“Yeni Türkiye”nin yeni muhalefeti

AKP hükümetinin bir bakanından haftasonunda skandal sözler işittik. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, Tes-İş Sendikası Genel Kurulu'nda “Sendikalarımızla da beraber iç mekanizma olarak verimliliği artırmamız lazım. Gelişmekte olan ülke olarak yeri gelecek 16-18 saat çalışacağız bu değişimi iyi yönetebilmek adına” diyerek işçi sınıfının bugün fiilen zaten aşınmış olan yüzyıllık kazanımını takmadıklarını ilan etmiş oldu. AKP yetkililerinden bu tür sözler duymaya alıştık, ancak bir sendika genel kurulunda sergilenen bu “hoyratlık” emek örgütleri açısından gelinen noktayı ortaya koyuyor.

AKP'nin Türkiye'yi dönüştürebilme becerisi, emeğin kazanımlarını geri almayı ve emekçilerin sesini kısmayı başarabilmesi ile doğrudan ilgili. Bununla birlikte, Türkiye dönüştükçe, emeğin örgütsüzlüğünün kırılabileceği, sendikaların yaşadığı kan kaybının durdurulabileceği koşullar da ortadan kalkıyor.

Çünkü dönüşümün kritik bir başka boyutu var.

Türkiye'de AKP'nin imza attığı dönüşüm operasyonun tarihsel izleri 12 Eylül 1980'de, güncel arka planı 2001 Krizinden hemen sonra gerçekleştirilen bir dizi reformda bulunabilir. Vaşington'dan Türkiye'ye getirilen Kemal Derviş'in “15 günde 15 yasa çıkarmalıyız” mottosuyla başlattığı reformlar, ülkemizde piyasanın egemenliğini perçinlemiş ve sömürü çarkını birçok alanda kurumsallaştırmıştır.

AKP hükümeti bu reformları devralmış, derinleştirmiş ve özelleştirme politikalarıyla kurumsal altyapıya işlerlik kazandırmıştır.

Türkiye'nin en büyük fonlarından birini yöneten İş Yatırım Genel Müdürü İlhami Koç'un, Akşam gazetesine hafta başında verdiği mülakatta “Eskiden siyaset çok önemli bir faktördü. Tahmin yaparken artık hiç dikkate almıyoruz” demesi ve gazetenin bu sözleri manşetine “Siyaset piyasanın umurunda değil” şeklinde taşıması, dönüşüm sürecinin en kritik halkasına işaret ediyor.

Hükümet, ülke ekonomisini doğrudan belirleyen dev sanayi kuruluşlarını satmıştır. Tarım, enerji, finans gibi temel sektörler reformların mayalandığı alanlar olmuş, piyasalara müdahale yetkisi birtakım üst kurullara bırakılmıştır. Eğitim ve sağlık politikalarını artık patronların çıkarları belirlemektedir.

Siyasetin ekonomiden ya da kaynakların dağıtılması süreçlerine etkisinin kaybolması elbette düşünülemez ancak Türkiye'nin piyasacı reformların öncesine herhangi bir düzen siyaseti aktörünün müdahalesiyle dönmesinin yolları tamamen kapatılmıştır.

Emperyalizmin ve sermayenin, zaman zaman “rahatsızlık veren” iktidar partisi AKP'ye sunduğu kredinin, niye tükenmediğinin yanıtı da burada gizlidir. AKP dönüşümü yönetmesindeki “becerisi”nin yanısıra bu rüzgârı arkasına alarak yol aldı.

Dönüşüm sürecinin farklı safhalarında düzen siyasetinde dengelerin farklı kurulacağı da bir gerçektir. Türkiye açısından sürecin son aşamasında artık, farklı düzen içi siyasi aktörlerin dönüşümü yavaşlatması ya da başkalaştırması mümkün görünmemektedir. Bu nedenle, AKP'nin alternatif(ler)inin kendisini daha fazla hissettirebileceği bir dönem açılacağını öngörmek zor değil.

Muhalefetin işi kolaylaşmıştır.

AKP'li bakanların Tes-İş Genel Kurulunda olduğu gibi “hoyrat” tavırları deşifre edilebilir. Yandaş sendikalar, AKP'den çok AKP'cidir, sendikal anlayışları eleştirilebilir.

“Özelleştirmeleri daha akılcı ve planlı yapacağız” ve hatta “durduracağız” demek mümkündür, çünkü en büyük sanayi kuruluşları yani büyük lokmalar çoktan sermayenin midesindedir.

“Doğuya sermaye gidemiyorsa devlet gidecek” demek, bölgenin ciddi altyapı ihtiyacı olduğunu söyleyen patronları sevindirecektir.

Taşeron çalışma özel sektörde bir kural haline gelmişken, kamuda farklı istihdam biçimlerinin gözden geçirileceği vaadinin verilmesi mümkündür.

Tarım tamamen piyasaya terk edilmişken, mazottan ÖTV alınmaması basit bir bütçe düzenlemesi ile gerçekleştirilebilir.

Yoksullara yardım, kömür, erzak ve beyaz eşya olarak değil, daha kurumsal biçimlerde ve bu yardımların parasal karşılığıyla yapılabilir.

Bu öneri ve vaatler tanıdık gelmiş olabilir. Buradan şöyle bir soru formüle edilebilir: Tüm bunlar dönüşümün toplumsal ve ideolojik alanda meşruiyetinde oluşan gedikleri kapatmaya mı yarayacaktır?

Bu kestirme soruya, kestirme yanıtlar verilebilir ve bu yanıtlar yeterince açıklayıcı da olmayabilir. Ancak bu nokta, “Yeni Türkiye”nin ideolojik atmosferine ilişkin ciddi ipuçları verecektir.