Yargı bağımlılığı, yargıya bağımlılık

Başlık iki durumu birden içeriyor. Birincisi bağımsız denilen yargının bağımlılığı, ikincisi de yargıya bağımlılık… 

İkinci birinciyi besliyor. Aslında bağımsız olmadığını, edilgen olarak yönetildiğini görmeden, körü körüne bir bağımlılıkla yüceltiliyor yargı. Birinci de bu yüceltmeye sığınarak kendi kayıt ve koşullarını görmezden gelerek yaşıyor “bağımsızlık kılıfı” içinde.

İki bağlantı da bir çeşit saplantıya dönüşmüş durumda. Hukuk devletinin olmazsa olmazı olduğu saplantısı yargıyı hukukun da üstünde bir güç halinde gösteriyor. 

Hukukun tüm zaafları, aksamaları ve de tüm hukuksuzluklar son durak olarak yargıyı işaret ediyor. 

Bu saplantı aslında liberal hukukun aslî unsuru. Akış şöyle: “hayat tanrının bir lütfu”, “hukuk özel mülkiyeti ve özel teşebbüsü koruma gücü”, “hukukun çözemediğini yargı çözer”, “ama yargı da kendiliğinden doğan düzenle sınırlıdır”. 

Bugün liberal hukukun kendi akışını bile kontrol edemediği ama sömürü düzeninin kılına dokunulmadıkça sesini çıkarmadığı bir düzensizlik düzeni içinde yaşanıyor. 

Keyfi yönetimin ve yıkımın adı cumhuriyet, hukuksuzluğun ve gericiliğin adı laik hukuk devleti olarak sürüyor. Kısmî tamirata reform deniliyor.

Alın size özgürlük…

Sevgili Özge Demir’in yazdığı gibi, yargıdan medet umarak “hukuktan özgürlük bekleyen Türkiye”, ciddiyetsizliğin örnekleriyle dolu.

Ekonomik ve toplumsal ilişkilerle hukuk arasındaki bağlantı, düzenin yargıyla bağlantısını da kuruyor. 

Hukuk yalnızca düzenlemekle kalmaz, ilişkilerin ürünü olarak kendi biçimini ve içeriğini de belirler; denetimi yargıya bırakır ama yargı da aynı ilişkilerin ürünü olarak varlığını sürdürür.

Yargı kararlarının aşılması ya da yargının devre dışı bırakılması ihtiyacı doğduğunda da Anayasa ve yasalar devreye sokulur. 

Anayasaya özelleştirmenin yerleştirilmesi, tahkim, OHAL, KHK, şimdi CBK gibi müdahaleler; vergi, resim, harç ve benzeri malî yükümlülüklerde yasanın belirlediği sınırlar içinde değişiklik yetkisinin bakanlar kuruluna, şimdi cumhurbaşkanına verilmesi; emperyalist ilişkilerde ulusal hukuku aşmak için uluslararası sözleşmelere başvurma bunun tipik örnekleri.

Hukuk ve yargı, ekonomi üzerindeki söz ve karar sahipliğinin, üretim araçları üzerindeki mülkiyet ve otoritenin, toplum üzerindeki baskının, emekçiler üzerindeki sömürünün gerçekleşmesi için sermaye sınıfının oyun araçları olarak kullanıldıkça, eş zamanlı olarak “üstünlük” ve “bağımsızlık”la tanımlanıyorlar ve kandırma araçlarına dönüşüyorlar. 

Hukuka üstünlük ve yargıya bağımsızlık payesi vererek kayıtsız koşulsuz bağımlılık bu kandırmaya destek.

Hukuktaki ihmal, ihlal ve yozlaşmaya, hukuksuzluğa ve keyfiliğe karşı her an alarmda beklemesi gereken çözümcü olarak yargı aynı düzenin ürünü.

Yargı üzerindeki her oyun, reform adı verilse de aynı ilişkilerin ürünü. 

Sacayağının, sav ve karar ayakları karşısında toplum savunucusu olan avukatların ve örgütlerinin teslim alınma niyetleri buraya, savunmayı da yozlaştırmaya ve çürütmeye dayanıyor.

Artık siyasal iktidarı denetleyen ve frenleyen bir hukuk devleti yok. AKP bunu başardı. Toplumsal denetimin organları da yok edilmek isteniyor. Genel oy hakkı çalınırken, siyasi partilere tasma takılmak istenirken diğer toplumsal denetim organları da bu yıkım batağının içine atılmak isteniyor.

Her şey piyasa ve gericilik için serbest, her şey sermayenin sınırsız tahakkümü için seferber. 

Evet, çürüme, yozlaşma, yıkım büyük; sömürü derin. 

Çözüm için yanıt bulunamamasının nedeni de belli: düzen içinde takılıp kalınıyor, düzen de kapitalizmin yasalarıyla yönetiliyor.

Siyasal iktidarı denetleyen ve frenleyen bir devlet olsa da toplumsal denetimi yapan kurumlar olsa da sömürü düzeninin gemisinden inilmedikçe meydan ve güç onların.      

Düzenin hukukunu tamirle, düzenin yargısından düşecek adalet kırıntısıyla avutmak istiyorlar; avunamayız!