O sahada işlenen suç salt 15 yaşındaki çocukların cezalandırılmaları, okuldan atılmalarıyla filan giderilemez. Suç toplumsal ise -ki öyledir-, yanıtın da toplumsal ağırlık taşıması gerekir.

Türkiye’nin Nazizmle imtihanı

Dış politika gündeminin yoğun olduğu günler yaşadık. NATO’nun genişlemesi bahsinde Akepe’nin Finlandiya’ya “eyvallah”, İsveç’e “biz seni belki sonra ararız” cevabı netleşti. Bununla ilgili görüşlerimi ben aslında 30 Ocak tarihli yazımda özetlemiştim. Finlandiya Cumhurbaşkanı’nın ziyaretiyle birlikte bu konu biraz daha açıklık kazandı. Bu konuda soL Portal ve Birgün gazetesindeki benim de katkı verdiğim değerlendirmeleri okumanızı da arzu ederim doğrusu.

Öte yandan Alanyaspor’dan sorumlu Devlet Sekreteri’nin Mısır’a yaptığı ziyaretten çıkan ve çıkmayan sonuçlar da öne çıkan bir başka konuydu. Batı’da, Fransa’da emekçiler sermayenin acar çocuğu Macron’un emeklilik yaşını 64’e taşıma inadına sokaklarda yanıt vermeye devam etmekteler. Bugün CHP’ye yanlamış görünen bir çuval akademisyenin “sağ-sol mu kaldı canım?” mealindeki zırvalarının aksine sermaye-emek mücadelesinin kesintisiz sürdüğünün daha açık bir kanıtı olamaz.

Bugün ele almaya çalışacağım konu bir yanıyla güncel bir yanıyla zamandan bağımsız diye düşünüyorum. Nazizm diye bir olgu var dünya tarihinde. Bir bakıma faşizmin Almancası, her bakımdan insanlığın yüz karası.

Yaşamakta olduğumuz onca felâketin ve büyüyen sorunun arasında Nazizm en azından bir süreliğine gelip oturdu gözlük camlarımın az ötesine bu hafta. İstanbul Üsküdar Amerikan Lisesi ile Ulus Özel Musevi Lisesi arasında 14 Mart’ta oynanan futbol maçında bir ya da birden çok öğrencinin atılan bir gol sonrasında sevinçlerini Nazi selamıyla ifade etmelerinden söz ediyorum. İddia sözcüğünü kullanmadım  zira sonrasındaki gelişmeler sevimsiz ve çirkin bir şeyler yaşandığını doğrular nitelikte. Konu TBMM’de HDP Milletvekili Ali Kenanoğlu tarafından gündeme getirildi. Türk Yahudi Toplumu bir açıklama yaptı. Millî Eğitim Bakanlığı ise bir soruşturma başlattığını duyurdu. Peki böyle bir şey ilk kez mi oluyor?

Biraz geriye gidelim. Çok değil 3 yıl önce, Mart 2020’de, en çok kazanan alışveriş sitelerinden birinde çocuklar için Nazi amblemli kıyafetler satıldığı ortaya çıkmıştı. Çocuklar için ifadesinin altını bir kez daha çizelim. Olay sosyal medyaya yansıyınca o alışveriş sitesi biz yapmadık, üretici firma şey etmiş diye sıyrıldı. Üretici firmanın güya özür açıklaması ise yazım hatalarını düzeltmeden aktaracağım şu ifadelerle başlıyordu: “Ülke olarak birlik ve beraberliğe ihtiyaç duyduğumuz tamda şu zamanlarda...” O sırada yine kim hangi hırsızlığı yapmış, ne suç işlemiş, ne halt yemişti de birlik, beraberlik palavraları sıkmak zorunda kalmıştı hatırlamıyorum. Açıklamanın sondan bir önceki cümlesinde “Yaşanan tüm sıkıntılardan dolayı kamuoyundan özür dileriz” deniyordu. Biraz dikkatli bakınca metnin o noktasının düzeltildiği, “kamuoyunun” sözcüğünün orada başka bir sözcüğün yerini aldığı font büyüklüğündeki farklılıktan da anlaşılıyordu. Muhtemelen orada önce Musevi vatandaşlarımızdan, Türkiye Yahudi Toplumundan gibi bir ifade varken sonradan “çok da yüz vermeyelim” düşüncesiyle onlar silinmiş, renksiz, kokusuz bir “kamuoyu” ilavesiyle zevahir kurtarılmıştı. Peki, “kamuoyu” gerçekten rahatsız olmuş muydu bu Nazizm pazarlamasından? Hiç sanmıyorum. 

Naziler, Yahudi Soykırımı ya da evrensel adıyla Holokost ne zaman gündeme gelse Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve halkın ezici çoğunluğunda kıvrak bel hareketleri izliyoruz aslında. Meşrebe ve döneme göre “o zaman biz de şu kadar yüz Yahudiyi  pasaport vererek kurtardık”, “Biz yapmadık ki”, “Bizimle ne ilgisi var?”dan, “Ama İsrail de Filistinleri...”ne kadar uzanan bir kıvırtma yelpazesinden söz ediyorum. 

Mesele bu kadar basit değil. Soykırımdan başlayalım. Benim eğitim hayatımın tümü Türkiye’de geçti. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde okudum. İlkokuldan Üniversite’nin son yılına kadar ne Nazizm ne de Yahudi Soykırımı’na dair bir ders gördüğümü anımsamıyorum. Sonra Dışişleri Bakanlığı’na girdim. Sanırım çok şanslı ya da çok “torpilli” olduğumdan 12 yıl Batı Avrupa’da görev yaptım. Çocuklarımın eğitim hayatının tümü Batı Avrupa’da ve “yabancı” eğitim kurumlarında geçti. Nazizm ve Yahudi Soykırımı konusu neredeyse sürekli olarak eğitimlerinin bir parçası oldu. Meseleye bakış bağlamında aramızdaki farkı açık biçimde görme olanağı buldum. 

Şu parantezi açmazsam eksik kalır. Batı Avrupa’da bu konuların müfredatın bir parçası olması, Avrupa sermaye sınıfının ihtiyaç duyduğu anlarda Neo-nazizmin yer yer yükselmesinin, özellikle de Ukrayna savaşı bağlamında kimi çevrelerce “mazur” görülmesinin önüne de geçmedi. Bundan sonra da geçeceğini sanmıyorum.

Bununla birlikte Nazi, Nazilik, Nazizm çok kısıtlı kesimler dışında toplumun büyük çoğunluğu için ağır bir hakaret anlamı taşıyor hâlâ. O yüzden de Rusya Avrupa’yı Ukrayna’da Nazizm’e destek vermekle suçladığında, “sensin” anlamına gelecek yanıtlar veriliyor. 

Buradan şuna geleceğim. Faşizm insanlık tarihi ve toplumlar bakımından çirkin bir düşüklük seviyesi ifade eder ama Nazizm bunun en dip noktasıdır. Çünkü Naziler ya da adını doğru koyalım Nazi Almanyası Yahudileri, Romanları, Eşcinselleri ve engellileri yok etmek için neredeyse saat dakikliğinde işlemesini istedikleri bir sistemi yıllar içinde ilmek ilmek örmüştür. Bunu yaparken toplumun önemli bölümünü de dönüştürmüş ve bu soykırıma rıza üretmeyi de başarmıştır. “Biz emirleri uyguladık, haberimiz yoktu, sadece askerdik” söylemlerini üçüncü sınıf palavradan ibaret olduğu da konu üzerinde çalışan araştırmacılar tarafından ayan beyan ortaya konulmuştur. 

Nazizmin imzasını taşıyan Holokost’u tarihteki başka kitlesel halk kırımlarıyla karşılaştırmak, yarıştırmak mümkün değildir. Nazizm düzeni yaklaşık 15 yıllık bir sürede kusursuz bir insan imha mekanizmasını kurmuş, geliştirmiş ve Kızılordu’nun sillesini yiyene kadar işletmiştir. Yahudiler bu mekanizmanın doğrudan ve en geniş anlamda kurbanıdır. Burada mesele kaç milyon insanın öldürüldüğü de değildir. Holokost’taki “kararlılık” ve “titizlik” insanlık tarihinde benzersizdir.

Türkiye’yi geçmişte ve bugün yönetenlerin, bu kara lekeyi yeni kuşaklara öğretmek konusunda son derece isteksiz davrandıklarını kimse yadsıyamaz. Geriye dönüp Varlık Vergisi’nden, Trakya pogromlarının ayrıntılarından bahsedecek değilim. Türkiye Yahudilerinin maruz kaldıkları ayrımcı uygulamalar bunlarla da sınırlı değildir zaten. 

Bu tavra gerekçeler veya bahaneler bulunabilir. Ulus oluşturma sürecinde yenilen herzelere bir takım makul sayılabilecek açıklamalar getirilebilir. Ayrıca “sadece biz değil Miki de yaptı” denilebilir. Bu kısmen doğrudur da. Onun dışında, sabahtan akşama kadar “Cumhuriyet de hep yanlış yaptı, yapıyor, kesti, kesiyor” diye Avrupa akademyasından post kapmak için yüksek sesle dövünmek ve yakınmak da mümkündür. Yurtsever komünistlerin o tür oportünist alçaklıklarla işi olmaz, olamaz. Cumhuriyetin yanlışlar yapması, tarihsel bir yanlışlık olduğu anlamına gelmez. Cumhuriyet bizimdir. Ancak yurtseverliğin temel koşullarından biri yanlışı düzeltmek, eksik bırakılanı tamamlamaktır.

Auschwitz veya Dachau’da her yıl düzenlenen anma etkinliklerine temsilci göndermek, bal gibi de sorumluluğumuz bulunan Struma Faciası’nın yıldönümlerine bir Vali Yardımcısı, bir de Dışişleri Temsilcisini hazır bulundurmak yetmez. Yetmediğinin en somut göstergesi de Türkiye’nin seçme sayılan kurumlarından birinde eğitim gören 15 yaşında bir ya da birkaç çocuğun sahadaki Yahudi çocuklara Nazi selamı çakabilecek cehalet seviyesinde bırakılmış olmasıdır. Dar bir tartışmanın tarafı olmaya niyetim yok ama benim bakışıma göre o sahada işlenen suç salt 15 yaşındaki çocukların cezalandırılmaları, okuldan atılmalarıyla filan giderilemez. Suç toplumsal ise -ki öyledir-, yanıtın da toplumsal ağırlık taşıması gerekir. Türkiye’nin mevcut düzeni buna çare bulmaz, bulamaz. 

Şunu kabul etmek zorundayız: Yeni Sosyalist Cumhuriyet, yerine getirmesi gereken binlerce ödevin yanında, Kapitalizmin çocuğu Faşizmi, onun en donanımlı versiyonu Nazizmi ve Holokost’un dehşetini genç kuşaklara ilkokuldan başlayarak amasız, fakatsız ve olanca çirkinliğiyle anlatmakla yükümlüdür.