Sosyalizm sınır ötesi büyük coğrafyalarda, en nihayet bütün dünyada planlamaya dayalı, akılcı ve paylaşılan yeni bir yaşam tarzına dayanacak. Altüst oluş gerçek anlamını emekçi yığınları ayağa kalkınca bulacak.
Altüst oluş çağı neden sosyalizmle sonlanacak?
Erhan Nalçacı
Son yıllarda emperyalist düzen içinde gerilim ve çelişkilerin aşırı derecede arttığına tanıklık ediyoruz. Altüst oluş çağı olarak tanımladığımız bu dönemin aynı zamanda sosyalizme geçiş çağı olduğunu ele alalım bugün.
Bu karmaşık yanlar barındıran konuya çok naif bir yerden başlayalım.
Geçen gün göreve başlayan Trump’ın Birleşmiş Milletler daimi temsilcisi olarak atadığı Elise Stefanik ABD Senatosu Dış İlişkiler Komitesi’nde İsrail’in Gazze’deki ateşkesten sonra Batı Şeria’ya saldırısını İncil’e dayalı bir hak olarak gördüğünü söyledi.
Takiye ve yalan düzen siyasilerinin mesleğinin doğal bileşenidir, ancak Stefanik İsrail’in ırkçılığını, katliam ve işgalini İncil’e dayandırmakta samimi gözüküyor. Bu sermaye sınıfının ve temsilcilerinin vardıkları gericilik düzeyinde bir doruk noktasıdır.
Burjuvazi ki geçtiğimiz birkaç yüzyıl boyunca aydınlanmaya hizmet etmişti, Stefanik şimdi burjuvazinin en küçük ilericilik barutunun kalmadığının ve tarihsel olarak mutlak bir gericiliğe gömüldüğünün sembolü haline geliyor.
1917 ve hatta İkinci Dünya Savaşı sonrası sosyalizmin belirdiği ve genişlediği dönemlerden ne kadar farklı bir dünyada yaşıyoruz. Geçen yüzyılda çoğunluğu büyük köylü kitlelerinden oluşan uluslar emperyalist ülkelerin sömürgesiydi. Şimdiyse haritada bağımsız siyasi birimler haline dönüşmüş 200’den fazla ulus devlet ve Küba gibi az sayıda ülke hariç hepsinde tekelci sermayenin egemenliği bulunuyor.
Sosyalizm rüzgârının devrimci bir dalga yarattığı geçen yüzyılın ikinci yarısında kapitalist ülkelerde emekçi sınıflarla sermaye sınıfı arasında zımni bir uzlaşma oldu: “Siz devrimden vazgeçeceksiniz, biz de sosyal devletti, kurallı emekti, sömürünün cılkını çıkarmayacağız.”
Şimdi ise yukarıda saydığımız bütün ülkelerde tekelci sermayenin koşulsuz diktatörlüğü yaşanıyor, devrim talebini işçi sınıfı geçici olarak geri çekince burjuvazi de uzlaşmayı bozdu.
Çok uzağa gitmeye gerek yok, Türkiye’de açıklanan asgari ücret ve emekli maaşları ile açlığa terk edilen yığınlar, yangına karşı önlem alınmayan oteller, kendi kendine yanan yolcu otobüsleri, on binlerce on binlerce ölünen depremler, tarikatların devleti ele geçirmesi, emekçi sınıfların hiçbir isteğinin gerçekleşmemesi, bunların hepsi mutlak olarak gericileşmiş sermaye sınıfının diktatörlüğünün belirti ve sonuçları olarak karşımıza çıkıyor.
Yasama, yargı ve yürütme daracık, tek ve asalak bir sınıfın elinde tekleşti. Sadece ve sadece kâr oranlarını yüksek tutmaya bakıyorlar.
Tam da emekçi sınıfların adı konmamış uzlaşmayı bozmasının ve devriminin peşine düşmesinin zamanı değil mi?
Ama kestirmeden gitmeyip biraz daha derinleşelim.
Trump yemin eder etmez Paris İklim Anlaşması’ndan ABD’yi çekti.
Bugün artık iklim krizinin insan eliyle gerçekleştiği kanıtlanmış durumda, insan eli dediğimiz kapitalizmin ta kendisi.
Belki de emekçi sınıflar için Trump’ın tavrı daha iyi, çünkü sermaye sınıfı sanki iklim sorununu çözecekmiş gibi yapıyordu. Şu “sürdürülebilir” lafı yok mu? Sürdürülebilir sömürü düzeni, sürdürülebilir kapitalizm! Oysa iklim sorununun temelinde sermaye sınıfının geniş emekçi sınıflara dayattığı üretim, yönetme ve tüketime dayalı yaşam tarzı yatıyor.
Los Angeles yangınından, Türkiye’de yüzlerce gölün kurumuş olmasına, bazı coğrafyaların su altında kalışına ve kuraklık nedeniyle çekilen açlığa karşın tekelci sermaye rekabeti artırmaya bakıyor ve iklim krizini tam anlamıyla emekçi sınıflara karşı bir saldırıya dönüşürmüş durumda. Küresel ısınma nedeniyle Kuzey Kutbu’nda buzlar erimesini yeni bir paylaşım savaşının konusu yapacak kadar gözlerinin dönmüş olduğu anlaşılıyor.
İklim kriziyle ancak ve ancak sosyalizmle başa çıkılabileceğini bu köşede çok işledik. Yine de gümrük savaşlarına yakından bakarsak bu konu da daha iyi anlaşılacak.
Çin’in üretim kapasitesi ile başa çıkamayan ülkeler çareyi Çin mallarına yüksek gümrük vergisi koymakta buluyorlar. ABD ise sadece Çin’e değil, ticaret açığı verdiği bütün ülkelerden gümrük vergisiyle korunmaya çalışacak.
Aşağıdaki grafik Çin elektrikli otomobil ihracatının son beş sene içinde nasıl roket hızıyla fırladığı ve tüm diğer kapitalist ülkeleri geçtiğini gösteriyor.
![]() |
Grafik başlıca otomotiv tekellerine sahip ülkelerin toplam elektrikli araç ihracatlarını 2015 ve 2023 yılları arasında gösteriyor. 2020’den sonra Çin’in elektrikli otomobil ihracatında bütün rakiplerini geçtiği görülüyor. 2024 yılında Çin bu atağını sürdürerek 5 milyon civarında elektrikli araç ihraç etti. |
Diğer otomotiv tekellerinin Çin ile başa çıkması imkânsız duruyor. Çin otomotiv tekelleri devlet tarafından büyük oranda sübvanse ediliyor ve bu fiyat açısından onları rekabet edilemez kılıyor. Ayrıca Çin batarya teknolojisinde ki elektrikli araba büyük ölçüde batarya demek, büyük bir atılım yaptı. Bu teknolojik üstünlüğe batarya ve elektrikli arabalarda kullanılan nadir elementlerin çıkarılması ve üretimindeki dünya hegemonyasını ilave etmemiz gerekiyor.
Ee, ne olacak şimdi, gelsin Çin mallarına yüksek gümrük duvarları. Kapitalizmde hiçbir ülke tepeden tırnağa her şeyi üretemez veya sadece kendi pazarı için üretim yapamaz, illaki dış pazarlara açılması gerekir. Bir emperyalist ülke hadi kendini ulusal sınırları içinde Çin’den korudu, ya yayılması ve hegemonya oluşturması gereken diğer pazarlar.
Ayrıca ABD’nin tekrar yüksek üretim gücüne sahip bir ülke olması çok zor, çünkü emek gücü profili buna uygun değil, sanayide çalıştıracak emek gücü bulmakta zorlanıyorlar. Kaldı ki sanayi alanında büyüyen bir emek gücü devrimci bir karakter taşıyacaktır. Şu anki haliyle bile ABD sanayi işçilerinin örgütlülüğü ile başa çıkamıyorlar.
Kapitalist düzen kendisini çelik bir yelek gibi sımsıkı sıkan yapısal krizinin dışında emperyalist rekabet nedeniyle de büyük bir bunalım yaşıyor.
Batı emperyalizmi eğer Çin’deki sermaye birikimini yok edecek bir askeri başarıdan emin olsaydı, eminiz ki yüz milyonlarca insanın canı pahasına savaşı göze alırlardı. Muhakkak yüz milyonların Anglosaksonlar tarafından katledilmesi için İncil destek veriyordur!
Türkiyeli devrimciler olarak bizler, diğer ulusların devrimleri yetişene kadar tek ülkede sosyalizmi ve mümkün olduğu kadar kendine yeter bir ülke kurma konusunda kararlı ve cesaretliyiz.
Ancak yüzyılımızın sosyalizmi ulusal sınırlara sıkıştırılamaz. Sosyalizm sınır ötesi büyük coğrafyalarda, en nihayet bütün dünyada planlamaya dayalı, akılcı ve paylaşılan yeni bir yaşam tarzına dayanacak.
Altüst oluş gerçek anlamını emekçi yığınları ayağa kalkınca bulacak.