Savaşa emeğe...

Terzi Emin’in oğlu. Babadan zengin… Öyle mal mülk, banka borsa zengini değil. Nicellikle, bitip tükenecekle, bitirip tüketecekle işi olmaz. Onun zenginliği paylaşıldıkça çoğalan cinsten. Eski TKP’li Terzi Emin’in oğlu. Herhangi bir soyluluk değil, komünistlik miras kalmış babadan. Bundan daha büyük bir zenginlik olabilir mi… Yetmemiş, babası bir de adına çakmış bu mirası. Son anına kadar sahip çıktı bu mirasa ve adına Savaş Emek.

Evet gençler, bir komünist oğlu komünisti doğaya teslim ettik üç gün önce… Hem de öyle böyle değil, sıkıyönetim bildirilerinin “Marksist, Leninist ve hatta Maoist” diye aradığı cinsten… “Ve hatta”sı da olmuştur her zaman…

Has Aydınlıkçı… Şefik Hüsnü’den, Nazım Hikmet’ten, Hikmet Kıvılcımlı’dan miras kalmış bir Aydınlıkçılık. Üç kez atılmış partiden. Demek ki dört kez girmiş. Bunu söylemezsek eksik kalır: İşçi Partisi üyesi olarak yaşama gözlerini yumdu. Kenarında köşesindeydi, unutulmuştu belki ama bir partili olarak öldü Savaş.

Ameliyata girecekti, telefon etti, “Ender, kan gerek” dedi. “Tamam Abi” dedik, haber saldık etrafa. TKP’li gençler sıraya girmiş, kan vermişler. Ameliyat sonrası teşekkür etti, “bundan böyle Aydınlık’ın yanı sıra bir de SoL gazetesi gelecek her gün odama” diye yazdı. TKP’li gençlerin kanıyla doğaya karıştı kadim Aydınlıkçı Savaş…

Evet gençler, bir Aydınlıkçıyı toprağa verdik geçtiğimiz gün. Sağ olun, kıpkızıl kanlarınız için...

Yeşilmiş… Doğru, daha bıyığı terlemeden Söke Ovasının, Ege dağlarının yeşiline âşık olmuş Savaş. İhtilalci partinin bir militanı olarak… Kıpkızıl bir yeşildi Savaş. Niye saklayalım, çok tartışmışlığımız vardır bunu. Kızıla yeşili anlattı, yeşile de kızılı. O kızıl pembeleşmeye, o yeşil sararmaya başladığı zaman elinin tersiyle itmeyi de bildi Savaş.

Evet gençler, bir doğa dostu doğaya yürüdü. Doğa denilen şeyin “vatan” olduğunu, “emek” olduğunu bilenlerdendi.

Sarsılmaz bir anti-emperyalistti Savaş. Bu, onun kalın çizgisiydi. “Ben anti-emperyalistim, yani kapitalizmin son aşaması olan emperyalizme karşıyım. Tek ölçütüm bu. Arkadaşlıkta da bu, dostlukta da bu... Sevgide de bu, aşkta da bu… Anti-emperyalist değilseniz, benimle anlaşamazsınız.” diye yazmıştı.

Evet gençler, bir emperyalizm düşmanını toprağa verdik. O toprak ki, emperyalizmle savaşanlarla dolu. Ele geçirilemez, köle edilemez o toprak savaşlarla dolu…

Geçtiğimiz Pazar günü kadim dostu Levent Gedizlioğlu ile birlikte hastanede ziyaret ettik onu. Bedeni iflas etmişti, her tarafına hortumlar bağlı, hareketsiz, nefes almakta zorlanıyordu. “Savaş” diye seslendik ona. Duydu, güçlükle gözünü açtı. Bir göz kırptı… Yaşama, hepimize son mesajı oldu bu göz kırpış. Gece ölüm haberi geldi.

Evet gençler, keyifli, muhabbetli bir devrimciyi, gerçek aşığı bir ütopyacıyı doğaya teslim ettik. O göz kırpış sizlere mirası olsun. Bir görev olarak değil, acı çekiyor gibi değil, keyifle, yaşam sevinciyle, içselleştirerek, damıtarak, bitmek tükenmek bilmez bir iyimserlikle, gelecek umuduyla, ütopyayla, coşkuyla yaşayın devrimciliğinizi.

* * *

Ne yalan söyleyeyim, ölüm haberini duyduğumda omuzlarım düştü, sendeledim biraz. Görseydi, “bak çocuğum” diye başlardı, biliyorum. Ne yapalım, giden “güle güle”, kalan ağlaya ağlaya...

Sadece bizim, sevenlerinin değil, sokakta bulup sahip çıktığı ihtiyar dostu köpek Kıtmir’in, kör kedi Jorjet’in, Karaburun’un bütün kedi ve köpeklerinin, dağının taşının, denizinin balığının, güneşinin fırtınasının, mor dolunayın, güzelim denizkızlarının, keyifli rakı sofralarının başı sağ olsun.

* * *

Güle güle dostum. Kendin için bir şey istemedin. Böyle yaşar devrimci, böyle gider… Artık bir ütopyasın hepimiz için.

Haydi bakalım gençler...

Güle ağlaya, düşe doğrula, bata çıka, dişe tırnağa, yana yakıla, küse barışa, sırt sırta, omuz omuza...

Savaşa emeğe… Savaşa emeğe...