Şimdi İsrail tarafı, nasıl yani, yayla haline gelmiş Suriye hava sahasına girdiğimizde Türkiye’ye mi haber vereceğiz diyor.
İsrail ile 'normal doğum' mu?
Erhan Nalçacı
Türkiye ve İsrail arasında doğrudan görüşmelerin Azerbaycan’da başladığı her taraftan sızdı. Görüşmelere ev sahipliği yapan Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev sürecin “normalleşme”ye dönmesini dilemiş.
Bu noktaya geleceğiz yazının sonunda ama biz önce İsrail’in nasıl “normal” bir doğumla dünyaya geldiğinden başlayalım.
İsrail en başından beri anormal bir devletti. İkinci Dünya Savaşı sonrası stratejik önemi artan Ortadoğu’ya İngiliz emperyalizmi tarafından ekilmiş bir kanser dokusu gibiydi. Modern gözüken ama ırkçı ve dinci bir devlet olan İsrail her türlü ahlaki ilkeden yoksun olarak yayılmayı amaçladı ve hedefleri önünde hiçbir engel tanımadı.
Örneğin, 1963’teki John Kennedy suikastı ile ilgili dosyaları Trump sansürsüz bir şekilde kamuoyunun bilgisine açacağını bildirdiğinde bundan bir şey çıkmaz diye düşünmüştük. Devletin içinden bir çıkar grubunun işlediği bir suikast olduğunu ve Miami’deki Küba karşıtı çeteyle ilişkilendirildiğini biliyorduk.
Ancak şimdiye kadar erişilmesi engellenmiş satır aralarından bir sürpriz çıktı: Cinayetin baş şüphelisinin Kennedy’nin nükleer silah sahibi olmasını engellemeye çalıştığı İsrail olduğu anlaşıldı. Belki Miami çetelerini aracı olarak kullanmış olabilirler vb. bunun bir önemi yok artık.
Bugüne kadar saklı kalmasını ise ABD devletinin içinde ciddi bir yönlendirici gücü olan Yahudi sermayesine borçluyuz muhtemelen.
Hatta Netanyahu’nun geçenlerde Trump’a yolladığı eski İsrail Başbakanı Ben Gurion ve Kennedy’nin birlikte çekilmiş fotoğrafının bir çeşit tehdit olduğu ileri sürüldü. Malum İran ile ABD arasında yapılan görüşmelerin sonuçsuz kalmasından ve İran’a imha edici bir saldırı yapılmasından yana İsrail.
Yıllanmış suç listesini bir kenara bırakırsak son olarak İsrail 6 ay içinde 50 binden fazla Filistinliyi katletti, Gazze’yi yaşanır bir yer olmaktan çıkardı. Bu sayıya Lübnan’da ve diğer ülkelerde katlettikleri dâhil değil. Eğer dünya normal bir yer olsaydı, yani sermayenin tahakkümünde olmasaydı uluslar, bu katliama göz yumulmazdı. Zaten İsrail buna cesaret edemezdi veya dünya halkları tarafından ekonomik veya askeri bir ablukaya alınırdı.
Emperyalist dünyada diplomatik ilişkiler, ister Trump’ın yaptığı gibi mağara insanı tarzında olsun, ister diplomatlar ikram edilen çay fincanının sapını serçe parmaklarını ayırarak tutan bir burjuva inceliği göstersin, fark etmez, tümüyle ahlaksızlığa, ilkesizliğe ve bu mafya düzeninin kurallarını baştan kabul etmeye dayanıyor.
İsrail’in katliamlarının baş destekçisi olan ABD ile herkes iş görüşmesi yapıyor. Trump’ın Türkiye’de çok sevdiği insanlar olmasına tuhaf bakılmıyor. Veya İsrail’in destekçisi Azerbaycan sermayesi ile kol kola olmak kimseyi rahatsız etmiyor.
Suriye komplosunun İsrail-ABD-İngiltere yapımı olduğu biliniyor. Suriye’yi beğenelim, beğenmeyelim, bir bütün egemen devletti ve kendini askeri gücüyle koruyacak bir öz güvene sahipti.
İsrail’in böyle bir iradeyi istemediği, bir bütün egemen devlet yerine küçük parçalara bölünmüş, hiç birinin askeri gücünün olmadığı ve her birinin Batı emperyalizminin kontrolünde olduğu bir siyası coğrafya istediği saklı değil. Böyle bir Suriye’yi bugün olduğu gibi istediği yerinden kemirebilir, hava sahasını istediği gibi kullanabilir, yeni atlama tahtaları icat edebilirdi. Şimdi ne kadar yakınız bu duruma.
Türkiye sermayesi AKP nezdinde göstermelik olarak İsrail karşıtı gibi durabilir, ancak başından beri komplonun bir oyuncusu oldu. Dünyanın her yerinden cihatçı çetelerin toplanması, sınırdan geçirilmesi, onlara lojistik destek sağlanması Türkiye’nin payına düştü. İdlib’teki uru Suriye ve Rusya temizleyebilirdi zamanında, buna engel olan Türkiye’nin hamiliği oldu.
Dolayısıyla Türkiye şu veya bu şekilde İsrail’in kirli rüyasının gerçekleştirilmesine büyük bir katkı yaptı.
Şimdi Suriye’nin düştüğü duruma bakın, ordusu bütün uluslararası kurallara rağmen tamamen yok edildi İsrail tarafından. İsrail ordusu Şam’ın çok yakınlarına kadar ulaşarak Suriye’nin güneyini işgal etti.
Suriye devlet başkanı Eş Şara’nın cihatçı olduğundan yakınan çok ama İngiliz ajanı olduğu dile getirilmiyor. O kafa kesici El Nusra’dan, kravatlı, ceketli dönüşüm, Batılı kabinelere benzetilmeye çalışılan hükümetin İngiliz İstihbaratının işi olduğuna şüphe yok. Bu işleri planlayan dairenin başkanı muhtemelen akşam mesai bitiminde Londra’daki ofisinden çıkıp “normal” bir insan olarak bara bir kadeh içki içmeye gidiyor.
Suriye’de bir devlet ve askeri gücünün varlığından bahsedilemez, 20 bin kadar HTŞ militanı, ayrı ayrı yabancı kökenli cihatçı çete, Milli Suriye Ordusu denilen Türkiye’nin kiralık ordusu, SDG, yerel milisler…
Şimdi komploya katılanlar paylarını arıyor. Suriye’de nadir metaller olsaydı, ABD çıkıp gitmezdi Suriye’den. Hallettim burayı, artık masraf yapmama gerek yok diye bakıyor.
Sonunda aynı ekibin içinden iki oyuncu İsrail ve Türkiye baş başa kaldılar. Nasıl paylaşılacak ve ne kadar birbirlerinin ayaklarına dolanacaklar diye anlaşmaya çalışıyorlar.
Aşağıdaki harita işin nereye gelebileceğini gösteriyor. Türkiye resmi olarak söylenmese de Suriye içindeki askeri üslerini güneye kaydırmak istiyor. Suriye’den kalma Palmira antik kenti yakınlarındaki üsse Türkiye’nin yerleşmesi ihtimali çıkınca, İsrail burayı 2 Nisan’da bombaladı. Sonrada resmi olmayan ağızlardan Türkiye’yi tehdit etti.

İsrail daha önce Suriye’de hava savunma sistemi kurmuş Rusya’ya hava saldırılarından önce haber veriyordu ve Rusya füzelerini İsrail uçaklarına kilitlemiyordu. Bunun ne kadar ahlaki olduğunu okuyucuya bırakalım.
Şimdi İsrail tarafı, nasıl yani, yayla haline gelmiş Suriye hava sahasına girdiğimizde Türkiye’ye mi haber vereceğiz diyor.
Anlaşılan Azerbaycan’da bunun için toplanıldı ve görüşmeler muhtemelen devam edecek. Çatışmasızlık hali mi, bir paylaşım mı belli değil. Her zaman yayılmacılığın bir ulusa felaketler getirebileceğini söyledik. Şimdi çeşit çeşit beladan hangisini alırsınız diye soruluyor.
Bir kez daha bıkmadan söyleyelim, normal bir dünya emekçi sınıfların iktidarında.