Ya gerici iç savaş, ya devrim

Şimdi anımsamıyorum, bir yerde okumuştum: “Fransız Devrimini hırsızlar ve fahişeler yaptı” diye yazıyordu. “Çünkü öyle kokuşmuştu ki toplum (daha doğrusu düzen), Paris’in yoksul halkının erkeklerinin hepsi hırsız, kadınlarının hepsi fahişe olmuşlardı.”

Devrimler en diptekinin yukarıya sıçrama ihtiyacından güç alır. Ve ne kadar güçlüyse bu ihtiyaç, ne kadar yakıcıysa, o kadar kökten ve derinden olur.
Devrim, en diptekinin sıçramasıdır, kendi pratiği ile değişmesidir. Devrimin yıkıcı ve indirici gücü, bu en dipteki insandır.

En dipteki insanın en son çaresidir devrim. Kimsesizlerin kimsesi…

Türkiye toplumunun en dibindeki insanlar 12 yıldır AKP’yi iktidara taşıyorlar. Birer cangıla dönüştürülmüş kentlerin en yoksul semtleri, varoşları AKP’nin oy deposu oldu yıllardır.

Tayyip’in diline doladığı yüzde 50’nin yaşadığı yerler…

Bir paket makarnaya, bir çuval kömüre muhtaç edilmiş insancıklar…

Tayyipgillerin köpek muamelesi yaptığı, üç kuruş parayla hizmete alıp emekçilerin üzerine saldığı o yoksul çocukları, polisler…

Cemaatlerin, tarikatların ağına düşürülmüş, yüzyılların karanlığına mahkûm edilmiş, cehalete terk edilmiş yoksul milyonlar…

Bir yandan kara çarşafa sokulmuş, diğer yandan bir ekmek parasına bedenini satmaya zorlanan yoksul kızlar, kadınlar…

Dipsiz kuyu benzeri atölyelerde köle gibi çalıştırılan, her türlü tacize maruz kalan genç kızlar, delikanlılar, çocuklar…

Varoşları dolduran işsizler, yoksullar, yerlerinden yurtlarından edilmişler, mafyanın-tarikatın eline düşürülmüşler, kul edilmişler, beyinleri örümcek yuvasına çevrilmişler, kara çarşaflılar, kumalar, çocuk gelinler, burjuva itlerinin seks kölesi yapılanlar, kendileri inlerde oturup din tüccarlarının, sermayedarların evlerini korumakla görevlendirilen özel güvenlikçiler, çaresiz bırakılanlar, geleceksiz kılınanlar, kimsesizler, kenara atılmışlar, sokağa bırakılmışlar, karanlığa terk edilmişler, zavallıcıklar…

Ey büyük burjuvalar, bu ülkenin tepesine çöken asalaklar, sömürgenler, ey Tayyipgiller, Fethullahgiller, ey din tüccarları, sizin ipinizi bu zavallıcıklar çekecek, söylemedi demeyin!

İnlerinden çıkacaklar, kara çarşaflarından sıyrılacaklar, onurlarını, insanlıklarını hatırlayacaklar, böyle yaşamaya artık dayanamayacaklar ve bütün yıkıcılıklarıyla, cahillikleriyle, balçığa bulanmışlıklarıyla, on yıllardır birikmiş hınçları ve kinleriyle karşınıza dikilecekler… O tufan gününde sizi biz bile kurtaramayacağız, iyi bilin…

Ey egemenler, korkun, korkun… G.t kılı yaptığınız bu halktan korkun… Siz ayakkabı kutularınızı doldurasınız diye villalarınızı, sitelerinizi koruyan, bekçi köpeğine dönüştürdüğünüz o yoksul gençler gün gelecek villalarınızı basacak, korkun…

O dilinize doladığınız yüzde 50’den korkun… Sonunuzu o yüzde 50 getirecek! Devrimin yıkıcı, süpürücü, yok edici gücü olacak o yüzde 50…

Bugün karşı-devrimin köpeği olanlardan yarın devrimin neferleri çıkacak. Bu bıçak sırtı diyalektiğin işleyebileceği bir noktadayız.

* * *

Haziran Ayaklanması’ndaki en önemli olgulardan biri, Türkiye’nin aydınlık yüzü dediğimiz kesim ile varoşların az da olsa bir bölümünü aynı hedefte birleştirmesiydi. Eski Cumhuriyet mitinglerinden farkı da buydu.

Bu yolda sebat etmek ve ilerlemek gerekir. Şunu iyi bilelim: İstanbul’un Kadıköy, Beyoğlu ve Şişli’si, Ankara’nın Çankaya’sı, İzmir’in Karşıyaka’sı devrim ve kurtuluş için yetmez.

Türkiye’nin aydınlanmış emekçileri ve ülkenin ilerici birikimini temsil eden kitleler ile varoşlara tıkılmış yoksul kitleleri birleştirebilecek olan bir siyasal odak geleceği de kazanacaktır.

Bu aynı zamanda Türk ve Kürt yoksulları ve emekçilerini de devrimci ve anti-emperyalist bir temelde birleştirmek anlamına gelir.

Günümüz burjuva siyasi odaklarından hiçbiri böyle büyük bir birliği sağlayabilme yeteneğine sahip değil.

Öyle keskin bir noktaya geldi ki Türkiye toplumu, emek eksenli politikaların dışında her politik hat ciddi bir gerici iç savaş tehlikesi, emekçilerin birbirine kırdırılması anlamına gelir. Öyle gözüküyor ki, Tayyip de bunu göze almış durumda. Tayyip’i gözden çıkarıp düzeni sürdürmeyi düşünen odaklar da bir “turuncu devrimin” pususunda.

Bu büyük birliği gerçekleştirip bu tehlikeleri bertaraf etmeyi ancak anti-emperyalist, halkçı, devrimci ve gemileri yakmış bir politik odak sağlayabilir.

“Gemileri yakmış” deyiminin altını çiziyorum. Bunu becerebilecek, bu duruma radikal bir müdahalede bulunabilecek bir sol odak geleceği belirleyecektir. Sadece Türkiye’nin değil, bölgenin de geleceğini…

Yoksa… İşte Afganistan, Pakistan, Irak, Suriye, Libya, Ukrayna…

Bu bölgeden bir Yeni Osmanlı çıkmaz. Ama yeni bir Sovyetler çıkabilir. Eğer çıkaramazsak bir yangın yerine dönüşecektir güzelim coğrafyamız.