Neo-liberalizmin Yolsuzluk Karnesi: Türkiye

Korkut Boratav'ın “Neo-liberalizmin yolsuzluk karnesi: Türkiye” başlıklı köşe yazısı 4 Aralık 2012 Salı tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Otuz küsur yıllık neo-liberal program, önceki dönemlerde devlet eliyle yaratılıp “seçkinlere” aktarılan rantların ortadan kalkmasını hiç olmazsa azaltılmasını sağlamış mıdır?

Tekrarlayalım: Sermayenin dünya çapında sınırsız tahakkümünü gerçekleştirmek üzere kırk yıl önce başlattığı karşı saldırının adı neo-liberalizmdir.

Neo-liberalizmin pazarlayıcıları ise, meramlarını, gerekçelerini ve hedeflerini farklı ifade ediyorlar. Özetleyelim: Kamu mülkiyeti ve devlet müdahalesi, kaynak tahsisini (etkinliği) ulusal ve uluslararası düzlemlerde bozar israfa yol açar. Dahası, rantlar oluşturur seçkinleri kayırır ve gelir dağılımında adaletsizlikler yaratır. Bu bozukluklar giderilirse “serbest piyasa” ve özel mülkiyet kaynak israfına son verir. Daha âdil, daha dinamik bir dünyaya kavuşuruz.

Dikkat ediniz: Biz, “sermayenin karşı saldırısı” diyoruz programın sahipleri “gelir dağılımında adalet” aradıklarını ifade ediyorlar ama sınıfsal bir terminolojiden kaçınarak… Bölüşümle ilgili savlarının deşifre edilmesi bu nedenle önem taşıyor.

Ben de bugün Türkiye’ye odaklanarak bu sorunu kısaca tartışmak istiyorum: Otuz küsur yıllık neo-liberal program, önceki dönemlerde devlet eliyle yaratılıp “seçkinlere” aktarılan rantların (bu anlamdaki yolsuzluğun) ortadan kalkmasını hiç olmazsa azaltılmasını sağlamış mıdır?

* * *

Önce, neo-liberalizmin “devlet eliyle yaratılan rantlar” söylemini açalım: Buna göre siyasetçilerin, bürokrasinin oluşturduğu ithalat kotaları, kredi tahsisleri, fiyatların, faiz oranlarının kontrolü, teşvikler ve sübvansiyonlar açıktan kazançlara (“rantlara”) yol açar ve bunlar belirli çevrelere aktarılır. Gelir dağılımı da bu seçkin çevreler lehine bozulmuş olur.

Bu anlatımda gerçeklik payı vardır. Örneğin Doğan Avcıoğlu Türkiye’nin Düzeni kitabında 1960 sonrasını bu açıdan eleştiriyor ve müdahaleci-ithal ikameci dönemde “devlet eliyle fert zengin etme” yöntemlerinin ayrıntılı bir dökümünü yapıyordu. Türkiye’de 24 Ocak-12 Eylül döneminde başlatılan neo-liberal model, kimi iktisatçılar tarafından, “devlet küçülecek yolsuzluklar azalacak gelir dağılımı düzelecek” savıyla da savunuluyordu.

Bu iyimser neo-liberal beklentilerin kritik bir eksikliğine işaret ederek başlayalım: Sözü geçen rant dağıtma ve yolsuzluk mekanizmaları, temel bölüşüm ilişkilerinin dışındadır yani emek/sermaye karşıtlıklarını kapsamaz. Burjuvazinin alt-katmanları (gözetilen ve dışlanan iş adamları) arasındaki bir paylaşım kavgasına aittir. Bunu bırakıp temel bölüşüm ilişkilerine bakalım: Neo-liberalizme geçişin ilk dokuz yılı (1980-1988) işçi sınıfı ve köylülüğün göreli durumunun dramatik boyutlarda bozulduğu bir dönem olarak ortaya çıkar. Cumhuriyet tarihi boyunca emekçiler, bu şiddette bir bölüşüm şoku ile daha önce de, daha sonra da karşılaşmamışlardır.

Gelelim sermaye çevrelerinin “sana mı, bana mı?” kavgasına… 24 Ocak-12 Eylül sonrasında, ithal kotalarından kaynaklanan rantlar ve fiyat kontrollerinden türeyen karaborsa ortadan kalktı o kadar… Artık anlaşılmıştır ki, sonraki otuz yıl içinde, geri kalan bozukluklara neo-liberalizme özgü yolsuzluk türleri eklenmiş bunlar adım adım artarak zirveye ulaşmıştır.

* * *

Yenilikler Turgut Özal’la başladı. Geçmişte “devletin malını yedirmem” ilkesinin tutkunu olan ekonomi bürokrasisini Özal adım adım etkisizleştirdi yetkilerin bir bölümünü Batı’da yetişmiş “prensler”e devretti. Özelleştirmelerde, kamu ihalelerinde, kentsel rantlarda, teşviklerde, şirketler, bankalar “kurtarılırken” yepyeni “ihsan dağıtma” mekanizmaları oluştu eskileri yoğunlaştı. Yolsuzluk giderek kişiselleşti. Başbakanla, bakanlarla iş çevreleri arasındaki ilişkiler fazla yakınlaştı lâubalileşti “ihsanlar” buna göre dağıtıldı.

AKP’li dönemde, “ödüllendirme” türlerine eklenen “cezalandırma” uygulamaları iyi biliniyor. Başbakan’ın büyük patronlara, “taraf olmayan bertaraf olur hepinizin devletle işi var ayağınızı denk alın” uyarılarını ve köşe yazarları ile TV sunucularına ilişkin tasfiye listelerinin işleyişini hatırlatmaya gerek yoktur.

Özal’la başlayan “kişiselleşmiş avanta dağıtma” yöntemlerinin AKP ile birlikte dört nala yükseldiği de herkesin malûmudur. Yine de AKP yolsuzlukları üzerinde eski bilgilerini tazelemek veya bu bozuk sicili güncelleştirmek isteyenler için araştırıcı gazeteci Tuncay Mollaveyisoğlu’nun önemli kitabını salık veriyorum: Görünmez Holding (İSİM Yayınları). Kitap, kişisel ilişkilerin rantlara, avantaya dönüşmesiyle ilgili sayısız örnek içeriyor. İlginç bir boyut Başbakan’ın İtalya, Sudan, Suudi Arabistan, Dubai, Katar liderleriyle oluşturduğu kişisel bağlantıların maddi uzantılarıdır. Mollaveyisoğlu açıklıyor ki bu dönemde “köşeyi dönen iş adamları” listesi, büyük ölçüde AKP ile içli-dışlı olanlardan oluşmaktadır.

* * *

Neo-liberalizmin yolsuzluk karnesi Türkiye’ye özgü değildir. Belirleyici etken, yozlaşmış bir burjuvazinin varlığıdır. Bu burjuvazi, sırtını devlete yaslayarak zenginleşmeyi bir hayat tarzı haline getirmiştir. Siyasi iktidarları kendi içinden oluşturduğu veya kendine benzettiği zaman iyice ihya olur.

AKP dönemi de, Türkiye’de bu burjuvazinin altın yılları olmuştur.