Deprem ve devl(af)et

Devlet ne kadar sınıfsallığıyla sermayenin hizmetinde olursa olsun, kamu hizmetlerinde ne kadar ticarileşirse ticarileşsin, ne kadar piyasacı olursa olsun kaçınamayacağı, olmazsa olmazı olan görev ve sorumluluklarından biri öncesiyle, sırasında ve sonrasıyla depremle bağlantılı. 

Deprem bir doğa hareketi, bir çeşit doğal yerleşme.

İnsan için de afet olmamalı. Hele hele aklını ve bilimi kullanan, deprem risk haritasını bilerek planlama, imar ve iskan yapan insan için hiç olmamalı. Oluyorsa ya aklın toplumsal ortaklaşmasında sorun vardır ya da bu ortaklaşmaya bağlı olarak ortaya çıkan siyaset ve yönetim organizasyonunda. 

Aklın ortaklaşması ideoloji ve siyasette, bağlı olarak toplumsal düzen organizasyonunda, devlette ve hukukta kendini bulur.

Hakları, siyaseti, toplum içinde devleti, devlet içinde de iktidarı tanımlayan ve sınırlandıran anayasalar da ortak aklın ürünü (olmalı). 

Hemen her depremden sonra bir savunma gibi dile getirilen “deprem ülkesiyiz zaten” gerçeğine rağmen mevcut Anayasada olası depremler öncesi önlem, görev ve sorumluluk konusunda açık düzenleme yok. Yani üstün ve bağlayıcı olarak tanımlanan Anayasa deprem öncesi için açık, net buyurucu hükümler içermiyor.  

Dolaylı yollardan tanımlanan “devletin temel amaç ve görevleri”nin, “sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı”nın, “çevre şartlarını gözeten planlama”nın deprem öncesi bütünsel önlemlerden ne kadar uzak ve belirsiz olduğu her depremden sonra kanıtlanıyor. 

Tabii bu uzaklık ve belirsizlik sermaye sınıfı için, zenginler kesimi için değil. Piyasa ve rant kapısı olarak görülen yerleşme ve yapılaştırma, depreme dayanıklılıkta sermaye lehine, afete dönüşmede emekçi halk aleyhine ortaya çıkıyor. 

Depremi yok sayan Anayasa “afet”i unutmuyor ama burada da sorun var. Anayasa, “doğal afet”in ortaya çıkması durumunda yurdun tamamında ve bir bölgesinde cumhurbaşkanı (önceden bakanlar kurulu) tarafından olağanüstü hal ilan edilebileceğini söylüyor. 

OHAL ilanı afet alanında sorunların çözümü, yaraların sarılması için olağanüstü önlemleri gerektiriyor. İlan edilmezse sorunların çözümü yürütmenin iradesinde ve de dinselliğin kaderinde…

Anayasadaki belirsizlik pozitif kuralları kanun koyucunun takdirine bırakılıyor. Kaos kaosu doğuruyor. 

Ortada imar ve iskandan afet riski altındaki alanların dönüştürülmesine ve yapı denetimine kadar birçok kanun var. Bu kanunlarla sıklıkla oynanıyor. Devreye bir de CBK’ler girdi. Ayrıca uygulamaya yönelik birçok konu yönetmeliklere ve kamu idarelerine bırakılıyor. Bu alt mevzuattaki oynama kanunlardan daha sık ve kolay yapılıyor. 

Yapı denetimi özelin -yapı denetim kuruluşlarının- elinde. Anayasal güvenceli TMMOB ve odalar yetkileri kısıtlanarak ağır baskı altında. Bir yandan da merkezi yönetim ile yerel yönetimler arasında gel-git yaşayan görev, yetki ve sorumluluk kargaşası söz konusu. 

Hepsinin gelip dayandığı yer ise mülkiyet. Bireysel çıkar kamusal yararın önüne geçince yapılması gerekenler de özel mülkiyet setlerine takılıyor. Anayasa da, Anayasa Mahkemesi de mülkiyet hakkını diğer hakların önünde tutuyor. 

Bu setlerin bir işlevi var ki kapitalist düzenin vazgeçilmezi… Risk altındaki alanların dönüştürülmesinde ya daha risk ortaya çıkmadan yeni rant alanları yaratılıyor ya da yıkımlardan veya afetten sonra bu alanların ranta dönüştürülmesine başlanıyor.

Sonuçta sağlıklı ve dengeli çevreyi, yerleşmeyi ve yapılaşmayı gözetmesi gereken devlet rantçı ve piyasacı devlet oluveriyor. 

Her önlemde ya da müdahalede dışarıya itilen, mülksüzleştirilen veya borç batağına itilen hep emekçi halk. 

Deprem afet değil doğa hareketi. Deprem yıkmıyor, yaralamıyor, insanların canına kıymıyor. 

Afeti yaratan, kârdan, ranttan, talandan, işgalden, birikimden ve çıkardan başka bir şey düşünmeyen, kendisi için hazırlıklı ve planlı, emekçi halk için hazırlıksız ve plansız kapitalizm. Kendi çıkarı için doğaya müdahale etmekten kaçınmayan kapitalizm.

Afeti yaratan bu sömürücü düzenin iktidarı, işbirlikçisi, sınıfdaşı olan dinsel gerici destekli ve piyasacı devlet. Parlamentosu afet araştırmalarını reddetmekten kaygı duymayan devlet. 

Deprem öncesi imar ve denetim yapısı, bir avuç sermayedarın, zenginin ve ömrünü borçlanarak geçirmeye tutsak olan az sayıdaki kimi orta ve üst gelir gruplarının yıkılmayan binalarda oturmasına, çalışmasına yarayan düzeni yaşatmaya yarıyor.  

Emekçi halka kalansa çaresizlik içinde gösterilen yüksek kiralı ve faturalı barınma… Ve de afet, yıkımlar, can kayıpları…

Asıl çaresiz olan kapitalizmin kendisi. Onların yarattıkları felaketler de düzen içinde çaresiz. 

Çaresizliklerinden fırsat yaratmaya kalkışıyorlar, kurtarıcı rol ve yeni rant fırsatı…

Kapitalizmin ve ilişkilerinin olağan karşılanması sermayenin egemenliğini sağlarken sömürü ilişkilerini ve felaketlerini de birlikte yaratıyor. 

Özel mülkiyetin ve kapitalizmin çıkarının sınırsızca öne çıkması, sermaye sınıfının haklarını öne çıkarıyor, emekçi halkın hakları göstermelik ve gasp edilebilir hale geliyor.    

Devlet olanaklarıyla, hukukla, yandaş medyayla boyanan gözlere, siyasetsizleştirmelere ve dinsel kılıflara kanmıyor artık emekçi halk. 

Biliniyor ki artık, bu piyasacı ve gerici düzen sürdükçe her depremden sonra ve her yeni depremde aynı tas aynı hamam.

Biliniyor ki artık, sağlıklı çevre ve yapı denetimi dedikleri yalnızca zenginler için.

Biliniyor ki artık, insan insanı sömürdükçe afetlerden kurtuluş yok.

Biliniyor ki artık, gelecek aynı gemideki bu sömürücü düzene teslim edilemez. 

Biliniyor ki artık, bilime, halkın katılımına ve denetimine açık çalışmalarla depremlerin afete dönüşmediği, insanın insanı sömürmediği bir düzen kurmak hiç de uzakta değil.*

*Bu konuda, Türkiye Komünist Partisi tarafından hazırlanan Toplumcu Anayasa Taslağında yer alan öneriler "Kapitalizmin felaketinde deprem" yazısında okunabilir.