Kritik bir dönüşümün eşiğindeyiz, emperyalizmin en yetkili kurumlarının sözcüleri bu değişimin kaçınılmazlığını artık açık açık ifade ediyor.

Küresel salgın, ekonomik kriz ve ardından 3. dünya savaşı gelebilir

3. Dünya savaşı denildiğinde akıllara doğal olarak komplo teorileri ya da Hollywood filmleri geliyor. Kültür endüstrisinin hiçbir işe yaramaz içerikleriyle doldurulan zihinlerimizin birer manipülasyon çöplüğüne dönüştüğü çağımızda, gerçeği ve yalanı ayırt edemez durumdayız. Bu yüzden komplo teorilerini, kıyamet senaryolu, bol tsunamili filmleri bir kenara itip sakince düşünmeyi ve yavaşlamayı öğrenmek zorundayız. İletişim alanında akademik çalışmalar yürüten ve bu alanda emek sarf eden biri olarak, okuruma doğru bilgiye ulaşabilmenin yolunu göstermek isterim. Bunun tek bir yolu var: ‘Yavaşlamak’. Bu yavaşlama bizleri enformasyon bombardımanından ve propagandanın olumsuz etkisinden etkin bir biçimde koruyabilir. 

İngiltere Genel Kurmay Başkanı Nick Carter, İngiliz ordusunda görev yaparken hayatını kaybeden askerler için yapılan 'Remembrance Sunday' etkinliklerinde çarpıcı açıklamalarda bulundu. İlk kez bu düzeyde bir yetkili, küresel salgının neden olduğu ekonomik yıkımın ardından küresel bir savaşın yaşanabileceğini söyledi.1 Hayallerle yaşamak yerine sınıfsal gerçekliklerin farkında olan insanların şaşırmayacakları bir beyanattı. Kapitalizmin sıkıştığı noktalarda karşılaştığı krizleri aşabilmesi için elinde çok fazla bir seçeneği yok. Küresel şirketlerin İrlanda Temsilcisi Maliye Bakanı Paschal Donohoe, ekonomide yaşanan kırılmaları aylar öncesinde net bir biçimde ortaya koymuştu. Ekonominin toparlanması 2022’yi bulabilirdi. Kişisel olarak bunun iyimser bir yaklaşım olduğunu düşünüyorum. Ayrıca sorun sadece ekonomik krizden ibaret değil; bu krizden çıkış yolları da önemli bir tartışma konusu. Maliye bakanının sözlerini sık sık hatırlatmaya devam edeceğim. İngiltere Genel Kurmay Başkanına geri dönelim. Nick Carter, sansasyonel açıklamalar yapmaya devam etti. Sky News’e yaptığı açıklamada Carter, İngiliz ordusunun modernleştirileceğini ve 30 bin robotun 2030 yılında orduda görev yapabileceğini söyledi.2

Kritik bir dönüşümün eşiğindeyiz, emperyalizmin en yetkili kurumlarının sözcüleri bu değişimin kaçınılmazlığını artık açık açık ifade ediyor. Nükleer silahların caydırıcı etkisine güvenerek bu düzenin aynı şekilde devam edeceğini iddia edenler için Nick Carter, kötü haberleri ardı ardına sıraladı. Sömürü düzeninin devam edebilmesi için karşılaşılan zorlu engellerin aşılması gerekiyor. Teknolojinin, ilaç üretiminin ve kitle iletişimin şirketlerin elinde olduğunu düşünürsek, geçen her dakikanın aleyhimize işlediğini söyleyebilirim. İngiltere Genel Kurmay Başkanının açıklamaları bize 1914 yılının fırtınalı dönemlerini hatırlatıyor. Tam bu noktada Kemal Okuyan’ın kaleme aldığı ‘Devrimin Gölgesinde: Berlin, Varşova, Ankara 1920’ adlı kitap önemli bir yere denk düşüyor. İnsanlığın bir kez daha karşısına çıkan fırsatları kaçırma lüksü olmayabilir. Olası bir 3. Dünya savaşında ülkelerdeki muhalif görünen yapılara güvenemeyiz. Birinci Dünya savaşında sosyal demokratların ve diğer grupların nasıl konumlandığını akıldan çıkarmamakta fayda var. Komünistler, işçi sınıfının kardeşliği için mücadele etmeye dün olduğu gibi bugün de devam edecekler…

Koronavirüs Neden Çıktı?

Bu soruya en iyi yanıtı David Harvey’in verdiğini düşünüyorum. Ortalama 40 yıldan fazla bir süredir dizginlerinden boşanan kapitalist-emperyalist yağmacılar, dünyayı kemirmeye devam ediyordu. Salgının Çin’de ortaya çıkması oldukça ironikti; 2008 krizinin kurtarıcı ‘eli’ Çin, bu sefer ekonomiyi geri dönüşü olmayan bir girdabın içine sürüklenmesinin ana nedenlerinden biri olmuştu. Kapitalist sistem, yinelenen periotlardaki ekonomik buhranlara karşı deneyim ve bağışıklık kazanmıştı. Bunları bir şekilde kendi içinde soğurabiliyordu. Sistem için hafif atlatılan bu krizler, milyarlarca emekçinin yaşamına mal oluyordu. Sistem, küresel bir salgına karşı savunmasızdı. Doğal olarak bu ihtimallerin arasında küresel bir pandemi yoktu. “Kamu yetkilileri ve sağlık sistemleri hemen hemen her yerde hazırlıksız yakalandı. Önceki SARS ve Ebola salgınları ne yapılması gerektiğine dair önemli dersler ve uyarılar bırakmış olmasına rağmen, Kuzey ve Güney Amerika ve Avrupa’daki kırk yıllık neo-liberalizm, halkı böyle bir sağlık krizine karşı korunmasız ve hazırlıksız bıraktı. Sözde “uygar” dünyanın birçok yerinde, bu tür halk sağlığı ve güvenliği acil durumlarında her zaman savunmanın ön cephesini oluşturan yerel yönetimler ve bölgesel / devlet kurumları, şirketlere ve zenginlere vergi indirimleri ve sübvansiyonlar sağlamak için uygulanan kemer sıkma uygulamaları yüzünden gerekli bütçeleri bulamadı. Korporatist Büyük İlaç Firmaları, bulaşıcı hastalıklar için (1960’lardan beri bilinen tüm koronavirüs sınıfı virüsler gibi) kâr getirisi olmayan araştırmalara çok az ilgi duyuyor veya hiç ilgisi yok. Bu şirketler nadiren önleyici tedbirlere yatırım yapar. Bir halk sağlığı krizine hazırlıklı olmak onların çıkarına değil. Onlar tedavi bulmayı sever. Ne kadar çok hasta olursa o kadar kazanırlar. Önleyici tedaviler hisse senedi değerine katkıda bulunmaz. Halk sağlığı hizmetine uygulanan iş modeli, acil bir durumda ihtiyaç duyulacak fazla kapasiteleri de ortadan kaldırdı. Önleyici tedbirler, kamu-özel sektör ortaklıkları gerektiren çekici bir sektör bile değildi. Başkan Trump, Hastalık Kontrol Merkezleri’nin bütçesini kesti ve iklim değişikliği de dahil olmak üzere tüm araştırma fonlarını kestiği için Milli Güvenlik Konseyi’nde salgın çalışma grubunu dağıttı. Bu konuda antropomorfik ve mecazi olmak istersem, COVID-19’un 40 yıldan fazladır süren şiddetli ve düzensiz neoliberal yağmacılığa karşı doğanın bir intikamı olduğu sonucuna varabilirim”.3 Endüstriyel eylemlerimiz ve yağma üzerine kurulu sistemimiz küresel salgının tek sorumlusu. İklim krizinin dönüşü olmayan bir yola girmesi, hepimize bu günleri dahi aratabilir. Sistemin yüzleşmek zorunda kaldığı en büyük problemlerden biri olan mülteci problemi katlanarak artacak. Koronavirüs sonrası, sadece küresel savaş değil küresel bir çıldırma haliyle karşı karşıya kalabiliriz. Küresel ekonomik kriz, hali hazırda açlıkla mücadele eden milyarlarca insanın yanına yenilerini eklememize neden olacak. Covid-19 salgını geçecek, aşı bulunursa bu belki daha hızlı olacak. Peki, sıkı bir şekilde küresel bir savaşa hazırlanan emperyalistlere ve teknolojinin yardımıyla üretilecek olan robot askerlere karşı bizi hangi aşı koruyacak?

Aşı gerçekten bulundu mu?

Türkiye’deki medya büyük bir histeri krizi yaşıyor. Azerbaycan savaşı, Suriye’nin fethi (gerçekte tam tersi) gibi konuların artık toplum üzerinde yönlendirici bir etkisi kalmadı. İyi Parti’nin (Faşist Parti) bazı aklı evvel vekilleri içeride biriken öfkenin yönünü Suriyeli mültecilere doğru yönlendirmeye çalıştığını açık açık görüyoruz. Suç işliyorlar, zamanı geldiğinde işledikleri suçun hesabını nasırlı ellerin avuçlarında inşa edilen adil yargı karşısında verecekler. Mülteci düşmanlığı, bu parti aracılığıyla kısmen toplum nezdinde karşılığını bulsa bile insanlar atölyede yaşamını yitiren ve bir yol kenarına bırakılan o Suriyeli mültecinin yaşadıklarını çok iyi biliyor. Türkiye’deki propaganda krizinin ayyuka çıktığı olay Covid-19 aşısının bulunduğuna ilişkin haberlerdi. Almanya’da faaliyet yürüten BioNTech şirketinin Türk kökenli patronları Uğur Şahin ve eşi Dr. Özlem Türeci’nin verdiği müjde iletişim histerisini çılgın boyutlara taşıdı. İrlanda’da ücretsiz grip aşısı oldum. Türkiye’deki insanların bu sene parayla dahi grip aşısı olamadıklarını hepimiz biliyoruz. Bu gerçeğin yanına Pfizer firmasının sabıkalı geçmişini de ekleyelim. Tam bu noktada Mehmet Kuzulugil’in konuya ilişkin kaleme aldığı makaleye dipnotlar bölümünden ulaşmanızı öneriyorum. soL Haber, propagandanın ardındaki sis perdesini fedakârca aralamaya çalıştı.4

Aşının bir Amerikan ilaç şirketi ve onun ortağı tarafından bulunuyor olması (ihtimali dahi) iyi bir haber olarak nitelendirilemez. Şirket aşıyı bulduğunda bunu tüm dünyaya ücretsiz olarak temin edeceğini açıklarsa, belki o zaman fikrim bir nebze olsun değiştirebilir. Kâr amacıyla kurulan kapitalist şirketlerden böyle adımlar beklemek ham hayalcilik. Aşı ortaya çıktığında bu nimetten öncelikle zengin ülkeler faydalanacak. Temiz suya, gıdaya ve temel yaşam olanaklarına dahi erişimi olmayan Afrika ülkelerinde yaşayan insanlar bu aşıya belki sonsuza dek erişemeyecekler. Anlayacağınız aşıyı bulduklarını iddia edenlerin etnik kökenlerine vurgu yaparak propaganda yapanları ve bununla böbürlenen yitip gitmiş zihinleri zor zamanlar bekliyor. “Pfizer'in ve yöneticilerinin koronavirüs aşısından ekstra kâr olmaksızın halihazırda fazlaca parası bulunuyor. Bourla, yalnızca geçen yıl 16 milyon dolar tazminat geliri elde etti. Young'sa 7,6 milyon dolardan fazla kazandı. Yine 2019 yılında, şirketin yönetim kurulu başkanı 15,3 milyon dolar gelir elde etti, finans direktörüyse yaklaşık 9,5 milyon dolar gelir sağladı. Pfizer'in geçen yıl toplam şirket geliri 51,8 milyar dolara dayandı”.5 Milyarlarca dolarlık kazançlarına yeni kazançlar ekleyeceği belli olan bu şirketlerin bulacağı aşıdan dünyanın hangi kesimlerinin faydalanabileceğini zaman içinde göreceğiz. Türkiye’nin grip aşısını dahi halka temin edemediğini düşünürsek, Covid-19 aşısını bulanların etnik kimliğine bakarak sevinenleri biran evvel uyanmaya davet etmek zorundayız. Bu uykunun adı: Ölüm uykusudur.

Türkiye’de ilk defa açlık görülecek

Kemal Okuyan, Tele1 televizyonunda katıldığı bir programda Türkiye’de ilk defa açlık görüleceğini söylemişti. Bu uyarıyı bir adım öteye taşımak gerekiyor. Okuyan’nın konu gereği durumu sadece Türkiye ile sınırlı tuttuğunu düşünüyorum. Salgın sonrası yaşanan ekonomik çöküşte sadece Türkiye değil, dünyanın her köşesinde açlık çeken insanların acılarına şahit olabiliriz. Hali hazırda Akdeniz’de yaşanan mülteci soykırımının başka bir açıklaması olamaz. İngiltere Genel Kurmay Başkanı Nick Carter, 3. Dünya savaşı ihtimalini yeniden hatırlattı. Bu sadece bir hatırlatma değildi, İngiliz ordusunun buna göre konumlandığını ve hazırlık yaptığını söyleyebiliriz. Bu ihtimali bir kenara bırakırsak, milyarlarca emekçi hali hazırda bir küresel savaşla karşı karşıya. Salgın ve çalışma koşulları nedeniyle İngiltere’de 462 insanın bir gecede öldüğü gerçeğiyle yüzleşmek zorundayız.6 Adım adım küresel bir kırılmanın eşiğine doğru ilerliyoruz, bu kırılmanın yönünü işçi sınıfı belirleyecek. Ya geçmişte olduğu gibi kardeşlerimizi boğazlayacağız ya da sınıfsız, sömürüsüz bir dünya yaratacağız.