Üretilen her silah, savaşlara bulunan her kılıf sömürücülerin ürünü oldukça, eşitsizlik ve adaletsizlik sömürü düzenini besledikçe sömürücülerin hukukuyla çözüm gelmez. Çözüm kapitalist/emperyalist, ırksal/dinsel bağımlılıktan, sömürüden kurtuluşun savaşının kazanılmasında.
Savaş ve hukuk
Ali Rıza Aydın
Dünyaya hukukla değil hukuka dünyayla bakan, hukuku sınıfsal olarak okuyanlar biçimsel olarak hukukun üstünlüğünü tabu yapanlarla iyi/kötü gibi bir tartışmaya girmezler. Hukuku sınıfsal olarak okudukları gibi, hukukun uygulanmasına da sınıfsal bakarlar. Uluslararası hukuk da sınıfsallık dışında değildir.
Örneğin Birleşmiş Milletler (BM) ve sözleşmeleri tüm üye ülkeleri kapsar, ayrımcılık yapmaz diye akar sular durmaz.
2023 sonlarında İsrail’in “hastane saldırısı”nın ardından BM de kınayıcılar arasına katılmıştı. BM ve savaş hukuku yönünden dam üstünde saksağan vur beline kazmayı cinsinden bir durum olan bu kınamayla yetinme uluslararası hukukun bir paçavra olduğu anlamına gelmez mi? Filistin’de katliamlar sürerken, Yugoslavya, Irak, Libya, Suriye yıkımları yaşanırken eleştirel hukukla oyalanacak durum mu var? Abluka altındaki Küba yaşadığımız dünyanın dışında mı, yoksa Küba halkı insan mı değil?
Savaş hukuku paçavra haline gelmedi mi?
Burjuva hukukunun karakteri böyle. İşgalin, yağmanın, göç insanlarının, çocukların, kadınların, hastaların, savaş esirlerinin ve katliamların olduğu olayların içindeki canlı cansız tüm varlıklara kapitalizmin/emperyalizmin, bütünüyle sömürünün “çökme politikası”nın yaşama geçirilmesinden başka bir şey değil.
Elbette savaşımlarla kazılan hak, özgürlük ve nitelikler var, kazanılan davalar var ama hukuk ve yargının sömürücüler için düzenin yaşama aracı olduğu gerçeği değişmiyor. Ve gerektiği yerde gerektiği zaman bu araçlara el atmaktan, uymamaktan ya da uygulamamaktan kaçınmıyorlar. İlkin ve dikkatlice bakılacak yer burası.
Nükleer silah yarışı ve tartışması da aynı durumda.
Silah denilen araçların insanlar tarafından kendilerini korumak ve avlanarak beslenmek için kullanıldığı uzun zamanlardan sonra zenginleşmek, topraklara ve mal varlıklarına el koymak, köleleri ehlileştirmek, emek gücünü meta haline getirmek, baskı ve şiddetle susturmak, gerektiğinde yaşamlara son vermek için kullanılmaya başlıyor. Hem üretim ve satışından kazanıyorlar hem de emperyalizme uygun tasarımlar için yıkıp yok ediyorlar.
Silahlar çok ama çok hızlı güç ve biçim değiştiriyor. Bilim ve teknoloji ile yaşam arasındaki ilişki çarpıcı. Öyle çarpıcı ve vahşi ki yaşamaya değil yaşatmamaya da yöneliyor. İnsan ilişkilerinin ürünü olan hukuk ve kurumlar dahi bu katliamları durduramıyor. Sömürücüler sınıfsallıklarının gereğini yerine getirmek ve egemenliklerini sürdürmek için devlet, siyaset, hukuk, toplumsal üretim, tüm araçları ellerinde tutuyor ve kullanıyorlar.
Savaş hukukunu yazan da o hukuka uymayan da onlar. Kimi zaman vekalet savaşçılarına, teröre sığınıyorlar, kimi zaman da İsrail’in yaptığı gibi açık saldırı peşindeler.
Teknolojiyi insan geliştiriyor, teknolojinin ürettiği silahlar insana ve doğaya, sanata ve kültüre karşı kullanılıyor. Hukuku insan ilişkileri üretiyor, hukuk insana karşı araç oluyor ya da susuyor.
Birey ve toplum için hukuk olarak yazıldığı ileri sürülenler, anayasal güvence adı altında gösterilenler düzenin gereksinim duyduğu sermaye birikimi, emek gücü ve tüketim pazarı için gerekli olduğu kadar var olabiliyor. Eşitlik ve özgürlük diyalektiğinin dışına çıkarılan hukuk, kendisinin yok sayılmasına dahi ses çıkaramayacak durumda.
Liberalizmi, sınıflı ve sömürülü düzeni meşrulaştırma aracı olan hukuktan başka ne beklenebilir ki… Yeni anayasa hiç beklenmez.
Üretilen her silah, savaşlara bulunan her kılıf sömürücülerin ürünü oldukça, eşitsizlik ve adaletsizlik sömürü düzenini besledikçe sömürücülerin hukukuyla çözüm gelmez.
Çözüm kapitalist/emperyalist, ırksal/dinsel bağımlılıktan, sömürüden kurtuluşun savaşının kazanılmasında.