Kapitalizmin felaketinde deprem

Gericilerin her depremi dinselliğe, inanç eksikliğine bağlamaları yalnızca kendi çaresizliklerini örtmek için değil, kapitalizmin felaketini ve çürütmesini örtüyorlar.

Kapitalizm de bu tür teraneleri istiyor.  

Her işçi cinayetinde kazaya ve fıtrata, her kadın cinayetinde erkek mağduriyeti ve kızgınlığına sığınanlarla her sel baskınında yağış miktarına sığınanlar arasında fark yok. 

Deprem de en büyük doğal afet. “Deprem bölgesinde yaşıyoruz zaten” sözleriyle geçiştirilemeyecek kadar büyük. Ama çaresiz değil. 

Piyasaya kurban etmeye çalıştıkları bilim tanımlıyor fayları, depremi ve riskini. Öncesiyle, anıyla ve sonrasıyla bütünsel bakmak gerekiyor. 

Maddi ve manevi yaşamla, kamusallıkla, yerleşme ve şehirleşmeyle, imar ve iskanla, sağlıklı ve dengeli bir çevreyle, mülkiyetle, her türlü denetim ve güvenlikle, bireysel ve toplumsal sorumlulukla, devletin organizasyonu ve görevleriyle, örgütlenme ve kamuculukla, fiziksel ve ekonomik planlamayla ve daha birçok başlıkla bütünsel bakmak gerekiyor.

Bu kavramlar hukukun da kavramları. Deprem bölgesinde yerleşik bir toplum için hukuka da iş düşüyor. Öyle keyfince toprağa, suya, kıyıya, yeraltı ve yerüstüne el atma, sınırsızca özel mülk sahipliği ve kullanımı, sınırsızca yapılaşma olmamalı ki, kapitalizmin doğaya ve insana sınırsızca ve keyfice sahip olmasına göz yumulmamalı ki deprem felakete dönüşüp çaresizliğe mahkum olmasın.

Birçok deprem oldu; öncesi, anı ve sonrasıyla ilgili olarak birçok hukuksal önleme başvuruldu ama kalıcı ve sonuç alıcı önlemler olmadı bunlar. Çünkü doğal afet hukuku hep bir duvara gelip tosladı: kapitalizmin duvarına… Kural koyucular ve hukukçular kadar rant uğruna gözlerini yumarak işgale izin verenler ve affını sunanlar da ortağı oldu düzenin. 

Bağlayıcı ve üstün olan Anayasa’da yalnızca bir yerde, olağanüstü hal ilanında geçiyor “tabii afet”.   

Her seferinde üst ve bağlayıcı anayasal düzenlemelerin ve emredici kuralların eksikliğinden, denetimsizlikten söz etti bilim insanları. Çok disiplinli çalışma grupları kuruldu. Anayasal çalışmalar yapıldı, kural önerileri geliştirildi. Ama bunların öze dokunanları rafa kaldırıldı.

Yasalar ve yönetmelikler değişti, kurumlar değişti, hukuk harekete geçti; deprem sigortası getirildi, mali yükümlülüklere ve yardımlara başvuruldu. Ama aflar da getirildi. Bunlar görmezlikten gelinemez. Sonuçta binalar yıkılmaya, yollar yarılmaya, insanlar yaralanmaya ya da hayatını kaybetmeye devam ediyor; felaket devam ediyor. Ek vergi ve yardımlar da deprem dışında her yere harcanıyor. 

Dokunulmaz gösterilen öz, kapitalizmin özü… Kapitalist dünya ve hukuku bireysel ve toplumsal yaşamın, hak ve özgürlüklerin, toplumsal ilişkilerin ve doğanın özüne dokunmaya kalkışırken kapitalizmin özüne dokunmaz. Bu istisna değil sınıfsal asıl.

Kentleri kapitalizmin ihtiyaçları biçimlendiriyor, doğa o ihtiyaçlar için tahrip ediliyor. Kentsel dönüşüm dedikleri, doğal afete yönelik iyileştirmeye değil ranta; emeğe ve emekçiye değil sermayeye ve kârına odaklanıyor. Ayrıcalıklı olanlar kazanıyor, emekçi halk hep bedel ödüyor. Barınma ve yerleşme hakkı mülkiyetle ve piyasayla bağlantılı olarak var. Ve kente karşı, doğaya karşı suç işleniyor.

Anayasa’da “sağlıklı ve düzenli kentleşme”den, “insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak”tan söz ediliyor ama soyut. Diğer mevzuattaki somutlaştırma adımlarının ortaya çıkardığı sonuçsa; burjuvazinin villaları, binaları yıkılmaz derecede sağlam yapılırken emekçi halkın yaşam mekanları güvencesiz, piyasanın oluruna bırakılmış ve her an rant için el konulabilir durumda.

Holding binaları teknoloji eseri oluyor ama Sevgi Soysal’ın “Yenişehir’de Bir Öğle Vakti” romanındaki gibi çürüyen kavak emekçi halkın üzerine yıkılıyor.  

Çözüm dedikleri, toprağın talanı, emeğin talanı, yağmacılık… Çözüm dedikleri yeniden ve yeniden sorun üretiyor. 

Sınıflı devletin Anayasası doğal afeti OHAL ilan edilebilecek durumlar arasında saymanın ötesine geçemezken, aslında geçmezken, Türkiye Komünist Partisi tarafından hazırlanan “Toplumcu Anayasa” için taslakta bakın nasıl görev, sorumluluk, katılım ve denetim ortaya çıkıyor.    

Anayasa taslağının “Toplumsal Gelişme ve Kültür” bölümünde, moral ve fiziksel açıdan insanların kendilerini yeniden üretebilecekleri mekanlarda yaşama hakkına sahip olma hakkından ve bu hak doğrultusunda bütün yurttaşlara ihtiyaçlarına uygun konut sunulmasından söz edilirken, “konutların depremsel ve öteki doğa olaylarından etkilenmeyecek yapıda üretilmeleri ya da bu özelliklere sahip duruma getirilmeleri için” her türlü önlemin alınması anayasal bir görev ve sorumluluk olarak tanımlanıyor.

Konut için öngörülen düzenleme bağımsız bir maddede genelleştiriliyor. Buna göre: “Doğal afetlerin yıkıcı etkisini en aza indirmek ve yok etmek için gerekli kaynakların ayrılması, bu yönde bilimsel çalışmalar yürütülerek sonuçlarının uygulamaya geçirilmesi devletin sorumluluğudur”. 

Daha da önemlisi doğal afetlerle ilgili çalışma ve uygulamalara halkın katılımı ve denetimi. Toplumcu Anayasa’ya göre bu çalışmaların, “halkın bilgisine, katılımına ve denetimine açık olarak gerçekleştirilmesi zorunludur”.

Kapitalizmin felaketini yok edecek olan belli: Toplumcu Anayasayı uygulamak için gerekli siyasi koşulları yaratacak örgütlü mücadele ve sosyalist devrim.