‘Büyüyen Türkiye’nin enerjisi

Aşkın Süzük'ün “'Büyüyen Türkiye'nin enerjisi” başlıklı yazısı 13 Şubat 2013 Çarşamba tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

lk Körfez Savaşı’nda “bir koyup üç alacağız” anlayışı, Türkiye’nin ABD ile birlikte savaşa girmesinin Osmanlı döneminden miras olarak kabul edilen tarihsel ve bölgesel iddialarını gerçekleştirme imkanı vereceğini anlatıyordu. Dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal’a atfedilen bu anlayış, 1993 yılına kadar düzen siyasetinde öyle ya da böyle temsil edilmişti.

2003 yılında Irak’ın işgalinin gündeme geldiği süreçte, aynı anlayışın hortladığı ancak bölgenin ve siyasetin karmaşık dengelerine çarptığı biliniyor. Tezkerenin reddedilmesini, AKP sonraki yıllarda şiddetlenecek iktidar hesaplaşmasında elini güçlendirecek şekilde kullandı. Bu açıdan, ABD’nin Türkiye’ye tezkerenin diyetini ödettiğini söyleyebiliriz.

Büyük bir coğrafyayı etkileyen “Arap Baharı”nın Suriye’de tıkandığı, Irak’ın bölünmenin eşiğine geldiği sırada “yeni Türkiye”nin dış politika çizgisi bir kez daha Osmanlı’nın tarihsel mirasına referansla bölgesel iddialara odaklandı.

Türkiye’de 1993 ve 2003’ten sonra düzen siyasetinde statükonun değişmesi, emperyalist projelere angaje olunurken sınırları zaman zaman aşan bir inisiyatif geliştirilmesi ile mutlaka ilgiliydi. 2013’ten sonra benzer şekilde statükonun değişeceğinin sinyalleri başkanlık, anayasa vb. başlıklarla şimdiden alınıyor.

Türkiye’nin dış politikada sınırların dışına taşan tüm bu iddiaları, içeride en çok ekonomik gerekçelerle meşrulaştırılmaya çalışıldı. Musul ve Kerkük petrollerine sahip olan Türkiye’nin dünyanın yeni süper gücü olabileceği türü fantastik düşüncelerin 1990-93 ve 2003’te tedavüle sokulması tesadüf değildi.
Bugün ise büyüyen Türkiye’nin enerjisinin yeni kaynaklarından bahsediliyor. Kuzey Irak petrollerinin ve doğalgazının dünya pazarlarına ulaştırılmasında Türkiye’nin oynayacağı kilit rolden söz ediliyor. Barzani’nin kuzeyden Akdeniz’e taşınacak boru hattı projesinin detayları şekillenmeye başladı bile.

Meselenin Türkiye tarafına gelince... Türkiye’den Genel Energy, Kuzey Irak’ın en önemli petrol üreticilerinden birisi oldu. Buradaki petrol ve doğalgazı ihraç etmek/taşımak için Siyah Kalem ve Powertrans gibi hükümete yakın şirketlerin Barzani yönetimine başvuruda bulunduğu basına yansıdı.

Hükümet temsilcileri her fırsatta, Kuzey Irak’taki ekonomik olanaklara vurgu yapıyor ve ısrarla buraya yapılan enerji yatırımlarının artırılacağı belirtiyor. Yani, özel sektörün attığı “fırsatçı” adımların ötesine geçen bir proje söz konusu. Irak’ta faaliyetleri olan devlet şirketi TPAO, Irak’ın merkezi hükümetinden yediği vetolardan sonra, bünyesindeki TPIC adlı şirketi Irak’ın Kerkük kentinden Yumurtalık’a uzanan boru hattını işleten BOTAŞ’a devretti. Devletin petrol şirketinin yurtdışı faaliyetlerini yürütmek için kurulan ama özellikle AKP’li yıllarda kadrolaşma politikalarıyla siyasi bir araç haline getirilen TPIC’in, BOTAŞ bünyesinde yeni siyasi operasyonlar gerçekleştireceği kesin.

Kısacası, hem sermaye ve hem de hükümet Türkiye’nin yeni “enerji kaynağı”na gözünü dikmiş durumda. 1990-93 ve 2003’ten farklı olarak, düzen siyasetçilerinin fantezileri sermayenin açgözlülüğüyle birleşti, somut adımlar atılıyor.

Peki değişen ne? Irak ve Suriye’deki gelişmeler işin küçük bir kısmını açıklıyor. Daha fazlası, hükümetin sınırın ötesine taşan iddialarına içeride ket vuracak olan Kürt Sorunu’nu sorun olmaktan çıkarabileceğini düşünmeye başlamasıdır, buna ikna olmasıdır.

Irak, önümüzdeki dönemde dünya petrol üretimi artışının yüzde 45’ini tek başına karşılayacak ve 2030’a kadar dünyanın en büyük ikinci petrol ihracatçısı olacak. Böyle bir potansiyeli olan Irak’ın zengin kaynakları üzerinde Türkiye’nin ciddi bir inisiyatif elde etmesine izin verilmeyeceği çok açık. Petrol anlaşmazlığı ile şekillenen Irak denkleminde Türkiye, kalenin kapısını zorlayan ve belki de kapıyı kıran koçbaşı olma rolünden ötesini oynayamayacaktır.

O zaman “büyüyen Türkiye”nin içeride ve dışarıda düşen enerjisinden bahsetmeye başlayacağız.