Üniversiteler, Patatesler ve Köpekler

KENTİN SESİ - İZMİR Yazıları

CIA her ülkeden toplayıp ABD’de eğittiği ajan adaylarını bir mezuniyet sınavına sokar. CIA başkanının da katıldığı sınavda, ajan adaylarının iyi kamufle olup olmadığı sınanacaktır. Her adaya içine girerek kamufle olacağı bir çuval verilir. Görevlilerin eşlik ettiği CIA başkanı, ilk çuvalı ayağıyla hafif dürterek sınava başlar. Çuvaldan bir köpek havlaması sesi duyulur. CIA başkanı ve etrafındakiler adayın sınavı geçtiğini başlarını sallayarak memnuniyetle onaylar. Başkan ikinci çuvalın başına geçip yine ayağıyla hafifçe çuvalı yoklar. Çuvaldan ses çıkmaz. Başkan bu kez çuvalı tekmelemeye başlar. Yine ses yoktur. Çaresiz önce başkan sonra eğitmenler ellerinde sopalarla çuvala girişirler. Yorgunluktan kısa bir ara verdikleri sırada çuvaldan “Temel”in cılız, bitkin sesi duyulur: “Patates…patates… patates…”

***

Metin abinin yaklaşık 15 yıl önce bir sohbette dile getirdiği sözleri şimdi yine hatırlıyorum. Kısaca 60’lar ve 70’lerde siyasi mücadeleye katılmayan insanların onurlu bir yaşam sürdürme şansları varken, günümüzde bu olanağın ortadan kalktığını söylemişti.

O an aklıma hemen 60’lı ve 70’li yılların Türk filmleri gelmişti. 70’lerin Kemal Sunal, Metin Akpınar, Zeki Alasya, Minur Özkul, Şener Şen filmleri ve 60’ların Suphi Kaner, Öztürk Serengil, Ahmet Tarık Tekçe, Cevat Kurtuluş, Hüseyin Baradan ve Vahi Öz filmleri.

Bu önermenin geçerliliği her yıl daha fazla artıyor. Ayrıksı örnekler bir yana sanırım Türk sineması da 60 ve 70’lerin sinemasından her yıl daha da uzaklaşıyor. Şimdi elimizde kala kala Türk Telekom’un Cem Yılmaz’ı, Turkcell’in Şahan Gökbakar’ı ve Vodafone’un Şafak Sezer’i var.

Bu “haberleşme soytarıları” ile yoksulluk içinde intihar eden Suphi Kaner arasında hiç bir benzerlik yok.

Köydeki ağasına “faşo ağa” demesini Kemal Sunal’a kim öğremişti?

***

Giderek daha fazla görünür hale gelen bu olgu soL’da bir süredir “toplumsal çürüme” kavramı ile açıklanıyor.

Ancak çürümenin derecesi de siyahtan beyaza doğru açılan bir gri skala ile ölçülmeli. Çürümeden çürümeye fark var. Yeni çürümeye başlamakla neredeyse kurtlardan tanınmaz hale gelmiş olmak arasında fark var.

Çürümenin bu kurtlanmış safhasına “köpekleşme” demeyi tercih ediyorum ve konuyu İzmir’deki üniversitelere getirmek istiyorum.

***

İzmir’deki neredeyse her üniversitede mühendislikten, tıp bilimlerine ve sosyal bilimlere kadar birer ikişer bölümü bir şekilde uzaktan ya da yakından tanımışlığım oldu.

“Tanrı” rektörler, “tanrı” dekanlar, “tanrı” bölüm başkanları, “tanrı” öğretim üyeleri…

Yeri geldiğinde her birinin bir üst makamın karşısında nasıl “köpekleştiğini”, yeri geldiğinden her birinin bir alt ünvana karşı nasıl “köpekleştiğini” uzun uzun anlatabilirim.

Çelişkili değil!

Sadece ne zaman kuyruk sallanıp, ne zaman havlanması gerektiğinin iyi bilmek gerekiyor.

İzmir’deki üniversitelerde herkes sessizce “işini” yapıyor olağan zamanlarda: Ya sallanan kuyruklar ya da patates numarası yapanlar çuvallların içinden belli olmuyor!

Sonra çuvala girmek istemeyen ya da çuvaldan çıkmak isteyen birileri mi çıktı, o zaman başlıyor çuvallar dürtülmeye. Havlayan havlayana.

***

Bu arada konuyla bir ilgisi yok ama Üniversite Konseyleri Derneği (ÜKD) üyesi bir arkadaşımızın araştırma görevlilerinin özlük hakları ve yabancı dilde eğitime karşı mücadelesi üniversiteden atılması ile sonuçlandı.

Konuyla ilgisi yok çünkü olay İstanbul’da gerçekleşti. Biliyorsunuz bu köşede sadece İzmir üzerine yazıyoruz.

İlk önce üniversite yönetimi bu eylemlere katılanlara tehdit mektupları gönderiyor.

Sonra eylemleri örgütleyen araştırma görevlisi Nihan Elmas arkadaşımızın yüksek lisans tezi reddediliyor ve üniversite ile ilişiği kesiliyor. Bu süreç o kadar hızlı işliyor ki arkadaşımız hastalanıp sevk almaya gidince atıldığından haberdar oluyor.

Yani üniversiteden atılmak girmeye benzemiyor. Atılmak çok çok daha kolay ve hızlı!

Dekan yardımcısı olan tez hocası önce tez için bir yıl uzatma süresi veriyor sonra da arkadaşımız jüri önüne çıkınca aynı hoca birden fikir değiştirip tezin reddedilmesini öneriyor.*

***

Neyse konuyu dağıtmayıp yine İzmir’e dönelim. Yaklaşık üç yıl önce Dokuz Eylül Üniversitesi Ortopedi Anabilim Dalı öğretim üyesi ve ÜKD başkanı olan İzge Günal hocamız, hastahanedeki işlerine son verilen temizlik işçilerinin haklarını aradığı için üniversiteden atılmıştı.**

Örgütlü bir mücadele sonucu İzge hoca kısa bir süre sonra yeniden görevine döndü.

Havlayan köpek ısırır mı ısırmaz mı test etmedim ama bir ihitmal de köpeklerin kuyruğu kıstırıp olay yerinden uzaklaşması.

Diyeceğim insanın “köpekleşmesi” bir doğa kanunu değil.

Ayrıca sorun şu ki Metin abinin öngördüğü gibi zor zamanlardan geçiyoruz. Artık “köpekleşmenin” insan olmak dışında bir alternatifi yok. Giderek sopalar kalınlaşıyor ve görevliler çoğalıyor. Yani patates numarası yapmak giderek zorlaşıyor.

Sopaya dayanıklı patates olmak da var. Ama onlar da zamanla filizlenip, kurtlanacaktır.

Son kertede çuvala girmek öyle ya da böyle “köpekleşme” ile sonuçlanacaktır.

Yine de umutlu olmak için nedenlerimiz var, üstelik aynı şehirde, İzmir’de.

Önümüzdeki hafta, 3-6 Eylül tarihleri arasında akademi içinden ya da dışından onurlu bilim insanları Karaburun Bilim Kongresi’nde buluşuyor.

“Köpeklerin ve patateslerin” düzenleyip katıldığı kongrelerden değil bu kongre.

Umuyorum, İzmir’deki bu kongrede, çuvala sokulmaya çalışılan diğer illerdeki akademisyen arkadaşlara dair bir eylemlilik de örgütlenecektir.

* http://haber.sol.org.tr/sonuncu-kavga/ukd-den-itu-de-haksizlik-iddiasi-haberi-17066

** http://www.universitekonseyleri.org/node/33