Fırsatın farkında mısınız?

Artık 30 Mart sonrası önemli. Yozlaşmış bir çete diktatörlüğüne dönüşmüş iktidarın yıkılış sürecini yaşayacağız.

Artık yakınındaki herkes bir Brütüs’tür Tayyip için…

Diktatörün giderek yalnızlaşacağını, en yakınından bile şüphe duymaya başlayacağını, dolayısıyla daha da pervasızlaşacağını ve saldırganlaşacağını göreceğiz (görüyoruz).

Türkiye faşizme gitmiyor. Faşizmden çıkış sancıları çekiyor. Tehlikeler ve tuzaklarla dolu, zorlu, ama emekçiler açısından ciddi fırsatlar da barındıran bir süreç bu.

En azından bizim kuşak ve bizden sonraki kuşaklar ilk kez yaşıyoruz böyle bir süreci. Yıkılmaya yüz tutmuş bir diktatörlük, restorasyon potansiyeli oldukça zayıflamış bir sistem, enkaza dönüşmüş bir devlet ve ayağa kalkmış ama kendisini iktidara taşıyacak politik aracı henüz yaratamamış bir halk… Tam bir siyasal kriz durumu bunu katlayacak bir ekonomik kriz de kapıda.

Kriz sözcüğü, kökeni itibarıyla hem “tehlike” hem de “fırsat” anlamına geliyor. Bin yıllar ötesinden gelen, ne kadar derin anlamları olan bir sözcük…

Bir zamanların ünlü sloganıydı: “Tehlikenin farkında mısınız?” Demek tam farkında olamadık veya farkında olsak bile önleyici tedbirleri alamadık ki, o musibet başımıza geldi.

Olsun… Bir musibet bin nasihatten yeğdir. Bedelini ödedik, ödüyoruz.

Ama devran döndü, artık slogan değişti. Günün sloganı sosyalistler ve emekçi kitleler için daha umut verici: “Fırsatın farkında mısınız?”

Tehlikenin farkında olmak bir şey ifade etmiyor artık. Bugün önemli olan fırsatın farkında olmak.

Ama henüz farkında olduğumuz söylenemez. Çünkü o fırsatı değerlendirebilecek konumlanışı alabilmiş değiliz hâlâ. Oysa değerlendirilemeyen fırsat tehlikeye dönüşür. Diyalektiğin gereği…

Biz sosyalistler, tehlikeye karşı direnişi -büyük bedeller ödesek de- sonuçta becerebiliyoruz, altından kalkabiliyoruz tarihimiz bunu gösteriyor. Ama fırsatı değerlendirme deneyimimiz hemen hemen yok gibi. Bu nedenle ilk kez yaşayacağımız bir süreç diyorum.

Önümüzdeki dönem göz önüne alındığında, artık “örgütlenin” demek yetmiyor. Bu artık malumun ilanı gibi bir şey. Çeşitli kitlesel pratiklere girmiş ve sol düşünceden şu veya bu şekilde etkilenmiş olan herkes örgütlenmek gerektiğinin bilincinde.

Artık kritik soru şudur: Nasıl bir örgüt?

İlk kez yaşayacağımız bu sürece uygun örgütlenme biçimini ve çalışma tarzını yaratmak durumundayız.

Mevcut ve alışılageldik biçim ve tarzların, bugüne kadar kendi başımıza yürüdüğümüz yolların yeterli olmadığını görmek için daha kaç musibet yaşamamız gerekiyor?

Bir muhalefet örgütü değil, iktidar örgütü yaratmak zorundayız. 31 Mart’tan itibaren başlayacak yakıcı tartışma (ve pratik) bu olacaktır. Seçimler dolayısıyla şu an rölantide olan Sol Cephe de bu tartışma bağlamında bir anlam bulabilir ancak.

***

30 Mart seçimlerini, 31 Mart’ta başlayacak bu süreci dikkate alarak değerlendirmek gerekiyor. Ergin Yıldızoğlu dostumuz, sosyalistlere daha olumlu koşullar sağlayabileceği için CHP’nin desteklenmesi gerektiğini yazmış. Üstelik bir fırsat değerlendirme ustası olan Lenin’e dayandırmış bu önerisini. Bari bunu yapmasaydı…

Yıldızoğlu dostumuz tehlikenin farkında. Ama fırsatın farkında değil. Hangi koşullarda daha rahat muhalefet edebiliriz diye düşünüyor. Nasıl iktidar olabiliriz sorusunu ufkuna alamıyor bir türlü. Dertlerimiz farklı…

Ben iki büyük metropolde şahsen tanıdığım ve takdir ettiğim iki aday önereceğim. Ankara’da solun ortak adayı olan Kaya Güvenç ve İstanbul’da TKP’nin adayı Aydemir Güler. İkisi de Sol Cephe Yönetim Kurulu’nda birlikte mücadele ettiğim, kazanabileceği söylenen diğer adaylarla kıyas kabul etmeyecek kalitede kişilikler.

Kazanamazlar mı diyorsunuz? An itibarıyla haklı olabilirsiniz. Peki, süreç itibarıyla?

Başlayan bu zorlu süreçte kime ihtiyacınız olacaksa seçimlerde onu güçlendirin.