Çocuklar

“Sizin çocuklarınız çalıyor, bizim çocuklarımız ölüyor!”

Memleket 17 Aralık’ta başlayan yolsuzluk soruşturması, hukuk skandalları ve iktidarın faşizan refleksleri ile çalkalanırken, süreci daha ideolojik açıdan etkili ve güçlü başka bir söz özetleyebilir miydi?

Bu söz, Gezi eylemlerinde yitirdiğimiz çocuklarımızın fotoğraflarıyla haftasonu Ankara’da bir pankarta dönüşmüştü. DİSK, KESK, TTB ve TMMOB’nin çağrısıyla haftasonu Ankara’da “Bozuk Düzende Sağlam Çark Olmaz” başlığıyla gerçekleştirilen mitingin en çarpıcı sloganı oldu.
Çocuklarımız, gençlerimiz Gezi eylemlerinde daha aydınlık ve güzel bir ülke için sokağa çıktılar ve bunun için ölümü dahi göze aldılar.
Ama birilerinin çocukları çalarken, yaşamları pahasına çalışmak zorunda kalan ve çalışırken ölen çocuklar da unutulmasın.

Evet, onların çocukları şimdiden patron olmuş iş bitirirken, bizim çocuklarımız evlerine bir tane fazla ekmek girsin diye çalışırken ölüyor.
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi 2013 yılını değerlendirdiği raporunda, çürümüş düzeni döndüren çarkların çocuklarımızın kanıyla sulandığını ayrıntılı bir şekilde anlatıyor. 2013 yılında iş cinayetine kurban giden işçi sayısı en az 1235. Ölen işçilerden 59’u ise çocuk işçi.

Ölenlerin 18’i 14 yaş ve altında, 41’i ise 15-17 yaş aralığında.

Raporda çocuk işçiliğine ilişkin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı verileri de sunulmuş. Buna göre, Türkiye’de 6-17 yaş arasındaki 15 milyon 247 bin çocuktan 893 bini çalışıyor. 6-14 yaş arasındaki çocukların ise -yasak olmasına rağmen- 292 bini çalışıyor.

Kısacası, fabrikaların ve atölyelerin bir cehenneme döndüğü ülkemizde resmi rakamlara göre 292 bin çocuk göz göre göre ölüme gönderiliyor.
13 yaşındaki Ahmet Yıldız onlardan birisiydi. Adana’da çalıştığı plastik fabrikasında pres makinasına sıkışarak hayatını kaybetti.

Aynı yaştaki Orhan Sürer ise Diyarbakır’da çalıştığı inşaatın 7. katından düşerek öldü.

Yine 2013 yılında kağıt toplayan, otomobil camları silen çocukların ölümleri küçük puntolarla düştü gazetelere.

Son olarak birkaç gün önce 6 yaşındaki Yücel kağıt toplarken bir kamyonetin altında kaldı.

Çocukları öldüren bu düzende, çarkların bozulmasından çekinildiği için bu utancın üzerine gidilmiyor.

Bakanların çalan çocuklarına dokunamayan adalet, fabrikada, atölyede ve sokakta çocukları öldürenlere de bulaşamıyor. Bulaşamaz çünkü işin ucu sermayesiyle, hükümeti ve bürokratıyla düzenin bütününe çıkıyor. Yargı süreçleri geçiştiriliyor. Örneğin, hayatını prese kaptıran Ahmet’in patronu önce salıverildi, daha sonra mahkemenin patrona üstelik taksitlendirilerek kestiği 30 bin TL ceza ile kan temizlendi.

Çocuklarımızın ölmesine göz yummayacaksak, gelecek kuşaklara bir cehennem miras bırakmak istemiyorsak bu düzen değişmeli!

Haftasonu düzenlenen iki işçi etkinliği bu köhne düzenin nasıl değiştirilebileceğine ilişkin ipuçlarını ortaya koydu.

Cumartesi günü Ankara’da gerçekleştirilen miting, bir aydır ortaya dökülen pisliği temizleyecek “en sağlam irade”nin emekçilerde olduğunu gösteriyordu. Bu işi düzenin kirleten çarklarından nemalanmayanlar, geniş emekçi kesimler yapabilir.

Emek örgütlerinin büyük bir bölümü kuşatılmış, teslim alınmış ve yandaş yapılardan oluşuyorken, emekçinin iradesinin ortaya çıkması ve işçi sınıfının sesinin güçlenmesi ise siyasal bir tavırla örülebilir. Pazar günü TKP’nin çağrısıyla düzenlenen Sınıf Tavrı Kurultayı’nda ise bu siyasal çıkışın nasıl örgütlenebileceği tartışıldı. Öldürülen çocuklarımıza karşı büyük bir sorumluluğumuz olduğunun altı defalarca çizildi.

Demek ki...

Sınıf, tavrını koyacak, çocuklar çocuklarımız kurtulacak.