Üniversiteye Rektör mü A.Ş.’ne CEO’mu Seçiliyor? CEM TERZİ

Bilimsel bilgi ve eğitim hizmetinin mal haline getirilmesi ve üniversitelerin şirketleştirilmesi - 1

Bu makalenin iki başlığı var. Özellikle böyle. Okuyucuyu üniversitenin son 30 yıldır tüm dünyada karşılaştığı ciddi bir sorunun (şirketleşme) bugün ülkemizde üniversitelerimizin kapısına dayandığını anlatmak çabası yüzünden...

'Toplumsal kalkınmaya katkıda bulunmak' gibi bir retorik üzerinden rektörlük seçimlerinde oy istenmekte, sunulan 'girişimci üniversite' projeleri ile kamu üniversitelerinin uluslararası sermayeye teslim edilmesine hizmet edilmektedir.

Üniversitenin temeli akıl ama hangisi?
Üniversitenin gelecek planlamasında bilim ve teknoloji politikaları bakımından karşı karşıya olduğu en önemli sorun, üniversitenin temeline eleştirel akıl yerine faydacı aklın yerleştirilmeye çalışılmasıdır.

İlgili yazında 'akademik kapitalizm'/'girişimci üniversite'/'üniversite sermaye işbirliği' adlarıyla anılan bu yaklaşımda, yalnızca metalaşabilecek (alınır satılır bir mala dönüştürülebilecek) fikirlere öncelik verilmekte, bu fikirlerin ekonomik getirileri üzerinden projelere dönüştürülmesi istenmekte ve bilim insanı bir pazarlamacı ya da bir girişimciye dönüştürülmektedir.

Sorunun en yakıcı biçimde Amerika Birleşik Devletleri'nde (ABD) yaşandığını Harvard Üniversitesi'nden Prof. Dr. Derek Bok'un kaleminden öğreniyoruz (Bok D. Universities in the marketplace. The commercialisation of higher education. Princeton University Press, New Jersey, 2003).

Üniversitelerin giderek ticarileşmesi Avrupa kamuoyunda da rahatsızlık yaratmaktadır. İngiltere'de yayınlanan "Guardian" gazetesinde 11 Eylül 2000 tarihinde yer alan George Monbiot'un " For sale:Academic integrity. How big business hijacked our universities" başlıklı makalesi duruma dikkat çekmektedir. Bu makale üniversitelerin iş dünyası tarafından kuşatıldığı ve akademik onurun satılır hale geldiği vurgulanmıştır.

Üniversitenin dayandığı değerler açısından temel bir ahlaki sorun ve toplum aleyhine çıkar çatışmasına yol açan bu anlayışın temel özelliği, kamu yararı kaygısı gütmeden serbest girişimciliği özendirmesidir.

Bu yaklaşım, teknik bilimleri 'para getiren bilimler' olarak yüceltirken, sosyal bilimleri ve bazı temel bilimleri 'para getirmeyen' bilimler olarak geriye itmektedir.

Ulus devlet üniversitesine karşı ABD modeli
Modern üniversite, 19 yüzyılın başlarında Almanya'da Willam von Humbolt'un ulus devlet üniversitesine dayanır. Alman entelektüalizminin etkilerini taşıyan ve tüm dünyada yıllar içinde yaygın olarak benimsenen bu üniversite anlayışı, özerklik ve özgürlük üzerine inşa edilmiştir. Bu sayede üniversite kilisenin etkisinden çıkmış, bilimsel bilgi üretimine odaklanmış, ulus devlet için vatandaş yetiştirme görevini üstlenmiş, öğretim işlevine ek olarak araştırma ve kültürel dönüşümü sağlama gibi çok kapsamlı amaçlara yönelmiştir. Bu üniversite anlayışında, bilgi üretimi yalnızca pratik yaşamdaki sorunları çözme meselesi olarak değil 'gerçeğin peşinden koşma' meselesi olarak ele alınmıştır. İlk defa üniversitede kolektif çalışma ilke haline gelmiştir. Üniversiteye ilk defa toplumun her kesimden öğrenci alınmış fırsat eşitliği sağlanmaya çalışılmıştır.

II. Dünya Savaşı sonrasında ise günümüzde de etkilerini sürdüren pragmatizm ve piyasa ile bütünleşme temelinde ABD modeli ortaya çıkmıştır. Mayıs 1968 öğrenci hareketi ile ABD üniversiteleri kısa bir süre için yön değiştirmiştir. ABD üniversitelerinde bu dönemde, üniversitenin toplumların demokratikleşmesi için üzerine düşen görevi yapması, üniversite özerkliğini toplumun eleştirisi için kullanması ve üniversite yönetimine öğrencilerin katılması gibi olumlu çabalar olmuştur. Ancak, 80'li yıllardan itibaren dünyanın değişen siyasi konjonktürü ile bu etki koybolmuş piyasacı anlayış yeniden egemen hale gelmiştir.

Neoliberal dönüşüm programı: Üniversitenin yeniden yapılandırılması
Son 30 yılda dünyaya kapitalizmin neoliberal dönüşüm programı egemen olmaya çalışmaktadır. Yeni sağ ideoloji, üniversiteyi de yeniden yapılandırmaktadır. Bilimsel bilgi ve eğitim hizmeti metalaştırılmakta ve üniversiteler şirketleştirilmektedir.

Üniversitenin görevi, teknik olarak tüketilebilir bilgiyi öğrencilere aktarma ve böylece sermayenin gereksinim duyduğu insan gücünü yetiştirme görevine indirgenmek istenmektedir.

Neoliberalizm kamusal alanda piyasa temelli hizmet politikalarını toplumlara dayatmaktadır. Bu politikalar ağırlıkla Dünya Bankası ve İMF tarafından yürütülmektedir. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler için farklı projelerde, temel noktası kamusal niteliğin azaltılması ve bireysel sorumluluğun artırılması olan bir anlayışın yerleşmesi için çalışılmaktadır.

Türkiye'de AKP hükümeti aracılığıyla uygulanan Dünya Bankası patentli reformlar aslında 80'den bu yana her hükümete sunulmuş ve parça parça yaşama geçirilmiştir. Son dönemde üniversitelerin piyasa mekanizmasının kurallarına eklemlenme sürecine hız verilmiştir. Yeni YÖK başkanının öğrencilere burs verilmesi önerisi Dünya Bankası'nın paralı yükseköğretim projesine uygun, tipik bir örnektir.

Bilginin ürün ve teknolojiye dönüşmesine karşı çıkmak mı? HAYIR tabii ki!
Bu makalede kuşkusuz altı çizilen nokta, bilginin ürün ve teknolojiye dönüştürmesine karşı çıkmak değildir aksine bu çabanın toplumsal yarar kaygısını önceleyen bir anlayışla kurgulanması gerektiğini vurgulamaktır. Amaç, bilgiyi yalnızca ürün ve teknoloji bakış açısı ile ele almanın sakıncalarına dikkat çekmektir. Çünkü böylesi indirgemeci ve faydacı bakış açısı, üniversitenin bütüncül işlevlerine zarar vermekte, araştırma sisteminin tümden ticarileşmesine yol açmakta ve üniversitenin temeline dinamit yerleştirmektedir.

Aynı yaklaşımın eğitime yansımasında üniversitenin işlevi, teknik olarak kullanılabilir bilgiyi ekonomik ve idari sisteme aktarma ile kısıtlanmaktadır. Üniversiteyi öğrencilere diploma ve unvan dağıtan, istihdam piyasasını besleyen ve toplumsal statü sağlayan bir kuruma indirgemektedir.

Oysa üniversitenin en önemli işlevi öğrencisine evrensel kültüre ulaşma ve eleştirel akla sahip olma olanağı vermesidir.

Devam edeceğiz...