Düzenin sahteliği

Yürütmesinden yasamasına, anayasal denetim kuruluşlarından yargısına bu kadar çok denetim kurumu; iç hukuktan uluslararası hukuka bu kadar çok düzenleme olduğu halde rüşvet, yolsuzluk, haksız mal edinme ve hırsızlığın önü kesilemiyor. Neden?

Geçen hafta Sevgili Kadir Sev’le birlikte üç günümüzü geçirdiğimiz Türk Sosyal Bilimler Derneği 15. Ulusal Sosyal Bilimler Kongresindeki ara sohbetlerde bize sorulan soruların başında bu konu vardı. “Ne olacak bu memleketin hali”nin denetim insanlarına yöneltilen şekliydi aslında sorular.   

Olaylar oldukça gündeme getirilen genel nitelendirmesiyle yolsuzluk olarak adlandıracağımız konu kendini olağandışılığa itmede mahir. Böylece işin özüne değil dünyaya gösterilen şekline odaklanılıyor. Olayların taraflarıyla birlikte, kaynaklandığı düzen de kendini sağlama alıyor. Girişteki soru da, iyiniyetli olmasına karşın, amacını aşan, düzeni istikrarlı gören ve meşrulaştıran bir yere gelip oturuyor.             

“Sarraf vakası”, işin içinde ABD, İran, ambargo olmasaydı Türkiye içinde bu kadar gündeme gelir miydi? Ya da yolsuzluk olayları bir örnekle sınırlımı ki o örnek günlerce manşet oluyor?

Tartışmayı devam ettirecek ve noktayı koymayı sağlayacak önemli yazılardan biri beş yıl önce (4.12.2012) Sevgili Korkut Boratav tarafından (soL Gazetesinde ve burada) yayımlandı.

AKP’nin on yılını da ele alan Boratav, genel bir anlatım yaptıktan sonra 24 Ocak ve 12 Eylül 1980 sonrasında otuz yıl içindeki bozukluklara neo-liberalizme özgü yolsuzluk türlerinin eklendiğini, bunların adım adım artarak zirveye ulaştığını belirterek; “Neo-liberalizmin yolsuzluk karnesi Türkiye’ye özgü değildir. Belirleyici etken, yozlaşmış bir burjuvazinin varlığıdır. Bu burjuvazi, sırtını devlete yaslayarak zenginleşmeyi bir hayat tarzı haline getirmiştir. Siyasi iktidarları kendi içinden oluşturduğu veya kendine benzettiği zaman iyice ihya olur” vurgulamasını yapıyor.

Ekonomik, siyasal, kültürel ve hukuksal bunalımlarıyla yaşayan kapitalizmin “ahlakın şalteri”ni indirmesinde olağandışılık aranır mı?

Çözüm yolu yine kapitalizm içinde aranmaya çalışıldığında, şirazesinden çıkan kapitalizmin şirazesine -o da varsa- bırakılması ile sorunların hallolacağı inancına teslim olunuyor.

Denetim de çözüm yolu olamıyor. Nedeni açık. Kapitalizm ve emperyalizm gerçek denetimi yani söz ve karar sahipliğini elinden bırakmıyor. Bırakmasını, bağımsız denetim yapılmasını beklemek hayalcilik olur. Kapitalizmde düzen içi denetimin sınırı, kapitalizmin amaç, hedef ve çıkarıyla çizilir.

Sömürü düzeni sınıfsız toplum olarak kabullendirilirken yağmalama, yiyicilik, yozlaşma, hırsızlık, yolsuzluk, ikiyüzlülük, açgözlü hırs da düzenin ayrılmaz bir parçası olarak dayatılıyor. İç çelişkiler iç hesaplaşmaya dönüştüğünde manşetlerin değişen yüzü sömürü düzeninin gerçek yüzünü saklamaya yarıyor ancak. Şu an yapılan da bu.

İlk akla gelenleri sıralayalım ve bakalım. Hangisi dürüst?

Silahlarını satmak için rüşvet dağıtanlar mı silah pazarını her daim açık ve canlı tutmak için savaş çıkaranlar mı?

Hırsız mı katil mi?

Savaş çıkarıp insanları göçe zorlayanlar mı göç insanlarını karın tokluğu bile denemeyecek şekilde köle gibi çalıştıranlar mı?

Yeraltı dünyasının uyuşturucu baronları mı yer üstü dünyasının iş cinayetlerini fıtrata bağlayanlar mı?

Kadını meta yapanlar mı çocuklara cinsel istismarı olağanlaştıranlar mı?

Demokrasiyi sandığa bağlayanlar mı mühürsüz oyları meşru görenler mi?

“İşbitiren ekonomi”ciler mi işsizliği yedek ve ucuz işgücü yapanlar mı?

Yobazlar mı insanları ölümden sonraya kilitleyenler mi?

Uzatmaya gerek yok, okuyucu uzatacaktır zaten listeyi.

Tinsel köleliğe mahkum edilen halkı oylamak için iç çelişkileri tırmandırıp sahneye koymak asli işlerinden biri kapitalizmin. Beyin yıkama değil bu beyin kirletme, hem de insanlık dışı yöntemlerle, acımasızca.

“Parababaları sömürücü değişmiş de onları sömürenler varmış”, “Yobazlar gerici değilmiş de onları gerici olarak gösterenler varmış” imajı öyle yerleştiriliyor ki acımasızca yaptıklarıyla acınası hale getiriyorlar kendilerini. Gerçeği yüzlerine vuranları da suçlu ilan ediyorlar.

Hırsızın hırsızı soyduğu Hollywood filmleri gibi, hırsızlardan biri için seyircinin kalbi çalınıyor.

Kapitalist/emperyalist düzenin iyi düzen olduğu, başka seçeneğin olmadığı savının sahteliği içinde sürsün isteniyor yaşam. İlahi takdir teorisi de imdada yetişiyor tabii tüm kurnazlık ve saçmalılar için hatta çocuklar konusunda olduğu gibi insanlık dışı davranışlar için.

Ne olacak peki? Erdoğan/Gülen ortaklığı yerine Erdoğan/Bahçeli… olmazsa Gül/Akşener ortaklıkları konuşulacak öyle mi? Diğer muhalefet 2019 seçimleriyle meşgul. Ezilen halk “2019’a kadar biz biteriz” diyor.

Piyasa sömürüyü ve gericiliği üretmeye devam ediyor. Önce bakanlar gönderildi, sonra belediye başkanları. Ne değişti? Üstüne bir de hesap sormama/soramama faizi bindi.

Kendi aralarında ikiye mi ayrılıyorlarmış? Birinciler “amatör ve salakça yolsuzluk yapan tipler”, ikinciler “profesyonel ve kurnaca yolsuzluk yapan tipler”…

Unutulmasın; “suç ve cezanın şahsiliği ilkesi” var. Herkes kendi işlediği suçun cezasını öder. Hukuken de öder siyaseten de… Ama siyasi iktidarı, iktidardaki partiyi ve dahası denetim ve yargı mensuplarını bütünsel olarak ilgilendiren konular ne hukuken ne de siyaseten birkaç kişinin hem de hesap sorulmadan kurban edilmesiyle kapatılmaz. Suçların hem kaynağı hem de azmettiricisi olan kapitalizmin ise hiç kurtuluşu yok.

Boratav Hocamızla bitirelim. “Devlet eliyle yaratılıp seçkinlere aktarılan rantları”, bu anlamda “yolsuzluk” olarak nitelendiriyor Boratav ve uyarıyor; “rant dağıtma ve yolsuzluk mekanizmaları, temel bölüşüm ilişkilerinin dışındadır yani emek/sermaye karşıtlıklarını kapsamaz. Burjuvazinin alt-katmanları (gözetilen ve dışlanan iş adamları) arasındaki bir paylaşım kavgasına aittir”.

O halde sakın ola ki burjuvazinin alt-katmanları arasındaki paylaşım kavgası içinde kaybolmayalım, düzenin sahteliğine kanmayalım; temel bölüşüm ilişkilerine, sınıfsal karşıtlığa odaklanalım.