Bugün kadına yönelik şiddeti yok etmek için, toplumsal kurtuluş için, sınırları aşma yürekliliği gerekiyor. Yeniden varolmak bir başka dünyaya bakmaktır, yürek ister.
Son günlerde evlerde, sokaklarda, karakollarda, işyerlerinde ve mahkemelerde kadına yönelik şiddet dayanılmaz bir hal aldı. Toplum bir yangın yeri. Bir yandan işsizlik bir yandan ağır sömürü koşulları diğer yandan gericilik tutuşturuyor yangını. İş bulamayanlar, hiçbir yerde olmayanlar, çalıştıkça yoksullaşanlar, işten atılanlar, geçinemeyenler, sefaletin içindekiler, tarikatlarda, cemaatlerde olanlar kadınlara şiddeti boca ediyor adeta. Ancak haberiniz olsun, umutsuz, karamsar, üzgün olmaktan öte öfkeliyiz, hem de çok öfkeli.
Şiddet dayanılmaz, açıklaması daha da dayanılmaz. Burjuva sosyal bilimcilerin radikalleri de ana akımcıları da aynı şeylere işaret edip duruyor: Kadın-erkek ilişkilerinde bağlanma sorunları, kıskançlık, büyük kentlerde tutunamama halleri, uyuşturucu kullanımı, eğitimsizlik… Failin günahlarını işaret eden bu başlıklar sıralanıyor ve açıklama sorunu çözülüyor. Burjuva sosyal bilimlerinin herhangi bir konuyu değil tedavi, teşhis bile edemediğini bir kez daha görüyoruz. Bu konuşulanlar sadece sınıflı toplumun görünümleridir, büyük ustanın dediği gibi, “Her şey göründüğü gibi olsaydı, bilime gerek kalmazdı.” Kadına şiddeti açıklamak ancak tarihsel maddeci bir yaklaşımla, kadın sorununu sınıf sorunu kapsamında ele almakla mümkün. Ve şiddeti kökünden yok etmek de ancak yeni bir hayatı, eşitlikçi bir toplumu kurmakla gerçekleşebilir. Dolayısıyla kadına yönelik şiddeti ortadan kaldırmak bir temenni değil, bir politik mücadeledir.
Sınıf analiziyle baktığımızda, şiddetin son dönemde inşa edilen emek rejimi içinde biriktiğini belirtmeliyiz. Emek rejimi kavramı, genelde emekçilerin özelde de kadınların işyerlerinde ve gündelik hayatta kurdukları toplumsal ilişkileri, iktisadi, siyasi ve ideolojik yapılarla birlikte anlamayı ve açıklamayı sağlıyor. Bugünün emek rejiminin bir ayağı kuşkusuz neoliberalizmdir. Güvencesiz çalışma, yoğun işsizlik, kamusal hizmetlerin metalaştırılması, birey ve rekabet örülü ideolojiler kadınların karşı karşıya kaldıkları süreçlerdir. Bir diğer ayağı ise gericiliktir. Hem işyerlerinde hem gündelik hayatta gerici değerler kadını her anlamda sınırlandırıyor. Açıktır ki bu emek rejimi hem kadın emekçiler hem de erkek emekçiler için şiddet üretiyor. Kadınları şiddetin mağduru yaparken, erkekleri de şiddetin faili yapıyor.
Son yıllarda inşa edilen emek rejimi öncelikle piyasa şiddetini körüklüyor. Kadın emekçileri doğrudan emek piyasasına fırlatıyor. Piyasaya fırlatılan kadın emekçiler için işsizlik ve istihdam iç içe geçmiştir. Taşeron çalışma, evde çalışma, sözleşmeli çalışma, kısmi zamanlı çalışma gibi esnek istihdamda kadınlar işsizlik tehdidini her an hissediyorlar. İşsizlik korku yaratır. İşten atılan ya da iş verilmeyenlerin sayısı ne kadar çok ise, çalışanlar için baskı da o derece yoğundur. İşsizlik, çalışanlara vaat edilen uzun çalışma saatleri, kayıtsız ve esnek istihdam koşullarıdır.
İşyerleri de emek rejiminin parçası olarak şiddeti derinleştiriyor. İşverenler kadınları “uysal”, “itaatkar” ve “sorun çıkarmayan” olarak görmek istiyor. İşyerlerinde kadın emekçilerin dayanışmasını mümkün kılacak zaman ve mekan örgütlenmesi zayıflıyor. Sürekli risk altında çalışmak yalnızlaştırıyor onları. İç dünyalarına sürükleniyor ve “biz” zamirinden çekiniyorlar.
Emek rejimi üstünde yükseldiği neoliberal ve gerici politikalarla yeniden üretim alanında da şiddeti artırıyor. Evin içinde kadınlar, hem piyasaya dönük üretim yaparak para kazanıyor hem ev işlerini yürütüyor hem çocuk bakıyor hem de yaşlı bakıyor. Bununla birlikte dinsel kodlarla örülmüş “makbul kadınlar” olmaları da bekleniyor.
Değerler alanında emek rejiminin yarattığı gerici şiddet ise en sert ve çıplak olanı. Dini kurallar kadınlara dayatılmakta, onlar en çok dini uygulamalarla sindirilmeye çalışılmaktadır. Kadınların giyimi, toplumsal yaşamda varoluşu laikliğin ortadan kaldırılmasının ilk eşiğidir. Laikliğe dönük saldırılar, kadınların eşitlik iddiasının dine küfür olarak tanımlanmasına kadar uzanıyor. Laikliğin yok edilmesi, onları denetim altına alırken, kadın düşmanlığı da toplumun dinselleştirilmesinin en temel stratejisi olarak uygulamaya konuyor.
Yeniden varolma mücadelesi vereceğiz kadınlar olarak. Kadınlar olarak vereceğimiz mücadele sınıf kardeşlerimizin, arkadaşlarımızın, sevdiklerimizin içinde bulunduğu emek mücadelesinin ayrılmaz bir parçası olacak. Bu mücadele yurttaş, yoldaş ve özgür kadınların sesi, sözü, iradesi ve eylemliliğiyle yükselecek.
Yurttaş kadınlar. Kadınların yeniden varolabilmesi evde, işte ve toplumsal hayatta sosyal yurttaşlar olmalarından geçiyor. Kadın ve erkek, yaşamın üretiminde ve yaşamdan pay almada aynı haklara ve kolektif sorumluluklara sahipse ancak yurttaşlıktan söz edebiliriz. Yurttaşlık bugünün emek rejiminin karşısında en ön barikatlardan biridir. Yurttaşlık temelleri emekçilerin kolektif haklarına dayanan bir rejim içinde gerçekleşebilir. Dolayısıyla bugün emekçi sınıfın kolektif haklarının yeniden yükselmesi temel hedeftir. Eşit işe eşit ücret ilkesi, tüm kadın yurttaşlara sosyal güvence, mesleki eğitim ve öğrenim hakkı, kadınların çalışabilmesi ve toplumsal ilerlemenin eşit unsurları olabilmeleri için çocuklarla, yaşlılarla ilgili devletin sorumluluk alması ancak yurttaşlığın tesisiyle hayata geçirilebilir.
Yoldaş kadınlar. Kadın yoldaşlığıyla, bu toplumdaki şiddeti dağıtacak ve yeniden varolabilmenin yolunu açacağız. Yoldaşlık, emek rejimine yaslanarak halk üzerinde baskı kuran güçlere karşı sıradan ve sahici kadınların kendi kaderlerini ellerine alma mücadelesidir. Onların yoldaşlığı birçok değer taşır: Sorumluluk, irade, kararlılık, gözü peklik ve samimiyet. Ve bu yoldaşlık bugün liberalizmden sosyalist siyasete sızan aktivizmden çok farklıdır. Yoldaş kadınlar üretime, siyasete ve toplumun inşasına her alanda eşit olarak katılır. Kadınlar siyasallaşma pratiklerinde getirdikleri yenilikçi değerlerle, siyasete katılımda yarattıkları iletişimle yoldaşlığı zenginleştirip geliştirirler. Bu süreçte onların üretken ve yaratıcı enerjilerini tekrar hatırlamalı, bunları yeniden var etmenin koşulları üzerine düşünmeliyiz.
Özgür kadınlar. Kadının özgürleşmesi ile yeni bir hayatın, yeni bir toplumun inşası birbirinden ayrı düşünülemez. Yeniden varolabilme mücadelesinde kadının özgürleşmesi, bireysel hareket serbestisi ya da kendi bedeni üzerindeki hakimiyeti ile sınırlandırılamayacak kadar büyük bir ufkun parçasıdır. Özgürlük, kadının yalnızca bireysel yaşamında değil toplumsal yaşamda da söz sahibi olması ve bu deneyim içinde kendi niteliklerini kaybetmeden var olabilmesidir.
Bugün kadına yönelik şiddeti yok etmek için, toplumsal kurtuluş için, sınırları aşma yürekliliği gerekiyor. Yeniden varolmak bir başka dünyaya bakmaktır, yürek ister. Bu yürek de kadınlarda var. “Biz işçi kadınlar, Ekim Devrimi'nden sonra ancak güneşi gördük” diyor bir kadın Pravda’ya yazdığı mektupta. Bu kara günlere inat, biz kadınlar güneşi tekrar göreceğiz, mutlaka!