Kazakistan’da yaşanan isyan ve bu isyanın Türkiye’deki yansıması ve ‘gazeteciler’ tarafından ele alınış biçimi artık kesin kanılardan kaçınmamam gerektiğini açıkça ispat etti.

Kazakistan: Yalanlar, Gerçekler ve Gazeteciler

Halkla ilişkiler ve gazetecilik arasındaki çizgi son yüzyılda tamamen ortadan kalktı. Artık iyi bir gazeteci olmanın biricik ölçütü iyi bir halkla ilişkiler ‘performansı’ sergilemekten geçiyor.  İyi yalan söyleyen ve bu yalanın kabul görmesinde kitlelerin algılarını yöneten kişiler başarılı bir gazeteci oluyor. Gazeteciliğe ilişkin hazırladığım uzun soluklu çalışmama son noktayı koyduğumda bu meseleyi ‘Gelenek Dergisi’nde kapsamlı bir makaleyle işlemek isterim. Zira burada bir paragrafta anlattığım meseleler köşe yazısına sığacak cinsten değil.

Kazakistan’da yaşanan isyan ve bu isyanın Türkiye’deki yansıması ve ‘gazeteciler’ tarafından ele alınış biçimi artık kesin kanılardan kaçınmamam gerektiğini açıkça ispat etti. Türkiye’de gazetecilik siyasal iklimin yarattığı atmosferden ötürü ciddi bir yarılma yaşadı. Sermaye medyası ve bunun karşısında konumlanan medya algısı yerini daha karmaşık anlaşılması zor bir kavramlar yumağına sürükledi bizi. Elbette her karmaşa sermayenin işine yarar. İktidardan yana olanlar, bağlantısızlar ve muhalifler. Bu kavram seti, kafa karışıklığını gidermek yerine daha da arttırdı. Gerçek karşısında kim iktidar ya da kim muhalif her şey birbirine karıştı. Haberin metalaşması olgusu kitleler tarafından öylesine kanıksandı ki ‘reklam’ olmayan haberler (enformasyon) okunmak bir yana negatif bir tepkiyle karşılanmakta. Gazeteci arkadaşım Mahir Esen’in bu anlamda son günlerde yaşadıkları oldukça ibretlik. Kitlelerin gerçeği aktaran gazetecilere değil, tribün holiganlarına ihtiyaç duyduğunu gösteren buz gibi bir örnek.

Peki, Mahir Esen ne dedi de Rus ajanı ilan ediliverdi? Kazak halkının, ülkenin yer altı ve yer üstü kaynaklarından elde edilen gelirden faydalanamadığını ve küresel şirketler tarafından sömürüldüğünü söyledi. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Kazakistan’ın bir sömürge ülkesi görünümüne büründüğünü anlattı Esen.

Ülkenin zengin doğalgaz yataklarına sahip olduğunu düşünürsek, Kazakların ısınmak için para ödüyor olması hakikaten akıl alır gibi değil. Belli ki SSCB dağıldığı anda hızla Orta Çağ’a sürüklenmiş bir ülke var karşımızda. Nitekim Mahir Esen, Kazakistan’daki milliyetçiliğin korkunç boyutlarda olduğunu Tele1’de katıldığı programda açık açık anlattı. %20 Rus nüfusu olan Kazakistan’da Rusça resmi dil olmaktan çıkarılıyor, mecliste Rusça konuşmak yasaklanıyor ve Kazakistan Kiril Alfabesinden, Latin Alfabesine geçme kararı alıyordu. Kazakistan ziyaretinden de bahseden Esen, ülkede Rusça konuştuğu için karşılaştığı ırkçı tepkileri de anlattı. Rusya’da yaşayan ve bölgeyi iyi bilen bir gazetecinin anlattıkları çok ama çok önemliydi.

Gelelim bu değerli gazeteciyi profesyonel bir Rus ajanına dönüştüren olaylara. Mahir Esen, televizyonda Kazak gençlerinin Soros tarafından fonlanan bir vakıf aracılığıyla Avrupa’da eğitim aldıklarını ve bu gençlerin toplumsal olaylarda kritik roller üstlendiklerini belirtti. Bu andan itibaren sosyal medya kullanıcılarının zihninde Esen, Çin ve Rus devletlerinin ideolojik söylemini destekliyormuş gibi görünmüş olabilir. Doğrudan ifade edelim, gazetecinin doğru ve gerçek bilgi vermek gibi bir zorunluluğu olduğu için TV’de reklamlara ara verildiğinde kitlesel histeriyle yüz yüze gelmesi kaçınılmaz. Okuyucunun zihninde daha iyi canlanması için örneği genişletelim. İrlanda’ya ilişkin kaleme aldığım yazılarda ve çıktığım TV programlarında sadece gerçekleri anlatmaya çalıştım. Türkiye toplumu reklamlara ve kandırılmaya öylesine alıştırılmıştı ki insanlar İrlanda’da tabutluk gibi odaların yüksek maliyetlerle kiralandığına, evsizlerin sokakta öldüğüne inanmak istemediler. İrlanda bir cennet değil demiştim, hâlâ aynı noktadayız. Reklamlar hız kesmeden devam ettiği ve büyük batılı medya tekelleri tarafından desteklendiği için güçlü bir algı oluşturulmuş ve gerçekler yerini reklamlara bırakmıştı. Var olan bu durumu tersine çevirebilmek zor görünüyor. Sinn Fein’den Eoin Ó Broin’in açıkladığı son resmi rakamlara göre Kasım ayında İrlanda’da evsizlerin sayısı azalmak yerine artmış durumda. Yetişkinler 6551 (+234), çocuklar 2458 (+35), Aileler 1108 (+26), Bekarlar 4763 (+198) Toplam 9099. (+269).1 Açıklanan resmi rakamlara doğrudan hükümde yaşayan mültecilerin sayısının eklenmiyor olduğunu bir kez daha hatırlatmak isterim. Sadece İrlanda için değil Avrupa’ya dair öyle pervasızca haberler (ki bunlar metalaştırılmış metinlerdir) daha doğrusu reklamlar yayınlandı ki gerçekten gazeteci olan birinin çıldırması için yeterli sebep var. Okurlar hafızalarını zorlarsa eğer bu köşede bu tür haberleri defalarca irdelemiş ve toplumun bu reklamlara karşı uyanık olması gerektiğini yazmıştım.

Türkiye’de kitleleri etkileyen buna sol görünümlü yayın organları ve onların sol görünümlü pazarlamacıları da dahil sağ gösterip sol vuruyormuş gibi görünüyor. Zira merkez medyada rahatsız olduğumuz konuk kısırlığı ya da kabızlığı burada da geçerli. Gerçekten insan hayret ediyor. Edward Bernays’dan onlara küçük bir ders verelim, eğer iyi bir halka ilişkiler uzmanı olmak istiyorsanız telefon defteriniz kabarık olmak zorunda. Türkiye halkı, ciddi bir cehalet ve narsizm düzeyinde hastalıklı reklamcılar tarafından esir alınmış durumda. AKP’nin nepotizminden şikâyet edenlerin, kendi medya rejimlerinde inşa ettikleri ahbap çavuş oligarşisini bilseydiniz eğer dudaklarınız uçuklardı. Bence toplum tüm bedenine yayılan bu hastalığın farkında. Sadece hep beraber görmezden gelerek ve bu düzene uyum sağlayarak hayatta kalabileceğimizi sanıyoruz. Tıpkı merkez medyada olduğu gibi alternatifinde de şöyle bir tablo görünmekte: Milli takımın gelecek sezondaki performansından, AB politikalarına hatta IRA’nın Kuzey İrlanda’daki mücadelesine, Rusya ve Kazakistan’daki gelişmelere kadar ekranlarda, gazetelerde ve radyolarda aynı ‘uzman’ kişi ya da kişilerin görüşlerine başvuruluyor. Hakikaten bunu insanlara izletmeyi-okutmayı başarıyorlarsa eğer gerçekten bir takdiri hak ediyorlar. Sosyalistlerin ise böyle bir deli gömleğini giymeye razı olmaması gerekir. Şimdi, Kazakistan örneğindeki son garabete bakalım.

Bir anda Türkiye’nin anlı şanlı popüler gazetecileri Nazarbayev’in kızlarıyla birlikte ülkeyi terk ettiğini Twitter’dan yumurtlayıverdi. Bu kişilerin bu bilgiyi hangi kaynaktan aldıklarının araştırmasını Twitter kullanıcılarına bırakıyorum. Onlar bu işleri hızlıca çözmeyi iyi biliyorlar. Bu twitleri atanların aklına Tele1 kanalına çıkan ve Rusya’da yaşayan gazeteciyi arayıp böyle bir bilgiyi teyit etmek gelmiyor. Kitlelerin şehveti daha cazip anlaşılan ya da otomatik çeviriden faydalanmak daha kolay. Mahir Esen, böyle bir şey olmadığını ve bunun teyit edilmediğini Twitter hesabından duyurdu. Esen, hızla Rus ajanı ve Nazarbayev hayranı olarak yaftalandı. Reklamlar akıl dışı imgelerdir, bir reklamın akılla uzaktan yakından ilgisi yoktur. Örneğin bir kola reklamı sizi şişmanlatacağını ve sağlığınızı bozacağını asla söyleyemez. Haberin metalaştığı bir atmosferde de aynı durum geçerli. Gerçek bilgi yerini çabuk tüketilen, çabuk dolaşıma sokulan akıl dışı bilgiye bırakır.

Türkiye’de hiçbir basın kuruluşu, özellikle iktidara yakın olmayanlar Moskova’da parasını vererek bir temsilci bulunduramaz ya da İrlanda’da emeğinin karşılığını ödeyerek bir Avrupa Temsilcisi atayamaz. Mahir Esen dahil olmak üzere pek çok gazeteci ve yazar bu işi para almadan gönüllü bir biçimde sürdürmektedir. Türkiye’nin olağanüstü şartlarına bakarak bu gönüllülüğün bir istismara dönüşmesi ayrıca başka bir yazının konusu. Ana eksene dönecek olursak Mahir Esen gibi gazetecilerin bu şartlar altında Asya’da ya da Avrupa’da yaşıyor olması Türkiye’den haber alan insanlar için oldukça değerli ve kıymetli. Trajik olan nokta ise kitlelerin bu gazetecilerin söylediklerine negatif reaksiyon göstermesi ve tam tersine popüler figürlerin-reklamcıların söylediklerini dikkate alması.

Türkiye’de her alanda olduğu gibi zihinsel açıdan da ciddi bir çöküş yaşanıyor. İrlanda’da haber yazarken elde ettiğim bilgileri defalarca kontrol ediyor ve belki internetin ruhuna aykırı hareket ettiğim için kitleleri yakalama fırsatını elimden kaçırıyorum. Nazarbayev’in kaçtığına ilişkin rahat rahat twit atmak gibi bir lüks en azından Mahir ve onun gibi gazeteciler için söz konusu bile değil. Bizler en ufak hatamızda acımasızca Kolezyum’daki aslanların önüne atılabiliriz. Nazarbayev’in ülkeden ayrılmadığı ortaya çıktı. Peki, bu yalanı yayan ve binlerce belki de milyonlarca takipçisi olan gazeteci görünümlü reklamcılar attıkları yalanın bedelini ödediler mi? Elbette ki hayır. Mahir Esen, haklı çıktı ama çoktan Rus ajanı damgasını yemiş olarak. Gerçek bilginin peşinde olan ve tek kuruş para almadan ülkesinden uzakta dahi olsa insanları için çaba harcayanları küstüren, yok eden ve ezen vahşi bir barbarlıkla karşı karşıyayız. Yalanların, popüler kültürün ve reklamın bu derece müptelası olduysak eğer zaten bu bilgilerle afyonlanmaya devam edeceğiz. Tehlikeli olan şey ise, emeklerinin karşılığını ödemeden bir de üzerine gerçeği anlattıkları için patakladığımız bu insanları bir daha asla okuma ya da izleme fırsatını elde edemeyeceğimizdir.