Erhan Nalçacı

Bu köşedeki bir yazı dizisi tarihimize bakışı ortaklaştırmaya dönük mütevazi bir katkıyı amaçlıyor. Sorular sorup yanıtlamaya çalışacağız.

Cumhuriyetçilerin Birliği için notlar: Cumhuriyet’e sınıflar açısından bakmak

Erhan Nalçacı

Geçenlerde 24-25 Mayıs tarihlerinde toplanan Cumhuriyetçiler Kurultayı örselenmiş, adaletini yitirmiş ve çok boyutlu bir çürüme içindeki ülkemiz için bir umut ışığı oldu. 

Belki çok önemli kararlar alınmadı ancak farklı kökenden gelen, farklı yöntemler ve düşünce alışkanlıklarına sahip Cumhuriyetçiler arasında ülkenin ortak geleceğine sahip çıkma ve bunun için bakış açılarını ortaklaştırma iradesini ortaya koydu.

Bu irade sadece gazeteciler, yazarlar, aydınlar, siyasiler arasında değil, toplumun büyük kesimini oluşturan Cumhuriyetçi halk tabakalarına dönük bir ortak zihin egzersizine davetti. Soru asıl olarak şuydu: Cumhuriyet neden kaybedildi ve nasıl tekrar kazanabiliriz?

Önümüzdeki dönemde bu doğrultuda irili ufaklı yüzlerce toplantı yapılacak, ülkemizin başına neyin nasıl geldiği tartışılırken gelecek için ortak irade büyütülmeye çalışılacak.

Bu köşedeki bir yazı dizisi tarihimize bakışı ortaklaştırmaya dönük mütevazi bir katkıyı amaçlıyor. Sorular sorup yanıtlamaya çalışacağız.

Soru 1: 1923 Devrimi benzersiz ve kendine özgü müydü, yoksa burjuva devrimi karakterinde miydi?

1923 Devrimi muhakkak kendine özgü birçok yan barındırıyordu ama bütün devrimler zaten kendine özgü yanları içerir. Bu özgün olma hali ile her devrim birbirinden bağımsız olaylar olarak ele alınsaydı tarih bilimi diye bir şey ortada kalmazdı. Oysa tarihçinin bir görevi eğer tek tek olayları incelemekse diğer görevi de onların ortak yanlarına dayanarak genellemeler, soyutlamalar yapmasıdır. Bu soyutlamalar olmaksızın tarih üzerinde düşünme yeteneğimiz büyük ölçüde sığlaşmış olur.

Eğer bir ülkede egemen sınıf meşruiyetini toplumsal eşitsizliği mutlaklaştıran dinden aldığını iddia ediyor, toprak mülkiyetini köylüleriyle birlikte elinde bulunduruyorsa ve devrim kentlerde toplanan ve kendisini kralın/padişahın tebaası hissetmeyen sınıflarca yapılıyorsa burjuva devrimi soyutlaması ile adlandırılıyor. 

Bir devrimin burjuva niteliğini alması için, tanrısal olarak eşitsiz olan toplum bireylerinin yasa önünde eşitliğini, yasama, yürütme ve yargının dinden bağımsızlaşmasını, feodal ayrıcalıklarla parçalanmış coğrafyada kapitalist bir ulus devlet inşasını ve soyluların değil, halkın egemenliğini programına yazmış olması gerekir.

1640 İngiliz Devrimi, 1776 Amerikan Devrimi, 1789 Fransız Devrimi, 1871 Alman Devrimi, 1905 Rus Devrimi hep bu karakterdedir. Türkiye’de 1923 ilk burjuva devrimi değil, süreklilik ve kopuş ilişkisi içinde 1908 Devrimi'ni takip etmiştir.

1923 çok daha ileridedir 1908’e göre, çünkü çürümüş bir İmparatorluğu ayağa dikmeye çalışmak yerine Osmanlı Devleti’ni yıkarak Cumhuriyet’i kurma iradesi göstermiştir.

Ayrıca 1923 Devrimi'nin çok büyük bir avantajı vardır, İttihat ve Terakki kendisini emperyalist devletler arasında bir dengeye yerleştirirken Mustafa Kemal ve arkadaşları emperyalizme karşı sırtlarını yaslayabilecekleri 1917 Ekim Devrimi'nin desteğini arkalarına almıştır.   

İşçi sınıfını iktidara taşıyan Ekim Devrimi'nin desteği 1923’ün burjuva devrimi karakterini değiştirmemiştir, tarihsel bir anda emperyalist projelere ve kuşatmaya karşı geçici bir ittifak söz konusu olmuştur ancak 1923’ün ayakta kalması ve ilerici bir tarihsel rol oynamasına katkısı olmuştur bu ittifak ilişkisinin.

Soru 2: Mustafa Kemal ve arkadaşları burjuva mıydı?

Bu soru en çok kafa karıştıran sorulardan biridir. Bir de burjuvazi devrimciliğini çoktan yitirdiği ve gerici, asalak bir sınıf haline geldiği için bütün dünyada, duygusal olarak bugün burjuvalık devrimcilere yakıştırılamamaktadır. 

O dönemde reaya köylüsü olmayıp kentlerde eğitim görerek bir ücret karşılığı çalışarak feodalizmden görece bağımsızlaşmış herkes bir yerde geniş anlamıyla burjuva olarak kabul edilebilir. Örneğin, Talat Paşa posta memuruydu, Mustafa Kemal subay. Feodal bir sığınmaya dayanarak değil maaş alarak görece bağımsız bir yaşam sürüyorlardı. Örneğin, Fransız Devrimi'nin asla satın alınamayan devrimcisi Avukat Robespierre bugün anladığımız anlamda burjuva mıydı?

Yukarıdaki tartışma belki su kaldırabilir ancak asıl bakmamız gereken yer devrimcilerin nasıl bir siyasi programa bağlı olduklarıdır, onlara sınıf karakterini kazandıracak olan bu program olacaktır.

Eğer yasa önünde eşitlik istiyorsanız ve toplumsal eşitsizliğin kaynağındaki dinsel uygulamalara karşı laikseniz, soyluların egemenliğine karşı bir halk egemenliğini savunuyorsanız burjuva devrimcisisiniz demektir, eğer bunun üzerine mülkiyette eşitliği savunuyorsanız işçi sınıfı devrimcisi.

İttihat ve Terakki ve Kemalistlerin bu anlamda çok farklı siyasi atmosferlerde devinmelerine rağmen ortak bir programları olduğu söylenebilir: Bu program Türk ve Müslüman kesimlerden devlet desteği ile burjuvaziyi yaratmak diye özetlenebilir. Bu politikayı İttihat ve Terakki Osmanlı'nın içine düştüğü durumdan kurtarmak için Kemalistler bağımsız bir ulus inşası için uygulamışlardır.

Burjuvaziyi desteklemek için kurulan bankalar, ticaret kanunları, yabancı sanayi ürünlerinden yerli malı üretimini koruma, 1 Mayıs emekçi bayramının yıllarca yasaklanması, sonra Bahar Bayramı olarak kabul edilmesi... Bu köşe yazısında temel yöntem sorunlarını ele alacağız, yoksa çok veri var tarihte.

Soru 3: 1923’te Türkiye’de burjuvazi var mıydı?

Diğer çok kafa karıştıran soru ise Osmanlı'nın son döneminde burjuvazinin varlığının soruşturulmasıdır. “Yoktu” diyenler var, dolayısıyla burjuva devrimi değil, tamamen özgün, kendinde bir devrim tanımlanmak için kullanılıyor bu soru ve yok yanıtı.

Oysa felsefede “yok” kategorisi çok dikkatle kullanılmayı gerektirir. Bugünkü burjuvaziyi arıyorsanız bulamazsınız tabii ki. Ancak feodal koşullarda iki şekilde sermaye birikimi sağlanır, ya karasal ticaret yolları üzerinde, ya da ticaretin çok daha kolay olduğu liman kentlerinde. Osmanlı'da Balkanların limanı olan Selanik’te, Ege’nin limanları olan İzmir ve Ayvalık’ta, tabii ki İstanbul’da, Suriye’nin limanı olan Beyrut’ta vb. bir sermaye birikimi kaçınılmaz olarak gerçekleşmiştir. Devrimcilerin Balkanlardan ve Selanik’ten çıkması tesadüf değildir.

1919’a gelindiğinde Türkiye’de 60 kadar fabrika denilebilecek tesis olduğu belirtiliyor. Maden işletmecileri ve her boydan tüccar buna ilave edilmelidir. Burjuvazi tabii ki kuvvetli bir sınıf değildir ama burjuva devriminin öncülerinin dayanacağı kadar toplumsal bir yer tutmuştur. 1923 İktisat Kongresi’nin esas sınıfıdır örneğin.

Haftaya bıraktığımız yerden devam edelim.