Yıl bitmeden, daha güçlü selamlayalım. Sosyalist ufku konuşmamız gereken bugün yere, göğe, dağa, taşa Lenin diye seslenelim.
Lenin’le olmak! 100. yılda saygıyla
Gamze Yücesan Özdemir
2024 yılı, Lenin’in 100. ölüm yıldönümüne karşılık geldi. Kapitalizm kendisiyle birlikte tüm halkları ve gezegeni açık bir yok oluşa sürüklerken, sosyalizmi kurmuş olan Lenin’i heyecanla ve dirençle selamladık mı? Dünyada ve ülkemizde bazı sosyalist partiler “Lenin yılı” ilan ettiler, bazı sosyalist çevrelerde konferanslar, paneller düzenlendi, bazı dergiler sayılarını Lenin’e ayırdı. Ama yoksulluğun ve sömürünün bu yiğit savaşçısı için sönüktü. Yıl bitmeden, daha güçlü selamlayalım. Sosyalist ufku konuşmamız gereken bugün yere, göğe, dağa, taşa Lenin diye seslenelim.
Bugün burjuva siyasetinin içi boş kavramlarına, imkansız vaatlerine hapsolmayan ve ona tutsak olmayan bir siyasete ihtiyacımız var. Ekonomisiyle, kurumlarıyla, toplumsal ilişkileriyle, kültürüyle ve değerleriyle başka bir toplumu var etmeye ihtiyacımız var. Bu, Lenin’le olmak değil mi? Evet, Lenin’le olmak. Onunla olmak için çok neden var.
Lenin’le olmak siyasal ufku sosyalizm olarak görmektir. Devrim sözcüğünün ve fikrinin ayak bağı haline geldiği bir zamanda devrim fikrini canlı tutmaktır. Kapitalizmin ideologları Sovyetler Birliği’nin ve sosyalist bloğun dağılmasının ardından “başka alternatif yok” dediler. “İlla ki geleceğe bakacaksanız, ancak distopyalar görürsünüz” diye eklediler. Bu, kapitalizmin ideologlarından beklenebilir bir söylemsel stratejiydi. Ama sol liberaller de bu kervana katıldılar. Genelden özele, bütünden tekile, tarihsellikten konjonktüre, tutarlılıktan eklektisizme, sınıftan kimliklere yöneldikçe gelecek hayali de tanınmaz hale geldi. Geleceğin toplumunu hedeflemek, onu inşa edecek iradeyi oluşturmak, onun için sorumluluk almak ve o topluma doğru yürümek totaliter ve baskıcı bir genelleme olarak tanımlandı. Bugün kapitalizmin içinde kalarak geliştirilen talepleri aşan bir siyasal ufka, sosyalizme mecburuz. Gerektiğinde her şeyi bir kenara bırakarak… Lenin’in İkinci Enternasyonel’den kopuşunda olduğu gibi… Yeniden defterler tutarak…
Lenin’le olmak, siyasal özneyi işçi sınıfı olarak tanımlamaktır. İşçi sınıfıyla ittifakları da devrim için ve emperyalizme karşı değerlendirmektir. Son yıllarda siyasal özne muğlaklaştı. Etnisite, toplumsal cinsiyet ve kimliklerle şekillenen bir “ötekiler” kavrayışı hakim oldu. Toplum içindeki farklı konumlanımları adlandırmak için ezilenler, madunlar, sınıf-altı, prekarya, kent paryaları gibi tarihsel maddecilikle uyuşmayan kavramlar entelektüel bir coşkuyla dolaşıma sokuldu. Sol entelektüellerce sahiplenilen kesişimsellik kavramı, sınıf, cinsiyet ve etnisiteyi adaletsizlik ve zulüm üreten mekanizmaların aksları olarak kavradı. Bu akslar arası hiyerarşik bir sıralamayı reddetti. Sınıfı, sosyal gerçekliği açıklayan birçok parametreden birine indirgemeye çalışırken büsbütün anlamsızlaştırdı. Oysa ki biz, Lenin gibi, yeniden hatırlamalıyız değer yasasının içinde çalıştığı politik alanı.
Sınıf, kapitalist üretim ilişkilerini hem açıklama hem de onu aşma gücüne sahip analitik kategori ve tarihsel öznedir. Lenin’in de hep benimsediği gibi, kendi sınıf çıkarını hem içinde yaşadığı toplumun ortak çıkarı hem de insanlık çıkarı olarak örgütleme potansiyeline sahip olan biricik sınıf işçi sınıfıdır. Ayrıca toplumsal birliği kurma kapasitesine sahip bir başka tarihsel ve evrensel özne yoktur. Son yıllarda yaşanan en temel gelişme ise, sınıf içi katmanların birbirlerinden hiç olmadığı kadar ayrışması ve gündelik kültürel süreçlerinin farklılaşmasıdır. Diğer yandan bu parçalanma, genel proleterleşme süreciyle paralel ilerlemekte ve yapısal bir benzeşmeyi de zorlamaktadır. Önümüzdeki günleri ve yaşamı farklı kılabilecek tek şey sınıfın siyasal özne olarak tarih sahnesine çıkmasıdır.
Lenin’le olmak emperyalizmle köklü bir hesaplaşmanın tarafı olmaktır. Emperyalizm hep gündemdedir ancak çoğu yerde solun duruşu muğlaktır. Ortadoğu kan olup akmaktadır, emperyalistlerin insan haklarına dayalı değer ve kurumlar ihraç etme politikaları tümüyle iflas etmiştir. Sol iddiasında olanlardan ise güçlü bir ses yükselmemektedir. Geçen yıl ülkede mecliste yapılan NATO oylamasında, devrimci ve sosyalist geleneğinin devamı olan yapılardan gelen vekillerinden, tek birinden “Hayır” oyu çıkmamıştır. Ne denir buna? Emperyalizme karşı olma, emekçi sınıflarla birlikte yol almanın temelidir. “Ama”sız, “fakat”sız, “aslında”sız bir duruşunuz yok ise emekçilerin yolundan ayrılmışsınız demektir.
Lenin’le olmak, örgütün mücadelenin parçası olduğu yerde kök salmaktır. Son yıllarda hem dünyada hem ülkemizde yükselen itirazlarda, ortaya çıkan forum, platform, parti gibi deneyimlerde “yataylık”, “farklılıklarla yan yana durma”, “merkezsizlik” ve “lidersizlik” vurgusu öne çıktı. Bu örgütlenmeler dünyanın hiçbir yerinde siyasal iktidarı yerinden edecek sonuçlara ulaşamadı. Bu örgütlenmelerin hararetli savunucuları bile geri adım attılar. “Yatay örgütlenmeyi fetişleştirme pahasına dikey örgütlenme tarzlarını kovmak korkunç bir hataydı” gibi açıklamalar yaptılar.
Devrimci örgütlenme, Lenin’in izinde sınıfsal cevheri ortaya çıkaracak politik ve pratik çabalar üzerinde yükselmelidir. Sınıfsal cevher, işçi sınıfının toplumsalın üretiminde, yönetiminde ve geleceğinde kurucu özne olma çabasının işlenmesidir. İşçi sınıfının kendiliğinden varlığı, tek başına var olan düzeni değiştirmeye ve değiştirdiği düzen yerine özgür ve eşitlikçi bir toplumsal sistem kurmaya yeterli değildir. Zaten öyle olsaydı siyasal, ideolojik, entelektüel mücadeleye de hiç gerek kalmazdı. Önümüzdeki yol, onun izinden, sınıfın partisini, örgütünü, örgütlenişini ve programını güçlü kılmaktır.
Lenin’le olmak, nesnel koşulları unutmadan devrimci iradeye sahip olmaktır. Devrimci irade hem teori hem yürek ister. Teoride netlik ve sertlik bir yanda, emekçi halk sınıflarıyla nefes alıp verme ve tek yürek olma diğer yanda. Son yıllarda teorinin sertliği, “mücadele içinde ittifaklara kapalı olma”, “elleri kirletmekten kaçınma” gibi tanımlarla eleştiriliyor. Sol siyasette, ittifak içinde yan yana durduğu yapıların ayaklarına basmamak için rengini solduran, diyeceğini yutan, “ama…” diyen bir tutum yükseliyor. Teori burjuvaziyle anlaşmaz, emperyalizmle uzlaşmaz, gericiliğe geçit vermez. Yürek cesarettir, devrimi hep bir ihtimal olarak görme tutkusudur. Teori ve yürek birlikte Lenin’dir.
Ekim Devrimi’yle Lenin, başka bir dünyanın kapısını açarak, belirli bir ülkenin yurttaşları için değil hepimiz için açarak, kendi öncesindeki devrimlerin tümünden ileri gitmiştir. Gerçek anlamda evrenseldir. O kapının kapatılamaz olduğunu, önüne perde çekip ışığını yok etmeye çalışanlar kadar o kapıdan geçmek isteyenler de biliyor. Onsuz geçen 100 yılın ardından Lenin’le olmak, anımsamak değil hiç unutmamak, solun uzun gecesi sona ererken sosyalizmi yeniden talep etmek ve inşa etmektir.