Dink suikastı üzerine bir muhasebe denemesi

Türkiye tarihinde cinayete kurban giden onca gazeteci arasında, ölümünün ardından Hrant Dink kadar ihanete uğrayan yoktur.

AKP-Cemaat koalisyonun bozulup tarafların birbirine savaş ilan etmesi pek çok kirli çamaşırı ortaya döktü. Bir suç ortaklığının taraflarının birbirlerinin sicilini ve açıklarını bilmesinden daha doğal ne olabilirdi ki. “FETÖ” marifetiyle hanedanın ve adamlarının yolsuzluklarını öğrendik, AKP marifetiyle de 19 Ocak 2007’den beri üzeri itinayla örtülen Dink suikastındaki “FETÖ” başrolü iyot gibi açığa çıktı.

Peki Dink kimler tarafından, nasıl ihanete uğradı?

Hayatının son üç yılında hedef haline getirilip aleyhinde açılan davaların duruşmalarında kendisine bozuk paralar, çakmaklar fırlatılırken yanında bir avuç insan vardı.

Ölümünden sonra bir anda kendini onun dostu, arkadaşı ilan eden pek çok kişi (aralarında namlı köşe yazarları da vardı kerameti kendinden menkul “aktivistler” de) suikastı AKP-Cemaat koalisyonunun işine gelecek politik bir bağlama tıkıştırmaya çabaladı.

AKP’nin 2007’deki seçim zaferinin ardından, altyapısı önceden Cemaat’in teknisyenliğiyle, özenle hazırlanmış bulunan “Ergenekon” hikayesi devreye sokuldu. 2006-7 yıllarında gerçekleşen ve hepsinde de BBP ile öyle veya böyle bağlantılı tetikçilerin görev aldığı Danıştay saldırısı, Zirve Yayınevi katliamı ve Rahip Santoro ile Dink cinayetleri vasıtasıyla Ergenekon diye bir örgütün memleketi istikrarsızlaştırarak AKP iktidarını devirmenin altyapısını hazırladığı öne sürüldü.

Ergenekon tutuklamalarının ilk dalgalarında, Kontrgerilla artığı diyebileceğimiz bir takım karanlık isimler, mafya unsurları ve şovenist figürler alıkondu. Bunların arasında Dink’in hayatının son yıllarını cehenneme çeviren kişiler de vardı. Böylece Dink’in katli “Ergenekon atmosferi” ile birleştirilerek demokrat kesimlerin operasyonlara destek vermesi amaçlandı.

***

Ne var ki kısa süre içinde Ergenekon’un, AKP’nin (ve Cemaat’in) etkin siyasal muhaliflerini hedef alan ve baştan aşağı hukuka tecavüz niteliği taşıyan bir siyasal tasfiye hareketi olduğu ortaya çıktı (Söz gelimi Cumhuriyet mitinglerini düzenleyenler tutuklanıyor, kanser hastası Türkan Saylan’ın evi aranıyordu).

Dink’in bizzat var ettiği Agos gazetesi ve adını taşıyan vakıf ise liberal bir kuşatma, daha doğrusu istila altındaydı. Kendilerine "Hrant’ın Arkadaşları" adını veren grup da cinayetle ilgili açılan davayı ve siyasal gelişmeleri kendi perspektifinden takip edip yorumlamaktaydı.

Tüm bu adı geçenlerin buluştuğu zemin, Dink’i Ergenekon adlı varlığı son derece şüpheli örgütün öldürdüğüne kamuoyunu inandırmak, daha da fenası iktidarın bu olaydaki payını ikincilleştirip Fethullahçı polislerin rolünü ve olası BBP bağlantısını gözden kaçırmaktı.

Halbuki Dink öldürüldüğü gün yayımlanan yazısında iktidara şöyle sesleniyordu:

“(…) Ne diyordu Dışişleri Bakanı Abdullah Gül? Ne diyordu Adalet Bakanı Cemil Çiçek? “Canım, 301’in bu kadar da abartılacak bir yanı yok. Mahkûm olmuş hapse girmiş biri var mı?”. Sanki bedel ödemek sadece hapse girmekmiş gibi. İşte size bedel. (…) İnsanı güvercin ürkekliğine hapsetmenin nasıl bir bedel olduğunu bilir misiniz siz ey bakanlar?”

***

Dink’in ardından Agos’un başına geçen Etyen Mahçupyan, gazeteyi AKP yanlısı bir çizgiye oturttu. Aynı zamanda da Cemaat’in Zaman gazetesinde yazarlığı sürdürdü. Şimdilerde FETÖ denilen ve pek çok masum insanın yanı sıra Dink’in de kanı ellerine bulaşmış bir örgütün basındaki amiral gemisinde yani.

Ancak absürtlükler burada bitmiyordu. 2011’de Hrant Dink Ödülü Ahmet Altan’a verildi. Altan, “FETÖ”nün operasyon gazetesi Taraf’ın başındaki isimdi. Ergenekon ve Balyoz kumpaslarının ateşini en çok harlayan gazete olan Taraf; polis şeflerinin Dink suikastındaki rolünü karartmaya çalışan, hükümetin AİHM’de yaptığı savunmada Dink’i bir Neo-Nazi liderine benzetmesi skandalını haberleştirmeyen bir yayın organıydı.

“FETÖ”nün suikasttaki merkezi rolü düşünüldüğünde Altan’a bu ödülün verilmesi, Abdi İpekçi öldürüldükten sonra MHP’nin gazetesinin başındaki kişiye “İpekçi ödülü” vermek kadar absürttü.

Ağırlıklı olarak “Hrant’ın Arkadaşları”nın oluşturduğu bir çevre ise 19 Ocak anmalarında ve duruşma günlerindeki toplanmalarda “Hrant’ın katili Ergenekon çetesi / devleti” sloganları atarak konuya duyarlı kamuoyunu belli bir yöne doğru, ama iyi niyetle ama kötü niyetle, manipüle etmeye çalışıyordu.

Cemaat yargısı 2012 başında verdiği kararda “örgüt yok” deyip yalnızca tetikçiyi ve onunla ilişkili önemsiz birini cezalandırdıktan sonra bile bazıları Ergenekon anlatısından vazgeçmedi.

Kendini Hrant’ın dostu ilan edenlerden ve Agos’ta köşe yazarlığı yapan Oral Çalışlar, cinayeti tezgahlayanların ve örgütleyenlerin AKP’yi darbeyle devirmeyi hedeflemiş olan Ergenekoncular olduğu noktasında hiçbir kuşkusu olmadığını yazıyordu.

AKP sözcüsü Hüseyin Çelik de Dink’in yem olarak seçildiğini, ancak asıl hedefin AKP olduğunu söylüyordu.

Fakat nedense bu “Ergenekoncular” ile suikast arasındaki bağlantı hiçbir zaman kurulamadı.

***

2012 yılında AKP-Cemaat ayrışması henüz gerçekleşmemişti. İki taraf da aynı makamdan ses verip birbirini kolluyordu. Mahkûmiyetten kurtulan polis muhbiri E. Tuncel, tahliye edildikten 18 gün sonra havuz medyasından Star’a konuşup Fethullahçı polisleri temize çıkartırken bir diğer havuz gazetesi Sabah da Tuncel’in sözlerini “Hrant’ın katili Ergenekon” başlığıyla aktarıyordu.

İktidar koalisyonu dağılıp da AKP suikast mevzusunda eski suç ortağını kollamayı bırakınca “FETÖ” faktörü artık gizlenmemeye, dahası vurgulanmaya başladı. Polis şefleri davada sanık haline geldi. Bu aşamada Agos, “Bu dava ‘paralel’e sığmaz” manşetiyle, meseleye temkinli yaklaşacağını ilan etti. Agos haklıydı, zira olayda kibar bir deyişle “ihmali” bulunan ve paralelci falan da olmayan kamu görevlileri terfi ettirilmiş, vali yapılmış, bakan yapılmıştı.

Fakat haklı bir şüphecilikle “bu dava ‘paralel’e sığmaz” diyenlerin bazıları ne yazık ki zamanında davayı ‘Ergenekon’a sığdırmaya çok çabaladı.

***

Şimdilerde karşı-devrimin kendi evlatlarını yemesi kapsamında pek çok kişi için olduğu gibi Mahçupyan için de mantık sınırlarını zorlayan ithamlarda bulunuluyor. Güneş gazetesi Mahçupyan’ın suikastta rolü olabileceğini ileri sürdü. Burada asıl amacın Mahçupyan’ın, ekibinde yer aldığı Ahmet Davutoğlu’nu yıpratmak olduğunu tahmin etmek zor değil. Zaten kendisi Davutoğlu’na yakın olup fantastik bir suçlamaya maruz kalan ilk köşe yazarı da değil.

Lakin kendisi için üzüldüğümü söyleyemeyeceğim. Saltanat kayığından atılır veya atlarsanız çevrenizi köpekbalıkları sarar. O kayığa binmenin bir bedeli var.

Sanıyorum ki Hrant Dink’in ruhu o kayık tümden devrildiğinde huzura kavuşacaktır.