Hukuktan özgürlük bekleyen Türkiye

Özge Demir, yargı reformunu yazdı: Belki de ciddiye alınması gereken tek şey Yargı Reformu'nun ifade özgürlüğü getireceği ve sorunları çözeceği yönündeki iddianın ciddiyetsizliğidir.

Özge Demir

Türkiye Barolar Birliği başkanı Metin Feyzioğlu Yargı Reformu için açık açık "Yargı reformu ile son 20 yıldır çözülmesi gereken sorunlar çözüldü" dedi. Gerçekten de Yargı Reformu paketi hem yargının hem de cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin sorunlarının çözümü olarak topluma sunuldu.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yargı reformu toplantısında yaptığı konuşmada, "Ecdadımız yüreğinin ve bileğinin gücüyle ele geçirdiği coğrafyaları adaletle yönetmiştir. Kanuni Sultan Süleyman bunun için 'Kılıcın yapamadığını adalet yapar' der. Yeni nesillere bırakacağımız en büyük miras da bu anlayış olacaktır" ifadesini kullandı.

17 Ekim 2019 tarihli Resmi gazetede yayımlanan Yargı Reformu kapsamında düşünce ve ifade özgürlüğü ile ilgili kamu görevlisine hakaret, cumhurbaşkanına hakaret, halk arasında korku ve panik yaratmak amacıyla tehdit, suç işlemeye tahrik, suçu ve suçluyu övme, kanunlara uymamaya tahrik, devletin egemenlik alametlerini aşağılama, Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, devletin kurum ve organlarını aşağılama, halkı askerlikten soğutma suçları, Terörle Mücadele Kanununun 6. maddesinin ikinci ve dördüncü fıkrası ile 7. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan suçlar, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununun 28. maddesinin birinci fıkrası, 31. maddesi ve 32. maddesinde yer alan suçlara karşı artık temyiz yoluna başvurabilmenin önü açıldı.

Peki Yargı Reformunun ifade özgürlüğü kapsamındaki suçlar için temyiz yolunu açması, 20 yılın biriken sorunlarını çözebilecek miydi?

Geçtiğimiz günlerde Türkiye Yayıncılar Birliği, 2019 Düşünce ve İfade Özgürlüğü Ödülü’nü Metastaz kitabının yazarları Barış Terkoğlu’na ve Barış Pehlivan’a verdi. Ödülün verilmesinden 3-4 gün sonra Sabah Gazetesi’nde yer alan bir haber ödülün önemini hatırlattı. Sabah Gazetesi “Cumhuriyet yazarı Barış Terkoğlu, yazılarında bir tarikata ait olduğunu iddia ettiği Kıbrıs'taki bir banka ile VakıfBank'ı şüpheli işlemler yapmakla itham edip uluslararası arenada zor durumda bırakmaya çalıştı.” diyerek Barış Terkoğlu’nu hedef aldı. Yargı reformu bu kapsamda Barış Terkoğlu’nun Oda Tv davasında olduğu gibi, evine yapılan baskın ile gözaltına alınıp, tutuklanmasını engelleyecek ve ifade özgürlüğünü sağlayacak mıydı?

Madem konumuz hukuktan beklenen bir özgürlük, belki de gözleri hukukun durumuna çevirmek gereklidir.

Cumhurbaşkanına hakaret suçu, Erdoğan’a yönelik muhalefeti bastırmak için hala en büyük araç konumundadır.

Örneğin yargı reformu kapsamındaki cumhurbaşkanına hakaret suçu hakkında 2017 yılında 4069 davada karar verildi. Verilen kararların %92’si ceza içermekteydi. (Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü’nün yayınladığı 5237 Sayılı TCK 299’dan 2017 yılında açılan davaların istatistiği için bkz. http://www.adlisicil.adalet.gov.tr/Istatistikler/1996/2017TckAcilanDavaSucVeSanikSayisi.pdf) 2018 yılında açıklanan adli istatistik verilerine göre devletin egemenliğine karşı suçlarla cumhurbaşkanına hakaret, devletin egemenlik alametlerini aşağılama ve Türk milletini ve Türkiye Cumhuriyeti Devletini ve Devletin kurum ve organlarını aşağılama suçu) ilgili yapılan yargılamalardan 7471’inde karar verilirken, bu kararlardan sadece %19’u beraattir. (Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü’nün yayınladığı “Adli İstatistikler 2018” adlı rapor için bkz. http://www.adlisicil.adalet.gov.tr/Resimler/SayfaDokuman/1982019170455istatistik2018.pdf)

Yargı reformu kapsamındaki suçlar nedeniyle hakkında en çok dava açılan gazeteciler ise hala baskı altındadır. Türkiye Yayıncılar Birliği’nin 2019-Yayınlama Özgürlüğü raporuna göre 2018 yılı biterken toplam 123 gazeteci Çağdaş Gazeteciler Derneği’nin verilerine göre 134 (13 Eylül 2019), Türkiye Gazeteciler Sendikası verilerine göre 127 (13 Eylül 2019) gazeteci ve medya çalışanı hapistedir.

Yargı reformu gazeteciler hakkında en çok dava açılan suçlar için temyiz yolunu açarken aslında ifade özgürlüğü üzerindeki baskı kalkmamıştır.

Yargı Reformu, OHAL KHK’ları konusunda sessiz kalmıştır.

Belki de yakın zamanın en önemli sorunu: OHAL KHK’ları ihraç edilerek medeni ölümlerine karar verilen binlerce kişi hakkında yargı reformu sessiz kalmıştır.

Yargı Reformu, HSK’nın üzerinde yürütmenin etkisini ortadan kaldırmamıştır.

Yargı reformunun sessiz kaldığı başka konular da vardır. Örneğin, Anayasa’nın 159. Maddesine göre Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun 13 üyesinden 2si, Adalet Bakanı ve Adalet Bakanı müsteşarıdır, HSK’nın 11 üyesinden 4’ü Cumhurbaşkanı tarafından atanırken, 7’si TBMM tarafından seçilmektedir. Aynı kurul hakim ve savcıların disiplin süreçlerini de yürütmektedir. Ayrıca hakim ve savcı olacak kişiler de Adalet Bakanlığı Personel Başkanlığı’nı yapmış olduğu yazılı ve sözlü sınavlar ile belirlenmektedir. Bu durum Kurul'un tarafsızlığı hakkında ciddi şüpheler uyandırmaktadır. Bugün Anayasa Mahkemesi, Danıştay ve Sayıştay’ın da durumu benzerdir.

Yargı reformu, cumhurbaşkanın dokunulmazlığını kaldırmamıştır.

Yeni Anayasa sonucunda ilan edilen rejimde, artık siyasi bir parti üyesi olan cumhurbaşkanı hakkında soruşturma açılması imkansız hale getirilmiştir. Cumhurbaşkanı hakkında “suç işlediği” iddiasıyla soruşturma açılmasını isteyebilme, TBMM üye tam sayısının salt çoğunluk kaydına bağlı (301 milletvekili); soruşturma açılması TBMM üye tam sayısının 3/5’inin (360 milletvekili) gizli oyu ile mümkündür. Yüce Divana sevk için ise, 2/3’lük (400 milletvekili) nitelikli çoğunluk gereklidir. Şu anda, 600 milletvekilinden AKP’li olmayan 310 milletvekili cumhurbaşkanı hakkında soruşturma açılmasını isteyebilse bile, soruşturmanın açılması için gerekli çoğunluğu sağlayamayacağı açıktır. Kaldı ki, tüm zorluklar aşılsa dahi Yüce Divan sıfatıyla cumhurbaşkanı yargılayacak olan Anayasa Mahkemesi’nin 15 üyesinden 12'si cumhurbaşkanı tarafından atanmaktadır. Üstelik cumhurbaşkanı yargılanırken, Anayasa Mahkemesi’ne yeni atamalar yapmasını engelleyen bir madde de bulunmamaktadır. Başka bir ifadeyle cumhurbaşkanı işlediği tüm suçlardan hukuken mutlak korumaya sahiptir.

Yargı Reformu, yargının tarikatlarla ilişkisi konusunda sessizliğe bürünmüştür.

Peki yargı reformunun kapsamında 1980 yılından beri devlette konumuz özelinde yargıda tarikat yapılanması olduğu iddiaları karşısında ilgili kişiler hakkında soruşturma neden başlatılmamıştır? Örneğin şu anda Anayasa Mahkemesi başkanı olan Zühtü Arslan’ın FETÖ üyesi olup olmadığına dair tartışma uzunca bir süre kamuoyunda yer almıştır.

Akit’in Eski Yazarı Faruk Köse ise AYM Başkanı Zühtü Arslan’ın Can Dündar ve Erdem Gül hakkında verdiği “hak ihlali” kararı nedeniyle “paralelci” olarak gösterilmesini eleştirmiştir. Köse, twitter hesabından yaptığı açıklamalarda “Sabah, AYM Başkanı Zühtü Arslan’a “paralel” imasında bulunmuş. Zühtü Abi’yi SBF’den tanırım. Milli Görüş/İskender Paşa çizgisinden gelir.”, “Zühtü Bey ile Hak-Yol Vakfı’na bağlı evlerde bir yıl kaldık. O mezun oldu, biz devam ettik. Sabah’ın iması gerçeği yansıtmıyor.” dedi. Zühtü Arslan’ın FETÖ üyesi olmadığını çünkü İskenderpaşa çizgisinden geldiğini iddia etmek, aslında bir çöküşün yansıması değil midir?

Belki de ciddiye alınması gereken tek şey Yargı Reformu'nun ifade özgürlüğü getireceği ve sorunları çözeceği yönündeki iddianın ciddiyetsizliğidir.

İlk bakışta dahi perişanlığı göze çarpan hukukun, Yargı reformu ile özgürlük getirmediği açıktır.

Dahası Yargı Reformunun 2. Paketinde yer alacağı söylenen nafaka hakkının sınırlandırılması ve cinsel istismarcılara af çıkarılmasına yönelik girişimlerin engellenmesi için Yargı reformu herkesi mücadeleye çağırmaktadır