Saray da faiz artırımına izin vermek ya da daha doğru bir tabirle göz yummak zorunda kalmıştı. 

Dolayısıyla yaklaşık iki yıldır düşük ücretlerle, alım gücünün aşağı çekilmesiyle, gelir dağılımının altüst edilmesiyle, yoksulluğun ve sefaletin derinleştirilmesiyle devam eden Şimşek programı, halka bunca bedel ödettikten sonra, ulaşmayı planlandığı hedefleri en iyimser tahminle altı-dokuz ay arası bir uzaklığa ötelemek zorunda kaldı, iktidarın planları da alt üst oldu. 

Aslında Şimşek programının etkilerini ilk kez 31 Mart seçimlerinde görmüştük; sıklıkla tekrar ettiğim üzere 31 Mart seçimlerini CHP kazanmadı, halk iktidara ve izlediği ekonomi politikalarına yönelik tepkisini haritayı kırmızıya boyayarak verdi. O zamandan bu zamana da siyasete damgasını esas olarak bu politikalar ve yarattığı sonuçlar, yani yoksulluk ve işsizlik damgasını vuruyor. 

Bunun son örneğini Yozgat’ta gördük; nasıl ki 31 Mart seçimlerinde sayısız taşra belediyesinin CHP’nin eline geçmesi Türkiye toplumunun özü itibariyle, sağcı, muhafazakâr vs. olduğu yönündeki saçma varsayımı boşa düşürmüşse, Yozgat’taki miting de benzer bir işlev üstlendi. 

Son seçimlerde yüzde 95’ten fazlasının sağcı adaylara oy verdiği, CHP’nin bile sadece yüzde 2,5 oy alabildiği Yozgat’ta cumartesi günü gördüğümüz manzara, siyasete ekmeğin küçülmesi damgasını vurduğunda ve halk sokaklara, yollara döküldüğünde yaşanabileceklerin bir ön gösterimi gibiydi.

Yozgat halkı, Yozgat köylüsü, traktörleriyle, arabalarıyla, yürüyerek, her türlü şekilde miting alanına akarken ve kürsüdeki köylü “bu düzeni yıkacağız” derken, seçme seçilme hakkına yönelik saldırıyı da CHP destekçiliğini de aşacak bir şekilde kendi sözünü söylüyordu.  

Sokağın on yılı aşkın süredir kapatılan yolunu 19 Mart günü barikatı yıkan öğrenciler açtı ki zaten Şimşek programının yıkıcı etkilerine en çok maruz kalan kesimlerden biri onlardı. Onları ise lise öğrencileri takip etti; liseliler de bugünlerinin ve yarınlarının çalınmasına itiraz ediyorlar, öğretmenlerini, okullarını sahiplenmeyle memleketi sahiplenmenin aynı mücadelenin parçası olduğunu söylüyorlardı. 

Hafta sonu ise Nâzım’ın “Topraktan öğrenip/kitapsız bilendir” dediği köylüler ayağa kalktı, mazotun, gübrenin, yemin fiyatına, hayvanlarını kesmek ya da satmak zorunda kalmalarına, emeklerinin değerini bulmamasına, ekmeklerinin küçülmesine itiraz ettiler, seslerini yükselttiler, bu ülkenin “turpınan, şalgamınan” yönetilemeyeceğini gösterdiler.

Bu süreçte halk “bizi sokağa dökmek istiyorlar, aman oyuna gelmeyelim” tarzı lafların da aslında doğrudan iktidarın ekmeğine yağ sürdüğünü ve halk düşmanlığı olduğunu bizzat gördü. Eğer bugün 19 Mart operasyonu dört başı mamur bir şekilde hayata geçirilememişse bunun gerisinde sokak var, eğer bugün Şimşek programı sallantıdaysa ve iktidar sıkışmışsa bunun arkasında sokak var, eğer bugün AKP-MHP’nin zaten daima gerilimli ilişkisinde gerilimin dozu artmışsa bunun arkasında sokak var. 

Halk sokağa çıktığında geriye kalan herkes susar, çünkü bir araya gelmiş halk saraylardan, yalılardan, köşklerden, patron sınıfından, sömürücülerden, kendisini bugünsüzlüğe ve yarınsızlığa mahkûm edenlerden büyüktür. Cezaevinden tahliye edilen genç arkadaşlarımızdan birinin Nâzım’dan okuduğu dizelerdeki gibi “derya dediğin uyur uyur uyanır” ve halk adlı derya uyandığında her şey değişir.

Üniversiteliler, liseliler, çiftçiler, köylüler… Bunlardan sonra şimdi sıra esas olarak işçi sınıfında, şimdi sıra dünyanın yükünü omuzlarında taşıyıp, bütün zenginliği üretip kendisine yoksulluktan sefaletten başka bir şey reva görülmeyen emekçi halkımızda. Şimdi üniversitelilerin, liselilerin, köylülerin uzattığı ele işçi sınıfının el vermesi, 1 Mayıs’ı bir bayrama çevirmesi, boş tencere ile kapağını birbirine vurması, “ekmeği nasıl bölüşeceğiz” diye sorması, Türkiye’nin piyasacılıkla dinciliğin ölümcül sentezine teslim olmayacağını göstermesi gerekiyor. 

19 Mart’tan 1 Mayıs’a uzanan yollar açmak, emekçileri siyasetle, siyaseti emekçilerle buluşturmak zorundayız. Tam olarak buradayız.