Taksici zulmü

Geçenlerde televizyonda bir haber seyrettim. İstanbul halkını rahatsız eden bir sorunu gündeme getiriyordu. Sokakta yirmi dakika boyunca taksi bekleyen, önünden boş taksilerin umursuzca geçip gittiği bir kadının görüntüleri eşliğinde İstanbul taksicilerinin son zamanlarda geliştirdikleri bir huy konu ediliyordu.

Mesafeyi beğenmemekten ötürü müşteri almamanın para cezası gerektiren bir kabahat olması karşısında taksicilerin bir süredir söz birliği etmişçesine yeni bir gerekçe uydurduğundan bahsediliyordu: “Kusura bakmayın değişim saati.”

İstanbul’da bir süredir gerçekten de taksi şoförleri tarafından taşınmaya değer bulunmanın kriterleri ağırlaştı. Kısa mesafe genelde beğenilmiyor. Saat 16.00-20.00 arasında ise uzun mesafe beğenilmiyor, hele ki köprüden geçmek gibi iddialı bir hedefiniz varsa. “Değişim saatinin” 15.00 olduğu söyleniyor, bunun pratikteki karşılığı ise 14.00-16.00 arasında taksi yolculuğu yapmaya bel bağlamamak.

Bu arada günün her saatinde para üstünüzden fiili bir vergi kesme uygulaması yaygın. Genelde 50 kuruş ila 1 lira arasındaki (bazense daha yüksek) bu fiili kesintiyi sökerken hakkınızı helal etmenizi istemeyi de unutmuyorlar.  

***

Peki neden böyle yapıyorlar? Bunun ilk düşünüşte akla gelecek makro açıklaması İstanbul’un trafik sorununun taksicilerin gelirlerini düşürüyor olması.

Bu durumda giderlerini azaltmak için üzerlerindeki vergi yükü azaltılabilir. Gelirlerini arttırmak için taksimetre ücretleri söz gelimi Ankara’daki kadar pahalı olabilir. Yahut taksi plakası bu kadar değerli bir şey olmaktan çıkartılarak yeni aktörlerin piyasaya girmesi teşvik edilir, böylece artan rekabet sonucu taksiciler bu kadar nazlı olma olanağını kaybederler.

Bunların hepsi teorik seçenekler. Ancak bir kefeye bir parça ağırlık koyarsanız diğer kefe havalanacaktır. Söz gelimi taksimetreyi pahalandırırsanız müşteri adedi azalır, varılacak sonuç aynı, hatta daha kötü bile olabilir.

Kaldı ki taksi şoförlerinin bu tutumlarının sınıfsal bir açıklaması olmalı. Ortada bir sınıf ve o sınıfa içkin bir genel tutum, kültür var sanki.

***

Evet, taksiciler esnaf sınıfının bir parçasıdır, tutum ve refleksleri de esnafçadır. Sermaye birikimleri yoktur, bilakis borçludurlar. Kendi işlerini yapmakta yahut başkasının aracını kullanmaktadırlar. Ücretli emeğin –işsizlik tehdidini bir kenara koyacak olursak– beraberinde getirdiği güvence ve istikrardan yoksundurlar.

Ekonomide durgunluk ya da piyasada dalgalanma yoksa ücretli emekçilerin –işçi yahut beyaz yakalı– sahip olduğu kısa vadeyi öngörebilme olanağı esnafta yoktur. Akaryakıta zam gelmesi, bir bankadaki gişe görevlisini depoyu daha pahalıya dolduracağı için hayıflandırır, taksici içinse bu neredeyse yaşamsal bir tehdittir.

Esnaflar kapitalizm öncesi dönemde kent ekonomisinin belkemiğini oluşturan zanaatkâr sınıfının günümüzdeki devamı sayılırlar. Bu sınıf kapitalizmin doğup büyümesi ile yok olmamış, ancak toplumsal değişime karşı çıkan, tutucu bir sınıf haline gelmiştir. Üretim tekniklerinin gelişmesi ve üretimin hacmen büyümesi, bundan yararlanan sınıf kapitalistler olduğu için, esnafı tedirgin eder.

Sermayenin tekelleşme eğilimi ve toplumsal-ekonomik yaşamı git gide piyasanın belirlemesi, esnaf tarafından bir tehdit olarak hissedilir. Acımasız koşullarda her ne pahasına olursa olsun varlığını korumak isteyen esnafın avadanlığında ise günlük yaşamda müşteriyi kazıklamaktan tutun da toplumsal değişim “tehdidi” karşısında gericiliğin vurucu gücü olup Ali İsmail Korkmaz’ı, Nuh Köklü’yü öldürmeye, Talimhane’de palayla sokağa fırlamaya kadar bir takım araçlar bulunmaktadır.

***

Kapitalist üretim ilişkileri Osmanlı topraklarına 19. Yüzyıl’ın ortalarında girmeye başladı. Geleneksel zanaatkârlık ve lonca sistemi de böylece yavaş yavaş tahrip olmaya başladı. Eski düzende yüz yıllarca pek değişmeden süren teknikler, usta-çırak ilişkileri, köklü hale gelmiş dayanışmacı kurallar (yan dükkân siftah yapmadıysa müşteriyi oraya yönlendirmek) mevcuttu.

Toplumsal mobilite ise yoktu. Kimin o gün ne olduğu ve gelecekte de ne olacağı belliydi. Hiç şüpheniz olmasın, otomobil o yıllarda olsaydı günümüzdeki İstanbul taksicileri gibi davrananlar “taksiciler loncası”ndan ihraç edilirdi.

İster taksici olsun ister başka bir iş yapsın, “işini iyi yapan” ve “dürüst” esnafların genelde yaşlı olması da esnaflığın ekonomide bugüne göre daha önemli olduğu, kapitalist sermayenin ve piyasa ekonomisinin ise bugünkü kadar başat olmadığı bir dönemde mesleki kültürlerini edinmiş olmalarındandır.

***

Sonuç?

Taksiciliğin günün birinde esnaflık olmaktan çıkması, bu hizmetin büyük şirketler tarafından verilmesi, taksi şoförlerinin de gün içinde nereden nereye giderlerse gitsinler belirli bir maaş alan çalışanlara dönüşmesi yazının başında betimlenen sıkıntıları ortadan kaldıracaktır.

Ancak bu hayali senaryoda bir yanda tüketici daha düzgün muamele görürken, diğer yanda ise şoför emeği sermaye tarafından sömürülen emek haline gelecektir. Üstelik git gide yaygınlık kazanan taşeronlaşma ve yeni yeni ortaya çıkan özel istihdam bürosu kaynaklı “kiralık işçilik”, şoförlük gibi herkesin yapabileceği bir iş kolu için bilhassa tehdittir.

Öyleyse üçüncü bir yol lazım.

Gördüğünüz gibi hayali bir senaryoda bile “kamuculuk” seçeneği kendini dayatıyor.