Şerefli mağlubiyet kotamızı doldurduk

Kitleler hiçbir zaman yenileceği ve ezileceği belli olanın peşinden gitmez. Yenilene acır, onu sevebilir, duygudaşlık kurabilir, yaralarını onarmada yardım edebilir, başını okşayıp sırtını sıvazlayabilir, hatta ağıtlar yakabilir ama peşinden gitmez.

Kitleler, 1) bıçak kemiğe dayandığı zaman, 2) başarı olasılığı ufukta gözüktüğü zaman harekete geçer ancak.

Buna ister “kitle oportünizmi” deyin, ister “sezgisel gerçekçilik”, olgu budur.

Şunu da bilelim: bu konuda kitleleri kesinlikle kandıramayız çünkü kitleler başarı olasılığını bizden (bizim gibi ideolojik yükleri olanlardan) çok daha isabetle sezerler. Dolayısıyla devrimci öncü, eğer kitleleri bir eyleme çağırıyorsa, o eylemin başarılabileceğini -en azından- sezdirmek zorundadır.

Buna doğru eylem kuramında “başarı ilkesi” denir.

Örneğin, AKP’nin “mazlumu oynayarak” iktidar olduğu ve iktidarını sürdürdüğü bir şehir efsanesidir. Gerçek tam tersidir. Siyasal İslam ülkeyi yönetmeye “muktedir” olduğunu göstere göstere iktidar olmuştur ve iktidarını (ve kitle desteğini) güç gösterisiyle sürdürmeye çalışmaktadır. “Sağlam irade” sloganı boşuna değil…

Örneğin, polis copu yediğimiz, yerlerde sürüklendiğimiz, kafamızın burnumuzun kırıldığı fotoğrafları öne çıkararak propaganda yaptığını sanıyor bazı arkadaşlar. Ne ilgisi var. Karşı taraf zaten bunları göstermeye, bizi bu pozisyona sokmaya çalışıyor. “Şerefli mağlubiyet” çizgisidir bu!

Babamızdan tokat yerken veya rakip mahallenin bıçkınından yumruk yerken çekilen fotoğraflarımızın yayılmasını ister miyiz? Bu da öyle bir şey...

Kitleler yüzü-gözü dağılanın, yerlerde sürüklenenin peşinden gider mi hiç? Ona sadece acır. Ama binasına veya mahallesine girmeye çalışan polise direnip sokmayanın kitleleri peşinden sürükleme olasılığı vardır.

Devrimci arkadaşlara, 1 Haziran 2013’te Taksim’i kitleler ile birlikte nasıl aldığımız üzerinde düşünmeyi öneririm.

Politika güç ile yapılır, -ne yazık ki- vicdanla değil. Ezerek yapılır güçsüzlükle ve ezilerek değil. O zaman başarı olasılığımızı, söylediğimizi eyleyebilme yetimizi çok iyi hesap ederek eyleme gireceğiz.

Biliyorum gençler, sizin böyle şeyler söylemeniz zordur. Ben de toyken söyleyemezdim. Ürkeklikle, uzlaşmacılıkla suçlanmaktan korkardım. Artık yaşımı başımı aldım, söyleyebilirim: “Şerefli mağlubiyet” çizgisi devrimci bir strateji değildir. Bunu söyleyebilirim, çünkü beni suçlayabilecek kişilerden çok daha fazla “şerefli mağlubiyet” almışlığım var.

Kısacası, şerefli mağlubiyet kotamı doldurdum. Türkiye solu ise çoktan doldurdu. Hele Haziran’dan sonra…

Eylemsizlik önermiyorum. Yenilgiler de yaşanacaktır. Matematik problemi çözmüyoruz, toplumsal mücadele veriyoruz. Evdeki hesaplar çarşıya uymayabilir, önceden hesap edilemeyecek gelişmeler yaşanabilir. Demek istediğim, mümkün olduğunca güç analizi yapan ve başarı ilkesini gözeten bir eylem çizgisi izlenmesidir. Kurmayın işlevi budur.

Öte yandan kritik bir noktadır bu. İlerlemiş yaşlardaki devrimciler, “başarı ilkesi”ni bahane edip geri çekilebilirler. Düzen içinde “başarı” kazanma yolunu tutabilirler. Bıçak sırtı bir ilkedir “başarı ilkesi”. Olgun devrimcilerin sınandığı noktadır. Lenin bile sınanmıştır. Ekim Devriminin arifesinde yazdığı “Marksizm ve Ayaklanma” başlıklı makalesi bir kurmayın nasıl hesap-kitap yaptığının çok güzel bir örneğidir. Zaten bu sınavdan geçebildiği için “Devrimci Lenin” olabilmiştir.

Biz de sınanıyoruz ve sınanacağız. Şanslıyız. Haziran’ımız var. Söylediğimizi eylemişliğimiz var. Söylediğimizle eylediğimiz arasındaki açıyı kapatmışlığımız var.
Bir iktidar hattı geliştireceğiz müzmin muhalefet hattı değil. Söylemimiz mazlum edebiyatı olmayacak, muktedirliği arayacak. Cumhurbaşkanlığı seçimine de, Sol Cephe önerisine de bu bakış açısıyla yaklaşacağız.

Dimyat’a pirince gitmenin hattını döşemeye çalışıyoruz. Bunu gerçekleştirebilmek için evdeki bulguru kaybetmeyeceğimizi de göstermek zorundayız. Çünkü pirince giderken yolda bulgur yemek zorunda olduğumuzu biliyoruz.