CHP’de sağ sapma

CHP milletvekilleri tarihi bir kavşağa yaklaşıyor.

Dokunulmazlıklar konusundaki dayanaksız meydan okuma partiyi sıkıştırdı.

Türkiye’de bağımsız yargının kalıntıları 2010 referandumuyla ortadan kaldırılmıştı. O dönemde ülkeyi AKP-Cemaat koalisyonu yönetiyordu ve Cemaat yüksek yargıda, gene iktidar adına, koalisyonun AKP bileşenine nazaran biraz daha etkili bir pozisyondaydı.

Derken ortaklık yıkıldı. 17-25 Aralık’tan sonra RTE/AKP yargının etkili noktalarındaki Cemaat unsurlarını adım adım etkisizleştirdi. Bunlar olurken bağımsız bir yargıya ise herhangi bir alan açılmadı. AKP’lilerin son zamanlarda kullandığı ifadeyle “oğlan bizim kız bizim” durumu –perçinlenerek– devam etti.

Bütün bunların muhalefet açısından anlamı nedir?

Ortada yalnızca dokunulmazlıkları “bir kereliğine” kaldıracak, bakanları dışarıda bırakacak, anayasaya aykırılığı Sayın Kılıçdaroğlu tarafından da kabul edilen tasarı bağlamında anlamsız bir durum yok. Söz konusu tasarı zaten başlı başına anlamsız ve tehlikeli.

Buna ek olarak, mevcut koşullarda “milletvekillerinin kürsü dokunulmazlığı dışındaki bütün dokunulmazlıklar temelli kaldırılsın” yaklaşımı bile anlamını yitiriyor. Bu sav ilkesel açıdan doğru. Ama Saray’daki zatın yargıya açık açık talimatlar verdiği ve o talimatların da yerine getirildiği bir rejimde bu görüş bile anlamsızlaşıyor.

AKP’nin yapmak istediği, parlamentoya yönelik bir darbeden başka bir şey değil.

Dört partiden de hakkında fezleke olan çok isim var. Ama sadece “terör” ve yüz kızartıcı suçlardan hüküm giyenlerin vekilliği düşecek. İktidarın kendi hırsızlarını kendi eliyle cezalandırması bir ütopya olduğuna göre manzara açık: Yalnızca veya büyük oranda HDP’lilerin vekilliği düşecek.

Peki sonra ne olacak? Anayasa’nın 78’inci maddesine göre mecliste boşalan sandalyeler üye tam sayısının yüzde beşini bulunca ara seçimler yapılıyor. Türkçesi; 28 (HDP’li) milletvekilinin üyeliği düşerse ver elini ara seçim. Bu senaryoda boşalan sandalyelerin yarısını almak AKP’yi 330’a ulaştırmaya yetiyor.

Uzun lafın kısası 7 Haziran’ın ortaya koyduğu “milli irade”yi beğenmeyerek, Temmuz ortasından itibaren halka kanlı bir şantaj yapıp ülkeyi ite kaka 1 Kasım’a götüren güç şimdi de meclise neşter vurup AKP’ye 330’dan fazla vekil kazandırma derdinde.

Meclise darbenin meclis üyelerinin çoğunluğunun oyuyla gerçekleşecek olması gelecekte tarihin bir cilvesi olarak anılacak. Buna CHP’nin de ortak olması ise ileride en hafif tabirle aymazlık olarak adlandırılacaktır.

Peki göz göre göre gelmekte olan bu büyük hatanın tek sebebi edilen bir laftan geri dönememe sıkıntısı mı?

Bunun payı var şüphesiz. Ancak bundan daha önemli iki faktör var.

Bunlardan biri, sağ partiler ve tabanları hakkımızda ne der kaygısı. AKP ve onun yan kuruluşu MHP tarafından HDP ile yan yana olmakla suçlanma olasılığı belli ki CHP yönetimini ürkütüyor.

Bu meselenin CHP’nin yönetici kadrolarında uyandırdığı kaygının bir yansımasını geçen Eylül’de Suriye ve Irak topraklarına sınır ötesi operasyon izni veren tezkereye CHP’nin evet demesinde gördük. Halbuki aynı tezkereye 2014’te hayır oyu vermişti CHP. Ancak geçen yılki oylama 1 Kasım öncesinde gerçekleşti ve ana muhalefet partisi bu sefer “terörle işbirliği” gibi bir suçlamaya maruz kalmaktan çekindi. Seçim öncesinde bu şekilde yıpratılmaktan korktu.

Bu tavrın yanlışlığı ise, bir özgüvensizlik ve politikasızlık belirtisi olmasının yanı sıra, faydasız olmasından da kaynaklanıyor. Seçmen bugüne dek AKP’yi PKK/HDP’ye yakınlık ya da uzaklık penceresinden değerlendirmedi. AKP tabanında lidere (Erdoğan’a) neredeyse sonsuz bir güven, liderle irrasyonel bir özdeşleşme olduğu için, bir işaretle “analar ağlamasın”cı, bir diğer işaretle de “kökünü kazıyacağız”cı olunuyor.

Eğer öyle olmasaydı “vatana ihanet” gerekçesiyle CHP’nin Balıkesir Milletvekili’ni, Düzce İl Başkanı’nı yumruklayan adamlar herhalde 2013-14 yıllarında Öcalan hakkında övgü dolu sözler sarf eden Yalçın Akdoğan, Beşir Atalay, Sadullah Ergin, Bülent Arınç, Mehmet Metiner gibi isimlere de en azından bir tepki gösterirlerdi.

Gelelim hatalı konumlanışın arkasındaki ikinci faktöre.

CHP’nin tabanının devletin niteliği konusunda kafası berrak. Ortada bir Parti-Devlet rejimi olduğunun, bu rejimin mutlak hakiminin de bir Tek Adam olduğunun farkında CHP’lilerin büyük çoğunluğu. Son bir anayasa değişikliğiyle bu Tek Adam yönetiminin faşizan bir kurumsallaşma ile tescil edileceğinin de farkında.

Ancak parti yönetimine verilen “akıllar” bunu anlamamakta ısrar ediyor. Sanki devletin (asıl) sahibi CHP imiş, iktidarın demokratik yollarla alınma yolu açıkmış gibi bir ilüzyon içinde yaşıyorlar. Bu ilüzyon da beraberinde kritik kavşaklarda “sorumlu” davranmak, yapıcı olmak, devlet aklını gözetmek gibi tutumlara yol açıyor.

Kim bilir belki de gerçeklikle yüzleşmek yerine böyle sahte bir algılayışın etkisinde olmak daha konforlu. Aksi takdirde radikal, hırçın, düzen-dışı bir siyaset tarzı kaçınılmaz olarak gündeme gelecek. Herhalde yönetici elitler bunun beraberinde getireceği maliyetleri üstlenmek istemiyor.

Tüm bu manzarayı şu terimle özetlemek yanlış mı olur dersiniz:

Sağ sapma.