İkinci ‘1 Mart’ gibi

Mecliste dokunulmazlıklarla ilgili anayasa değişikliği oylamasında hayır oyları kimilerinin beklediğinden yüksek çıktı. Her ne kadar maddelerin oylanmasına geçildiğinde evet oylarının sayısı birkaç adet arttıysa da, referandumsuz değişiklik için gereken 367’ye ulaşılamadı. 

Burada belirleyici tavrın CHP grubundan geldiği anlaşılıyor. Tahminler muhtelif, ancak kesin olan şu ki CHP’li vekillerin çoğu hayır oyu verdi. Kaldı ki bir kısım CHP’linin de oylamaya katılmamak, boş oy vermek ya da çekimser oy kullanmak gibi metodları tercih ettiği anlaşılıyor. 

Bu manzara demokrat ve ilerici kamuoyu açısından 1 Mart 2003’te Amerikan tezkeresinin reddedilmesinin beraberinde getirdiği zafer hissi kadar olmasa da, biraz ona benzeyen bir kazanımdır. 

Öte yandan 1 Mart 2003 ile 17 Mayıs 2016 arasında iki temel fark bulunuyor. İlki aktörlerdeki farklılıktır. 1 Mart’ta 100’e yakın AKP’li vekil partilerinin yönetiminin aldığı karara aykırı oy kullanarak söz konusu sonucu doğurmuşken bu sefer ana muhalefet partisi vekilleri partilerinin yönetimini dinlemedi. 

İkinci fark ise kamuoyu baskısı bağlamındadır. 1 Mart’a giden yolda savaş karşıtı ciddi bir kamuoyu baskısı vardı. Sokaklarda yığınsal toplanmalarla da ifade olan bu baskı, AKP yönetiminin meclis grubuna tam hakim olamadığı, hatta Erdoğan’ın henüz milletvekili bile olmadığı bir dönemde önemli sayıda AKP’li vekilin red oyu vermesinde rol oynadı. 

Bu seferse barıştan ve demokrasiden yana bir kamuoyu baskısının zerresi yok. Suruç katliamından beri meydana gelen terörist katliamlar, AKP’nin 1 Kasım’da aldığı oyun yol açtığı demoralizasyon ve AKP ile PKK’nın karşılıklı tırmandırdığı şiddet sarmalı ilerici kamuoyunu sindirmiş halde. Bunun son zamanlardaki en net göstergesi İstanbul Bakırköy’deki 1 Mayıs mitinginin sönüklüğüdür. 

Bu koşullar altında yüzde 85’i önseçimden çıkmış CHP milletvekilleri kendi akıl ve vicdanlarını dinleyerek, Ecevit’in 1972’deki ünlü konuşmasında belirttiği gibi “kapıkulu” olmak yerine “özgür bireyler” olmayı tercih ettiler. Böylece anayasaya aykırı olduğu parti yönetimince de teslim edilen bir tasarıya hayır oyu verdiler. 

CHP yönetiminin, partinin PM ve MYK gibi yetkili kurullarında formel bir tartışma açmadan ilan ettiği “evet” pozisyonu, meclis grubu tarafından reddedildi. Lafı dolandırmadan söylemek gerekirse bu bir güvensizlik oyudur. Partiyi idare edenler (güvensizlik oyu alanlar) ve meclis grubunun çoğunluğu (güvensizlik oyu verenler) bu durumu bilinç düzeyine çıkarsa da çıkarmasa da, bu durumun gereğini yapsa da yapmasa da, manzara açıktır. 

“Gereğini yapmak” nasıl olur peki? Teorik seçenek çok, biz en kavgasız ve hasarsızını önerelim. Yönetim ikinci tur oylama için pozisyonunu değiştirebilir. “Meclis grubumuzun iradesine saygı duyuyoruz ve bundan böyle hayır diyoruz” bunu demenin bir yoludur. “Gruba bir telkinde bulunmuyoruz, her milletvekilimizi bireysel değerlendirmesiyle baş başa bırakıyoruz” demek başka bir yoldur. 

Şayet “iş referanduma giderse biz bunu halka anlatamayız, referanduma kalmaması için evet oyları 367’yi bulsun” gibi bir mantık yürütülür ve ikinci tur için vekiller markaja alınırsa bu şimdiye kadarki hatalı tutumun devamı olur. Yani “elalem ne der” gerekçesiyle evet oyu verileceğinin açıklanması kadar hatalı olur, aynı yanlış çizgide devam etmek manasına gelir. 

Peki referanduma kalırsa? Şahsen, AKP içindeki çelişkiye oynayarak, oradaki muhalif isimlerle gizlice temasa geçilerek evet oyunu 330’un altına indirme ihtimalinin bile zorlanabileceğine inanıyorum. İş referanduma kalırsa da o referandumda kampanya yürütmemek, evet veya hayır için herhangi bir çalışma yapmamak; partinin sınırlı para, insan ve enerji kaynağını bu iş için heba etmemek en doğrusu olacaktır. 

Hatta becerilebilirse (daha doğrusu cesaret edilebilirse) yurttaşları boykota çağırmak bile düşünülebilir. Yapılanın gereksiz bir halk oylaması olduğu, yurttaşların vergilerinin boş işler için harcandığı, tek bir adamın ihtirası yüzünden memleketin gerçek sorunlarının gündemleşemediği minvalinde bir propaganda isabetli olur. 

Erdoğan’ın, zaten kazanacağı bir zeminde karşısına çıkıp gücüne güç katmak yerine, onu yalnız bırakmak en doğrusudur. Bırakın kendi çalsın kendi oynasın.