'Bir bir devrilirken Lenin heykelleri, sınır tanımayan bu makine kattı önüne Lenin’le birlikte kardeşlik-dostluk anıtlarını...'

Rusları diri diri yakmalı, mültecileri Ruanda'ya atmalı

Rusya ve Ukrayna savaşı başladığında, tüm Avrupa kulakları sağır eden bir gürültüyle felç edildi. Dev medya silindiri, büyük bir gürültüyle çalışmış ve üzerimize doğru geliyordu. İnsanlık bu acımasız silindirin alında dümdüz edilecekti.

Herkes zihinleri dumura uğratan propagandanın etkisiyle, bir diktatörlük inşa eden Lenin’le sınırlı kalacağını sanıyordu; belki Ruslar bile böyle düşünüyordu. Bir bir devrilirken Lenin heykelleri, sınır tanımayan bu makine kattı önüne Lenin’le birlikte kardeşlik-dostluk anıtlarını...

Kendi başıma yürüdüğüm zamanlarda adımlarımı saymak yüreğimde rahatlatıcı bir etki yapıyor. Yine bir gün adımlarımı sayıyorum, hedefe ulaşmadan önce adımlarım sayesinde düşüncelerimdeki hedefleri bir bir avlıyordum. Franz Kafka’nın araladığı kapıdan içeri girip, layığıyla kucaklayabildik mi karanlığı? Kafka’nın insaflı olduğunu ve aslında gerçeği doğrudan okuyucusuyla paylaşmadığını iddia etmek büyük bir cesaret olabilir. Büyük uygarlaştırıcının kıyma makinasından geçerken bedenlerimiz, insanlığımız lime lime oluyordu.

Bir gecede ilan edildi, Ruslar Avrupalı değildi ve hep birlikte bir gecede kabul ettik: Ruslar aslında insan bile değildi ve diri diri yakılmalıydı. Nasıl oldu da bir gecede Tolstoy, Puşkin ve Dostoyevski yakıverildi. Nasıl oldu da bir gecede hep birlikte pis bir böceğe dönüşüverdik? Kristal gecelerin sonu gelmiyordu Avrupa'da. Sosyalizmin geriletildiği her gece, aslında bir kristal geceydi.

Zihnimdeki tüm bu düşünceler koparırken benliğimi bugünden, uzaktan üzerime doğru gelen bisikletin varlığıyla irkiliyordum. Birbirini tanıyan insanların sıcaklığıyla fark ettik birbirimizi. Miyop gözlerimizin doğru fotoğrafı yansıtması zaman alsa da işte tanımıştık birbirimizi ve tanıdığımız için mutlu olmuştuk. Galina, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'ni deneyimlemiş ve artık git gide azınlıkta kalan şanslı insanlardan biri. Şans dediğime bakmayın, yıkımı gördüğü için belki de sert bir tragedyanın canlı tanıklarından biri o. Isınma turlarından sonra direk yaşamın gerçekliğine sıçrıyoruz. Bir Türk ve bir Rus kafa kafaya vermiş, İrlanda’yı ve işçilerin bu ülkedeki yaşamlarını tartışıyoruz. Elbette doğrudan kendi tanıklıklarımız üzerinden...

Galina’nın banka hesabı bir gecede dondurulmuş. Yaşadığımız kapitalist dünyada bunun anlamı şu: Galina, bir gecede sistem tarafından yok edilmiş. Irkçılığın insanı vurabilecek bin türlü silahı var. Bir okulda, parkta, sokakta, bankada ve aklınıza gelebilecek her yerde ırkçılığın kurbanı olabilirsiniz. Sanırım bu yıpratıcı savaşın en acı verici boyutu, doğrudan fiziksel olan çarpışmalardan ziyade zihinsel çarpışmalar. Galina, bankaya gidişini ve sonrasında yaşadıklarını iki göz iki çeşme ağlayarak anlatmaya başlıyor. Gözyaşlarına kendi gözyaşlarımla karşılık veremiyorum, bir tarafın güçlü olma zorunluluğuna ait olan rollerimi layığıyla yerine getiriyorum. Bir anda İngilizce sesleri duymaya bir türlü alışamadığım zamanlardaki dehşetengiz duruma geçiyorum. Sanki Galina kendi anadilinde konuşsa tüm bu kaos son bulacakmış hissine kaplıyorum. Duyduklarımı anlıyor ve bir yandan da derin bir sessizliğe kapılıyordum ve böyle anlarda İngilizceye daha az tahammül ediyordum. Bunun ne kadar doğal bir tepki olduğunu bilmiyorum ama öfkelendiğim anlarda, öfkelendiğim o şeye en yakın olandan çıkarıyorum hırsımı.

Banka görevlileri, Galina’nın İrlanda’daki oturum iznini gördükten sonra özür diliyorlar ve sorunu çözmeye çalışıyorlar. Özürleri kabahatlerinden büyük... Özür dilerken Galina’nın aslında bir Avrupa vatandaşı olduğuna vurgu yapıyorlar. Büyük bir öfke patlamasıyla karşılık veriyor onlara Galina. Avrupalı olmadığını ve gerçek bir vatansever olduğunu haykırıyor, bankadaki kapitalist-ırkçı şarlatanların yüzüne.

İşte bir gecede toplanan odunların ateşe verilişinin kısa öyküsü. Orta çağ Avrupası’nda yeni cadı avlarına şahitlik yapıyorduk. Yaratılan bu dünyada sağlık ve eğitim lüks tüketim malına dönüşmüş durumda. Galina’nın çocuğuna 2 yıl sonra dermatoloji randevusu veriliyor, nedenini sorduğunda beğenmiyorsa özel hastaneye gidebileceği söyleniyor. Parası olanlar derhal tedavi olabilir, olmayanlar acılar içinde tanrıya yakararak ölümü bekleyebilir. Belki mesih dirilir ve yeryüzüne inerek hepimizi kurtarabilir. Galina, tüm yaşadıklarını anlatırken söz sonunda Gorbaçov ve Yeltsin’e geliyor. Bu iki insanlık düşmanının, Fransız kralından daha fazla giyotini hak ettiği üzerinde ortaklaşıyoruz. Belki de öfkemizi bu şekilde dışarı yansıtıyor ve birlikte küçük bir tebessümle birlikte derin bir nefes alıyoruz. SSCB üzerindeki tüm ulusların, ulusal onurunu zedelemiş iki yağmacıdan bahsediyoruz. Bir sistemin çökmesi elbette ağır ama ulusal onuru zedelenen insanların yaşadıkları yıkımın daha ağır olduğuna bir kez daha kendi gözlerimle şahitlik ediyordum.

Galina, bir gazeteci olarak tüm bu konuştuklarımızı yazmamı istiyor. Anlatılanların tamamını İngilizce yazmam ve yayınlatmam zor olsa da bunu Türkçe yapabileceğimi söylüyorum. Avrupa’nın düşünce ve ifade özgürlüğü dünyasına hoş geldiniz. Bir Rus’un yaşadığı ırkçılığa ve ayrımcılığa işaret etmeniz Avrupa’da sizi azılı bir Rusçu yapabilir; zaten böyle bir yazı eşik bekçilerinin yüksek duvarlarına çarpıp size geri dönecektir. Yine de yazının yayınlanmasında inat ederseniz, sansürlenen yazınızla gerçek bir NATO taraftarı olup çıkmanız içten bile değil...

Sabahın köründe daha gün bile ışımadan sokağa çıkıyoruz. Her renkten işçilerin Tullamore’dan ayrılışını izliyoruz. Saat 05.00 ve yorgun onlarca göz yanımızdan uzaklaşıp tren istasyonuna doğru ilerliyor. İşte İngiltere’nin Ruanda’ya göndermeyi planladığı insanların suretleri - uçurum insanları. Avrupa ideolojisinin zavallı insancıkları onlara baktığında kendi felaketlerini görüyorlar ve bu yüzden onlardan alabildiğine tiksiniyorlar. Bu ideolojinin gücünü hafife almak aptallık. Ulusları kendilerine hayran bırakarak yok ettiler insanlığın büyük bir emekle, kanla, gözyaşıyla inşa ettiği değerleri. Türkler aynı ideolojiyle Afrikalıları ve Uzak Asya uluslarını aşağılarken, Avrupalılar aynı ruhla Türkleri aşağılıyordu. Hiyerarşi nerede başlıyor ve nerede son buluyor belli değil. Savaşın tek olumlu yanı, belki de artık Ruslar kendilerini Avrupa ideolojisinin bir parçası olarak görmüyorlardır. Milliyetçilik ve ırkçılıkla parçalanırken işçilerin dünyası, her renkten insan aynı trende buluşuyordu. Bilet satın almanın zor olduğu tek bir saat aralığı var ve aşağıda bu saat aralığını rahatlıkla görebilirsiniz.

Tullamore'dan 05.44'te kalkıp, Dublin Connolly'e 07.23'te varacak trende boş yer yok.

Gemi benzetmesini patronlar çok seviyor, bu yüzden onu kullanmayı aklımın ucundan bile geçirmiyorum. Tüm işçiler aynı trende ve çok önceden tükeniyor biletler. Trenin adı bu yüzden ‘işçi treni’ olabilir. Dünyayı döndüren kahramanlar onlarken, yaşamları görünmeyen ve tiksinilen yine onlar. İşte kültürle uyuşmayan, bir türlü dil öğrenemeyen ve mankafa olarak görülen bu insanlar, daha gün doğmadan fabrikalara koşan ve yeni hayatlarında başka bir yol seçmelerine asla imkân tanınmayanlar. Üniversitede okuyan birkaç kişiyle (Afrikalı siyahla) yapılan halkla ilişkiler çalışmalarını, medya müptelası olmuş alıklara yutturabiliyorlar anca. Böylece eşitlik sağlanıyor ve ‘bakın bu insanlara ne imkânlar sunuyoruz’ gösterisi yapabiliyorlar. Gerçekler ise kafkaesk bir dünyaya kapı aralıyor...İrlanda’ya gelen Afrikalı ve Ortadoğulu mültecilerin koluna beyaz bileklik takılıyor, Ukraynalılara ise pembe; böylece bir taraf diğerine göre daha fazla insan olarak kabul ediliyor.

Abolish Direct Provision Campaign'in (ADPI) 21 Mayıs'ta yaptığı paylaşım şöyle: "Pembe: Ukraynalı mülteci (yatak), Beyaz: Kahverengi veya siyah tenli mülteci (yer). Dublin'deki City West Hotel'de bulunan grubu bir güvenlik ve beyaz duvar ayırıyor. Hükümet, yerde yatan mülteci başına gecelik 100 Euro ödemekte. Acımasız koşullar"

Bugün Apartheid rejimi, artık tüm dünyada inşa edilmekte. Her ülke kendi kültürüne ve rengine uygun olarak bir Apartheid rejimi inşa etmiş durumda. Popüler anlamda bunun bir salgın olup olmadığına ancak okurlar karar verebilir. Peki, bu rejimlerin kurbanı sadece göçmen işçiler ya da mülteciler mi? Elbette değil. İşçileri köleleştirme savaşında tüm yurttaşlık haklarımızı birbirimizle kavga ederken bir bir yitiriyoruz. İngiltere’de 7,3 milyon insan yeterli gıdaya ve beslenme olanaklarına erişemiyor.1 İngiltere hükümeti ise milyonlarca sterlini Ukrayna’daki üçüncü dünya savaşı doktrinine yatırmaya devam ediyor. Krallıkla yönetilen İngiltere, yerle bir ettiği Afganistan, Irak ve Ukrayna’dan ülkesine mülteci gelmesini istemiyor. Ruanda planı çeşitli aksaklılara rağmen saat gibi işliyor. Kuzey İrlanda’da tek taraflı protokolleri iptal etmeye ve hassas bir denge üzerinde duran barışı sabote etmeye çalışıyor. İskoçya’da ulusal parti (SNP) ulusal bağımsızlık referandumu yapmak istiyor ama buna onay verebilecek birileri ortada görünmüyor. İngiltere’de tam boy inşa edilen faşizm Johnson’un bedeninde can buluyor ve mültecileri elektronik kelepçeyle takip etmeyi öneriyor.2

Kapitalizme iman etmiş akademisyenler ve satılmış gazeteciler ‘neye yok artık olmaz’ dediyse oluyor. Julian Assange, ABD’ye iade ediliyor ve İngiltere’de halkın yararına gazetecilik yapmak belirsiz bir tarihe kadar imkânsız hale geliyor. Avrupa Birliği, bu plandan dolayı İngiltere’ye insanlık dersi vererek kendi halkla ilişkilerini berkitmeye devam ediyor. Almanya, aynı cadı kazanında Türkiye’ye çoktan Ruanda modelini dayatmışken kendi kibirli ideolojilerinin gücüne dayanarak, hiç utanmadan insan hakları satmaya devam edebiliyorlar. Naziler tarih sahnesindeki yerini yeniden alırken, insanlığa ait tüm suretler bir bir siliniyor.

Sınırsız TV’de gazeteci meslektaşım Işın Ertürk’ün programına Almanya’daki dostum Alaz Sümer ile birlikte konuk olmuş ve ırkçılığı konuşmuştuk.3 Alaz, programda hafızamdan silinmeyecek sözlerle özetlemişti bu durumu. Avrupa, nihai çözümü dün ateşle, yüksek teknolojili fırınlarda insan bedenlerini yakarak buluyordu; bugün hiçbir yatırıma gerek kalmadan bunu suyla yapıyordu. Akdeniz'in serin sularına gömülen milyonlarca çocuk bedeninin üzerine nihai çözümlerini inşa ediyorlar. Geçmişin ateşi, bugünün suyuyla yer değiştiriyordu; maliyet hesapları ise çoktan yapılmıştı.

Tüm bu karanlığın içinde nasıl bir dünya hayal ediyoruz? Sağlık ve eğitim gibi temel insan haklarının lüks olmadığı, ten renginin ve farklı kültürlerin çatışmadığı bir dünya istiyoruz. Dünyanın en yakışıklı erkeğiyle cüce bir kadının kavuşabildikleri, dünyanın en güzel kadınıyla, Quasimodo’nun birbirlerine aşık olabildikleri bir dünya istiyoruz! İşte böyle bir dünyada Galina’nın gözyaşları yerini kocaman bir gülümsemeye bırakacak.