Erdoğan’ın detantı

Pazar günü Taksim’de yapılan mitingde kitlenin verdiği mesajın etkisini, medyanın mitinge ilişkin çarpıtıcı haberlerinden anlamak mümkün.

Mitinge akan 250 bin kişinin temel kaygısı; güncel olarak OHAL bağlamında RTE/AKP rejiminin baskıcılığını arttırması, rejimin dinci niteliğinin koyulaşması ve 15 Temmuz öncesinde zaten kalıntı düzeyinde bulunan demokrasinin tamamen rafa kaldırılmasıydı.

En az savuşturulmuş darbe kadar, resmen tesisinin belirtileri artan RTE/AKP diktasına karşı da alana çıkan yurttaşlar, medya tarafından neredeyse üç hilalli yeşil bayrak sallayıp kurt işareti yapan fesli tiplemelerle aynı derde sahipmiş gibi gösterildi.

Hâlbuki alanda Türkiye bayrağından sonra en fazla sayıda görünen, Atatürklü bayraklardı. Bu bile kitlenin; parti-devlet aygıtının seferberliğiyle meydanlara taşınan, demokrasiyi değil RTE’nin bekasını dert eden, aralarında cihatçıların ve cihatçı sempatizanlarının da bulunduğu yığınlardan farkını ortaya koyuyordu.

AKP’lilerin “biz de katılıyoruz” manipülasyonu miting günü boşa çıkarıldı.  

Böylece ortaya solcu sendika ve meslek kuruluşlarının, CHP örgütlerinin, pek çok sol grubun ve örgütsüz yurttaşların doldurduğu; Türkiye’nin ilerici güçlerinin “Biz de bu memleketin sahibiyiz” mesajını cümle âleme ilan ettiği bir meydan görüntüsü çıktı.

***

Kılıçdaroğlu’nun konuşması; demokratik hak ve özgürlüklerin yaşamsallığı, devlette Cemaat gibi yapılanmalara yol verilmemesi gerektiği, parlamenter rejim ve güçler ayrılığının korunması gibi unsurları içermesi bağlamında “doğru” bir konuşmaydı. Ancak mesajlar yumuşak bir üslupla ve muhatapların adı anılmadan verildi. Bir tür “Ben ortaya söyleyeyim, anlayan anlasın” tavrıyla.

Laiklik, demokrasi ve cumhuriyet için bir araya gelmiş coşkulu bir kitleye hitaben yapılabilecek en iyi konuşma bu değildi. Kılıçdaroğlu’nun konuşmasının, darbe ertesinde mecliste yaptığı konuşma yumuşaklığında olmasının hatalı olacağını düşünüyordum mitingden önce. Ne yazık ki korktuğum şeyi yaptı.

Kitlenin çizgisi yansıtan, coşkusuna yanıt veren kürsü performansları ise Kılıçdaroğlu’nun konuşmasından önce sergilendi. Sahneye çıkan sanatçıların konuşma ve şarkıları, sol niteliği güçlü bir yurtseverliği ortama hâkim kıldı. Adları anılan Gezi şehitleri ise mitingdeki herkesten ve her sözden daha fazla alkış aldı.

***

Yakın tarihin belirli dönemlerinde faşizm tehlikesine karşı veya demokratikleşme mücadelesi bağlamında CHP’nin, solundaki aktörlerin şemsiyesi, hatta lokomotifi olduğu vakidir.  

1975-77 arasındaki Milliyetçi Cephe hükümetleri döneminde solun bütününü hedef alan, artan faşist saldırılar karşısında CHP bir şemsiye rolü oynadı. Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nin kurulmasına karşı DİSK ve CHP’nin 1976’daki kararlı mücadelesi DGM yasasını 12 Eylül dönemine kadar rafa kaldırttı.

Yine 1976’da CHP’nin Ankara’daki “Özgürlük ve Barış Mitingi”ne B. Boran’ın TİP’i ve M. A. Aybar’ın Sosyalist Parti’si destek verdi. 1977 seçimlerinde de sol grupların bir kısmı CHP’yi destekledi.

1980’lerin ikinci yarısında ise, 12 Eylül rejiminden çıkış ve demokratikleşme konusunda SHP benzer bir şemsiye işlevi gördü. Başlangıçta sol bir parti olarak kurulan HEP’in kadroları da SHP içinden çıktı.

15 Temmuz cuntasının bastırılan kanlı darbe girişimi sonrası, şu anda yalnızca devletteki F.Gülen örgütü üyelerini kapsıyor görünen devasa tasfiye sürecinin, özellikle de OHAL gibi vasıtalarla bir süre sonra tüm muhalefeti hedef alacak bir karşı-darbeye dönüşme olasılığı da CHP için benzer bir şemsiye rolünü gündeme getirebilir. Taksim mitingi bunun ilk adımı gibiydi.

Ne var ki günümüzde emek hareketi ve sosyalist solun gücü kırk, hatta otuz yıl önceki gibi bile değil. CHP’nin de, Kılıçdaroğlu’nun Saray’a yaptığı ziyaretin ortaya koyduğu gibi, AKP’nin muhalefet ile samimi bir detant istiyor olma ihtimalini “satın aldığı” anlaşılıyor.

Eğer gerçekten de RTE/AKP, Cemaat korkusundan muhalefet ile bir detant süreci başlatmak istiyorsa, böylesi bir birleşik cephenin kurulma zemini zayıflar. Tabii bunun için Türkiye’nin 15 Temmuz sabahındakinden daha demokratik bir ülke olması da gerekir!

RTE’nin RTE’likten, AKP’nin de AKP’likten çıkması anlamına gelecek böylesi bir senaryoyu hiç olası görmediğimi üzülerek belirtmeliyim.

***

Türkiye’deki tüm demokrasi güçlerine bir yurttaş olarak naçizane hatırlatmamdır:

Kendini Ergenekon davasının savcısı ilan edeni, referandumdan sonra “Okyanus ötesi”ne teşekkür edeni, “Ne istediler de vermedik” diyeni, “Cemaat devleti ele geçiriyor iddiasına kargalar bile güler” diyeni, Ahmet Şık’ın basılmamış kitabı toplatılınca “Bazı kitaplar bombadan daha tehlikelidir” diyeni…

2011 seçiminden sonra Türkçe Olimpiyatları’na katılıp Gülen’e “Dön artık bitsin bu hasret” diyeni, 2012’de Balyoz sanıkları hüküm giydiğinde sevinç naraları atan havuz medyasını, Gezi İsyanı sırasında Gülen’in RTE’ye çiçek atmasını…

Unutmayın!

Devletteki bu tehlikeli, gerici, CIA uzantısı örgütlenmeden esaslı şekilde hesap sorulması için; onları palazlandıranların, kollayanların, azmettirenlerin de bir gün hukuk karşısında hesap vermesi gerekiyor.

Bu perspektifi yitirdiğimiz oranda “Sivas katliamını ETÖ yapmış” saçmalığından “Roboski katliamını FETÖ yapmış” saçmalığına sürükleniriz.