Irak’ın yeni petrol trafiği

Türkiye’nin enerji jeopolitiğinde bir aktör değil piyon olduğunu gösteren gelişmeler, geçen hafta adeta sıraya girdi.

Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) Başkanı Mesut Barzani’nin Diyarbakır ziyaretiyle birlikte, Turgut Özal’ın rüyasını gerçekleştirdiğine inanan Başbakan Erdoğan elbette yanılıyordu. Kuzey Irak’ın zengin petrol ve doğalgaz kaynaklarını 2023 vizyonunun enerjisi haline getirme hedefi, daha baştan bir hesapsızlığa işaret ediyordu.

İlerleyen günlerde IKBY Başbakanı Neçirvan Barzani ile enerji anlaşmaları için atılan imzaların basına sızmasıyla, önce ABD’den ve sonra Irak Merkezi Hükümeti’nden gelen açıklamalar AKP hükümetine “yavaşla” ihtarı niteliğindeydi. Tam bir yıl sonra Enerji Bakanı Taner Yıldız’a Irak hava sahası yeniden kapatıldı.

Suriye politikasında duvara toslayan Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, enerji anlaşmalarını yeni bir başarı olarak pazarlamasına, içeride ve dışarıda elini güçlendirmesine izin verilmedi. Mesut Barzani’nin ziyareti seçim öncesi Diyarbakır’da BDP’ye karşı bir gövde gösterisinden öteye geçemedi.
Oysa Irak’ta yeni petrol ve gaz sahalarının geliştirilmesi, petrol üretiminin artırılması, bu kaynakların dünya piyasalarına ulaştırılması açısından komşu Türkiye, hem başta ABD olmak üzere emperyalistler ve petrol tekelleri hem de Irak Merkezi Hükümeti açısından önemseniyor.

Bu nedenle geçtiğimiz dönemde ABD’li yetkililerden sık sık “Irak’ın normalleştirilmesi” adına Türkiye’nin sadece kuzey değil tüm Irak’ın enerji kaynaklarının dünya piyasalarına aktarılmasında rol alması gerektiği açıklamalarını duyduk. Aynı açıklamalarda, güneyde Hürmüz Boğazı’ndaki petrol trafiğinin kuzeye Türkiye’ye yönelmesinin avantajları üzerinde duruluyordu.

Dolayısıyla, Türkiye’nin IKBY ile yoğun bir enerji mesaisine girmesine ve Irak’ın bütününde petrol ve doğalgaz ihaleleri almasına göz yumuldu. Bu konuda atılan adımlar alttan alta desteklendi.

Türkiye, tıpkı Çin ve Güney Kore’nin yaptığı gibi, kendi devlet şirketini anlaşmazlıkların sürdüğü bölgelerde yatırım yapmak amacıyla reorganize ederek farklı şirketlere böldü. Irak’ın orta ve güney bölgelerinde de faaliyet gösteren TPAO’nun bu yatırımlarını riske etmemek için bünyesindeki TPIC adlı şirketi 2013’ün hemen başında BOTAŞ’a devretti. Bu şirketler, Irak’tan gelecek petrolün boru hattında musluğunu tutacak.

Daha sonra da Kuzey Irak’ta petrol ve doğalgaz sahalarına talip olan Turkish Energy Company (TEC) adlı yeni bir şirket kuruldu. Barzani’nin tarihi ziyaretinin ardından Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın kamuoyuna iftiharla açıkladığı Kuzey Irak’ta 13 ayrı petrol bloğuna TEC ile talip olundu. Bu blokların yarısında ABD menşeli petrol tekeli Exxon ile ortak olunmasıysa tesadüf değildi.

Tüm bu hummalı çalışmalar sırasında, her fırsatta Türkiye’ye Irak’ın yeni petrol trafiğinde asıl inisiyatifin ABD ve Irak Merkezi Hükümeti’nde olması gerektiği hatırlatıldı. Kırmızı çizgi defalarca çekildi.

Başbakan Erdoğan ve ekibinin, bu kırmızı çizgiyi aşan her adımı, sert bir karşılık aldı. Ayrıca, AKP hükümetinin buradan iç ve dış politika başarıları devşirmesine hiç izin verilmedi.

Peki, ipler ABD’de olmak koşuluyla Türkiye’ye Irak konusunda verilen bu rol gerçekten “Irak’ın normalleştirilmesi” amacına mı hizmet ediyor? Burada normalleşmeye hangi taraftan baktığınız önemli.

ABD ve diğer emperyalist güçler, petrol tekelleri, Irak Merkezi Hükümeti, IKBY ve AKP hükümetinin normalleşmeden anladığı Irak’ın petrol ve doğalgaz kaynaklarının dünya piyasaları açısından ekonomik hale gelmesidir. Bu kaynakların petrol tekelleri tarafından piyasa kuralları uyarınca yağmalanmasıdır.

Irak bu açıdan normalleşirken açıklanan şu rakamlar çok şey anlatmıyor mu?

Irak’ta Kasım ayında çatışma ve saldırılarda 659 kişi öldü, bin 373 kişi yaralandı. Birleşmiş Milletler’in Irak’a Yardım Misyonu verilerine göre, 2013 yılının Ocak-Kasım ayları arasında 7.157 sivil ve 952 asker toplam 8.109 kişi hayatını kaybetti.

Irak’ın petrol ve doğalgaz kaynakları ekonomik hale gelirken yani Irak normalleşirken ve bu ülkede yeni bir petrol trafiği kurulurken, ölü sayısının artacağından ve toplumsal yıkımın derinleşeceğinden emin olabiliriz.