Üniversiteye Rektör mü A.Ş.’ne CEO’mu Seçiliyor?-3 CEM TERZİ

Üniversitede şirketleşme ve ticarileşme
Devlet tarafından finanse edilen yükseköğretim kurumları serbest girişimin rekabetçi ruhunu benimsemeye zorlanmaktadır. Kamu kurumlarına işletme kültürünü yerleştirmek için bütçelerinden kesintiler yapılmıştır. Üniversiteler kendi yaratacakları döner sermaye gelirlerine bağımlı hale getirilmiştir. Günümüzde üniversite vakıfları, şirketleri, taşeronları, teknoparkları, döner sermaye uygulamaları, ticarileşmiş kampusları ile işletmelere dönüşmektedir.

New England Journal of Medicine isimli, tıp alanının en prestijli dergisinin editörü Arnold Relman, 22 Eylül 2001 tarihinde New Science dergisinde yayınlanan bir makalesinde tıp bilimi araştırma sistemine çok kapsamlı bir eleştiri getirmiştir. Bilginin bir metaya dönüştüğü, araştırma sisteminin bilginin metalaşmasına bir pazar ürününe dönüşmesine hizmet ettiği günümüzde, bilim etiğinin sorgulanması çağrısı yapan Relman, "... Klinik araştırma sistemi tamamen kazanç elde etme amacını gütmektedir. Son on yıldır çarpıcı ve talihsiz bir duruma tanık oluyoruz ilaç endüstrisinden maddi yardım alan tıp kurumları ile endüstri arasında kabul edilmesi olanaksız bir çıkar çatışması söz konusudur... Bir zamanlar yüce idealleri olan ve açıkça toplumun çıkarlarını gözeten araştırma sistemi giderek yozlaşmıştır... Tıp araştırmalarının kazandığı ticari düzey, hastaların sağlığına ve hasta hekim arasındaki özel ilişkiye gölge düşürecek kadar ciddi boyutlara ulaşmıştır. Hasta hekim ilişkisi günümüzde her yandan paranın saldırısına uğramaktadır..." sözleriyle tıp biliminin ticarileşmesinden duyduğu derin kaygıları belirtmiştir.
Bu saptamayı yapan kişinin kimliği ve makalenin yayınlandığı adresin önemi, konunun ne denli ciddi boyutlara ulaştığını göstermektedir. Pazar sisteminin bir parçası haline gelen üniversiteler, hızla birer ticari kuruma/şirkete dönüşmektedir. Üniversitelerde araştırma sisteminin ticarileşmesi tıp biliminden ibaret olmadığı gibi ticarileşen yalnızca araştırma sistemi de değildir. Şirketler ve şirketlerin ticari amaçları, yüksek öğretim kurumunun eğitim programlarına (müfredatlarına), personel (gerek akademisyen gerekse de idari personel) tercihlerine egemen olmaya başlamıştır. Özel şirketlerin üniversitelerle kurdukları yüzlerce milyon dolarlık ilişkileri bu şirketlerin kısa ve orta erimli kar sağlama amaçlarına odaklanmıştır.

Üniversite sermaye ilişkileri
Özellikle 1980'lerden itibaren ABD'de ve daha pek çok ülkede özel şirketler ile üniversiteler arasındaki ilişkiler güçlenmeye ve çeşitlenmeye başlamıştır. Biyogenetik endüstrinin yükselişi ve şirketlerin üniversite laboratuarlarına para akıtması bu döneme rastlar. Özel şirketlerin üniversite laboratuarlarına, bilim insanlarına yönelik maddi yatırımları kendi ticari öncelikli araştırma konularını belirlemekle kalmamış üniversitelerde çalışan bilim insanlarının işe alınmalarını ya da yükselmelerini de etkiler duruma gelmiştir.

Araştırmalar hızla temel bilim alanlarından, kısa zamanda maddi kar sağlayacak, piyasa öncelikli konulara kaymıştır. Martin Kenney'in "Biotechnology: The University-Indrustrial Complex" isimli kitabında, üniversitelerdeki ticarileşmenin temel bilimlerde nasıl bir yıkıma neden olduğu ayrıntılı bir biçimde irdelenmektedir. Temel bilimcilerin alanlarını terk etmek zorunda kalarak pazar potansiyeli olan alanlarda çalışmaya yönelmeleri, aslında endüstri için de uzun vadede bindiği dalı kesmek anlamına gelmektedir (Kenney M. Biotechnology: The University-Industrial Complex, 1986).

Özellikle biyomedikal bilimlerde olmak üzere endüstriye danışmanlık yapan öğretim üyesi sayısı her geçen gün artmaktadır. Biyomedikal alandaki bilim insanlarının pek çoğu endüstriden araştırma desteği almakta ve bu kişilerin gelirlerinin önemli kısmı iş dünyası tarafından karşılanmaktadır. Ötesi bilim insanları kendi şirketlerini kurmakta ve iş adamı kimliğine bürünmektedirler.

Bilimsel yayınlara nicelik olarak bakıldığında, özel şirketlerin (ilaç endrüstrisi) desteklediği araştırmacıların daha fazla yayın yaptığı görülmektedir (Campbell E. C. Relationships in biotechnology: A primer on policy and practice. Cloning, 2000, 2:103, Blumenthal D., Campbell E.G. Academic industry relationships in biotechnology, overview, in Murray T.J., Mehlman M.J. eds., Encyclopaedia of ethical, legal and policy issues in biotechnology. 2000).

Bilim insanlarının akademik dünyadaki prestijleri ve akademik yükselmeleri yaptıkları yayınlarla ilişkilidir. Yayın sayısı ve yayınların aldığı atıf sayıları bu anlamda çok önemlidir. Günümüzdeki araştırma sistemi daha çok yayın yapabilmek için akademisyenleri endüstri ile daha çok ilişkiye girmeye zorlamaktadır. Sonuçta, kar amacı güden şirketler ile bilim insanları ve toplum arasında çok ciddi çıkar çatışmaları oluşmaktadır.

Patent sistemi ve kamu yararı
Endüstri, desteklediği araştırmalarda sonuçların yayınlanıp yayınlanmayacağına ve ne zaman yayınlanacağına toplumun ne zaman bilgilendirileceğine ciddi biçimde müdahale etmektedir. Şirketler, araştırma sonuçlarının yayınlanmasını veya bilimsel etkinliklerde sunulmasını patent alma gibi süreçler için 2 yılı bulan sürelerde geciktirmektedir. Beğenmedikleri sonuçları yayınlatmamaktadır. Çalışma sözleşmelerine yayın süreci ile ilgili bağlayıcı nitelikte koşullar konmaktadır (Blumenthal D. ve ark. Participation of life science faculty in research relationships with industry. New England Journal of Medicine, 1996,335:1734).

Bireyci patent sistemi bilginin toplumsallaşması ve kamusallaşması engellenmektedir. Bilginin özel mülkiyeti kamusal yararın yerini almıştır. Oysa toplum yararını düşünene bir araştırma geliştirme (ar-ge) sisteminde bireyci, rekabetçi bilgi üretimi yerine kolektif bilimsel üretim bilginin özel mülkiyeti yerine de kamusal mülkiyeti esas olmalıdır.
Devam edeceğiz...