Vampir

Yaygın bir alışkanlıktır, aynı zamanda yaygın bir ihmaldir; afet, maden göçüğü ya da gaz faciası, işçi cinayetleri, çocuk ve kadın cinayetleri, aydın cinayetleri, siyasi cinayetler, insan ticareti ve pazarlığına bağlı cinayetler, ölümcül salgın hastalıklar, terör eylemleri, katliamlar, devlet kaynaklı şiddetle yaşam kayıpları ve yaralamalar, savaşlarda akan kanlar fiilen yaşanıldığı zaman dilimi dışına itilip unutturulma çukuruna bırakılıyor. 

Hepsi de kapitalizmin ürünü olan bu insanlık dışı vahşiliklerin unutturulması aslında sömürü düzeninin unutturulmasına, uzlaşmacılığın sürdürülmesine dayanıyor. 

Yıldönümlerindeki anmalar unutturmayı bir süreliğine erteliyor ama sürdürülebilirliğe el atamıyor.

Yılın birçok günü anmalara ayrılıyor. Takvim işaretlerle, notlarla dolu.

Örneğin bu ay 8 Martta katledilen emekçi kadınlar anıldı. Berkin Elvan polis tarafından hedef alınarak gaz fişeğiyle vurulduktan 269 gün sonra 11 Martta aramızdan ayrıldı. 12 Martı, Muhtırayla getirilen belaları ve katliamları, Gazi Mahallesini, İstanbul Üniversitesini unutmadan 24 Martta Doğan Öz, 30 Martta Mahir Çayan ve yoldaşları anılacak.   

Mart ayının sicili o kadar bozuk ki, ayrı birkaç yazıya konu olacak şekilde “katliamlar ayı” denilmesi boşuna değil. 

Mayıs yaklaşıyor, 13 Mayıs günü Soma maden katliamında yitirdiğimiz işçilerimizi anacağız. 

Her seferinde kimi gerçekler yinelenerek anımsanıyor, anımsatılıyor. Her seferinde nedenler, sorumlular, yükümlüler, soruşturmalar, asli ve tali kusurlular, davalar konuşulup tartışılıyor.

Ne sorunlar ve krizler bitiyor ne de cinayetler ve katliamlar… 

Çünkü kapitalizm sürüyor. Çünkü emperyalizmin kabuğu yok.

Hukuksal yönden bakıldığında da suç iddiaları, yargılamalar ve cezalandırmalar, bırakın vicdanları, hukukun gereklerini bile karşılayamıyor; ki bu da sömürü düzeniyle bağlantılı.

Bir yıl kadar önce İzmir Bölge Adliye Mahkemesinde görülen Soma maden katliamında beş tutuklu sanığa verilen cezalar yerinde bulunurken şirketin yönetim kurulu başkanı Can Gürkan’ın tahliye edilmesi ve kendisine yeniden maden işletme yetkisi verilmesi, hukukun ve yargının Soma’da yaşananlara tıpkı devletin ve patronların baktığı gibi kaza olarak, sıradanlaştırarak baktığının açık kanıtı.

Bu bakış, kapitalist düzenin ve sermaye sınıfının emeğe ve işçilere bakışı aslında.

Soma davası, “sömürenlerin her şeye rağmen sömürerek düzenlerini sürdürmesinin, yeniden üretmesinin araçlarından biri olarak” sonuçlanamıyor. Bu durum 9 Mart 2020 günlü Resmi Gazetede yayımlanan, aynı gün analizini yaptığımız Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru kararıyla da onaylandı

Karar, Anayasanın 17. maddesinin devlete yüklediği “etkili bir yargısal sistem kurma” yönündeki pozitif yükümlülüğün yerine getirilmemesini saptayıp bu konuda maden ocağındaki ihmaller zincirinde yer alan kamu görevlilerine yeniden yargılama yolunu açarken bir yandan da Soma yeraltı maden ocağı katliamıyla ilgili kimi gerçekleri de ortaya çıkarması yönünden önemli. 

Özeti şu: Gerçekler, düzen yargısının kararları içinde bile saklanamıyor, ne kadar çekingen davranılırsa davranılsın kendisini gösteriyor.  

AYM kararını gerekçelendirirken, 2014 Mayısındaki Soma katliamının ta 2010’dan bu yana ortaya çıkan güvenlik ve sağlık sorunlarıyla, gaz izleme yöntemiyle ve denetimle bağlantısını kuruyor ve ihmaller zincirinin halkalarındaki boşluk, zaaf, hata ve göz yummaları, gayri ciddiliği,  yetki ve sorumlulukları, görevliler ile siyasal iktidar arasındaki çıkar ilişkilerini deşifre etmek zorunda kalıyor.

Bunlar yapılırken örtülü de olsa madencilik alanındaki özelleştirmelerin, peşkeşin ve talanların görülmesi, düşünülmesi sağlanıyor. Devletin politikası özelleştirme yönünde olsa dahi, maden işletmeciliğinin başta bu alanda çalışanlar olmak üzere kişilerin yaşam ve vücut bütünlüğü bakımından taşıdığı yüksek risk nedeniyle sorumluluğu ve yükümlülüğü anımsatılıyor. 

Düzenin Anayasa Mahkemesinin verdiği kararda her ne kadar asli ve tali kusurlulara bağlı bir kurgu varsa da, bu kurgu yapılırken ve gerekçelendirilirken kaçınılmaz olarak anlatılan olaylar yok sayılamaz, göz ardı edilemez. Bu anlatım bir yandan düzen içi ama bir yandan da düzenin yansıması. 

AYM’den “facia” olarak tanımladığı olayı düzene bağlamasını beklemek içinde yaşadığımız zaman diliminde olanaksız. Sonuçta o da düzenin bir organı, o da sınıfsal… Ama böyle bir kurumun kararını, kendilerinin niyeti dışında sınıfsal analizle okumak da sınıfsal mücadele verenler yönünden kaçınılmaz.  

Soma faciası kaza değil katliam, kapitalizmin seri cinayetlerinin ağır parçalarından biri.

Tabii ki suçlar “ihmal”le, “görevi kötüye kullanma”yla, “kusur”la, burjuva devletin hukuku ve yargısıyla okunup çözülemez. 

Tabii ki tüm hukuksuzlukların ve şiddetin, tüm sağlıklı çevrede insanca yaşama hakkı engellemelerinin, tüm cinayet ve katliamların hesabı sorulacak.

Tabii ki ne kapitalist ve işbirlikçi devlet, ne sermaye sınıfı ne de bu düzenin uzlaşmacıları hesap vermekten kaçabilir. 

Marx, sermayeyi, “ancak, canlı emeği emerek yaşayan ve emdiği emek arttıkça, daha fazla yaşayan” bir vampirle karşılaştırır.

Tabii ki suçun kaynağı, Marx’ın sözleriyle “suç işleme bakımından, sayılardan daha hızlı artış gösteren” sömürü düzeni… 

“Yamalı bohça” gibi parçalanmış bir toplumsal yapıda anmalarla ve düzen içi işlemlerle yetinildikçe, gerçeklerle buluşmadıkça, olayların içinden doğduğu düzenin üzerine gidilerek o düzenin sınıfsal analizi yapılmadıkça, bu analiz örgütlü sınıfsal mücadeleyle buluşturulmadıkça vampir düzeni sürecek.