Manş denizindeki göçmen ve mülteci hareketliliğine bakarak İngiltere’nin Ruanda kararının kimseyi yolundan caydırmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

İngiltere’nin Ruanda fiyaskosu: Göçmen ve mülteci düşmanlığı neyi örtüyor?

Kapitalizmin rasyonalizm fetişizmi, kocaman bir irrasyonalizm tanrısına dönüştü. Akıl akıl diye diye akıl fukarası olup çıktılar. Emperyalistler gözleri dönmüşçesine sağa sola saldırıyor, İngiltere ve müttefikleri kayan güç dengesinin telaşını yaşıyor.

Attıkları her adımda, insanlığı biraz daha felakete yaklaştırıyorlar. Elektrik, doğalgaz ve barınma; kısacası yaşam maliyetleri kontrolden çıkmış durumda.

İrlanda’da 2 Ekim’den itibaren geçerli olmak üzere elektriğe %34 doğal gaza ise %39 zam yapıldı. İrlanda muhalefeti, yaşam maliyetleri karşısında birleşti ve 24 Eylül’de saat 14:30’da Dublin Parnell Square’da büyük bir protesto organize ediyor ve bu eyleme geçim sıkıntısı çeken tüm emekçileri çağırıyorlar. Türkiye’den göç eden herkesin bu çağrıya katılması önemli. Bu vesileyle çağrıyı Türkçe olarak yinelemiş olayım. İrlanda işçi sınıfı ile yan yana gelmek ve sınıf mücadelesinde yer almak zorundayız. 

Sözde tüm refah Avrupa ülkelerinde bir distopya replikası ortaya çıkarken, küresel ısınma ve bölgesel savaşların etkisiyle yoksul ülkeleri tam bir yıkım bekliyor. Türkiye bunu açık bir biçimde deneyimliyor; ancak kitle iletişim araçları yardımıyla toplum vahşi bir milliyetçiliğin (barbarlığın) esiri edilmek isteniyor. Yoksullar, yoksullara kırdırılarak gemilerini yürütmeye çalışıyorlar. Denizlerin açık birer kıyma makinesine (toplama kampına) dönüştüğünü defalarca yazdık. Burada sürekli Ege ve Akdeniz’e odaklanırken bir bölge görmezden geliniyor, Manş denizi. 

Manş denizindeki göçmen ve mülteci hareketliliğine bakarak İngiltere’nin Ruanda kararının kimseyi yolundan caydırmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Savaşlar, doğayı yok eden endüstriyel faaliyetler ve emperyalist sömürü durmadıkça kitlesel göçün önüne kimse geçemez. ‘Mancınıkla mülteci göndereceğiz’ diyen lümpen faşistlerin yani Türkiye’deki Liz Truss temsilcilerinin boşa üfürmelerine kanmayın. Bunlara kandığımız ve inandığımız sürece sadece kendi cehennemimizin taşlarını döşemiş olacağız.

Peki, Ruanda kararı neden caydırıcı değil? Rakamlara geçmeden önce İngiltere’nin Ruanda kararının dünyada ilk ve tek olmadığını hatırlatmakta fayda var. Avustralya bu barbarlığı yıllardır sürdürüyor ve insanlara acı çektirmekten başka hiçbir işe yaramayan bu sistemin Avustralya halkına ciddi maliyetleri oluyor.

Canından başka kaybedecek bir şeyi olmayan insanlar zorlukları ve sonuçları ne olursa olsun göç etmeye devam edecekler. Emperyalist bu makine paramparça edilmedikçe ve savaşlara bir son verilmedikçe bu kriz katlanarak artmaya devam edecek. Faşist lümpenlerin gövdelerini zenginlere siper etmesi, sadece biz yoksulları birbirimize boğazlatmak için. Manş Denizi’ne geri dönelim.

Ağustos ayında Manş Denizi’nden bir günde geçen göçmen sayısında yeni bir rekor kırıldı. 22 Ağustos’ta yaklaşık 1300 kişi 27 küçük tekneyle İngiltere’ye geçiş yaptı. Bilim, rakamlara bakarak şunu söylüyor: “İnsanları Ruanda’ya gönderme kararı kimseyi caydırmıyor ve hiçbir işe yaramıyor”. Rakamlarla devam edelim...

22 Ağustos günü verilerini eklediğimizde, yılın başından bu yana 22.557 göçmen küçük bot ve teknelerle Manş Denizini geçmiş. Hükümet bu krize çözüm olarak Manş Denizi’nden geçenlerin Ruanda’ya gönderileceğini duyurdu. Peki, denizi geçenler nasıl takip edilecekler? Elektronik kelepçe ile. İngiltere, emperyalist politikalarının sonuçlarını henüz tam olarak görmedi; gelecekte bununla daha sarsıcı biçimde yüzleşecek. Kırılan yeni rekorlar, hükümeti çoktan panik noktasına getirmiş durumda.

Ruanda politikasının yürütülmeye başladığı günden, 22 Ağustos’a kadar geçen süreçte 15 binden fazla kişi denizi geçti. Krizin boyutlarını biraz daha net gösterelim. 2021 yılında Manş Denizini 28.526 kişi geçti. Sınır yetkililerine göre, 2022 yılında kanalı geçecek olan göçmenlerin toplam sayısının 60.000 olması bekleniyor. 

İçişleri Bakanlığı’nın verilerine göre, 2021 yılında denizi geçen küçük teknelerin %75’i 18 ila 39 yaşları arasındaki erkeklerdi. Gelenlerin %5’i 40 yaş üstü erkekler, %7’si 18 yaş üstü kadınlar ve %12’si 18 yaşın altındaki çocuklardı. Yine İçişleri Bakanlığı verilerine göre, geçen yıl teknelerle-botlarla gelenlerin %30’unu İranlılar, %21’ini Iraklılar, %11’ini Eritreliler ve %9’unu Suriyeliler oluşturuyor.

İnsanlık, 1951’in (Cenevre Sözleşmesi) gerisine doğru hızla yuvarlanıyor. Hatta 1789’un insanlığa çizdiği rotanın dışına adım adım ilerliyoruz. Devrimciler bu çizgilerin ardına asla düşemez. Her milliyetçi lümpen fırtınada bir o yana bir bu yana savrulamaz. I. Dünya savaşının arifesinde Lenin ve yoldaşlarının bizlere bu gerçekliği net bir biçimde öğretmiş olması gerekiyor. Tüm o milliyetçi kasırgalara rağmen Lenin ve yoldaşları savaş karşısında dimdik durarak barışın gerçek savunucusu olduklarını tüm insanlığa ispat ettiler. ‘Her insanın kendi refahını ve mutluluğunu dünyanın herhangi bir yerinde aramaya hakkı vardır.’ İşte büyük Fransız devriminin çizdiği bu sınırın ardına asla ve asla düşemeyiz. Bol gürültü çıkaranlar, fabrika ve atölyelerdeki köle sömürüsünü görmeyenler, Meksika sınırından güle oynaya geçen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını da görecek akla ve yeterliliğe sahip değiller. 

Milliyetçilik neyi örtüyor?

Bu soruya Türkiye’den bir örnekle yanıt vermeyeceğim. Kısaca şuna değinebilirim, keşke insanlar Turizm bakanının kamudan çaldığı 2 milyar TL’nin üzerindeki parayı daha fazla dert edinebilseler. Sosyali ve normaliyle tüm medya bu hırsızlıkların üzerini ‘Mülteci’ şeytanıyla örtmeye çalışıyor.

İrlanda’dan devam edelim. Milliyetçi (faşist) söylem dünyanın her yerinde aynı teraneyi biteviye yineleyip duruyor.  Paul Joseph Goebbels’in mirasını tepe tepe kullanıyorlar; bir yalanı üst üste durmadan yineleye yineleye kitleleri kandırmaya devam ediyorlar. İrlanda’nın milliyetçileri, ülkenin göçmenler tarafından istila edildiğini ve ülke zenginliğinin bu insanlara aktarıldığını utanmazca yineleyip duruyorlar. Oysa İrlanda halkının tüm kamusal varlığı Amerikalı (Aramark) gibi onlarca şirket tarafından acımasızca yağmalanıyor.1

Faşistlerin gücü sermayedarlara yetmiyor. İrlanda’da konaklayan her mültecinin sırtından milyonlarca Avro kâr etmeye devam ediyorlar. Milliyetçiler gün doğmadan fabrikalara, yaşlılar evine ve hastaneye giden her renkten göçmen-mülteci insanın ülke için verdiği sonsuz çabayı görmek istemiyor. Salgında eğer ekonomiyi yürütebildilerse tüm bu fedakar işçilerin canlarını ortaya koyarak çalışması sayesinde oldu.

Toplumu hayalini kurdukları barbarlığa ikna edebilmek için sürekli korku üretiyorlar. İrlanda’nın göçmen geçmişinin İrlanda’ya karşı silah olarak kullanıldığını iddia ediyorlar. Kimsenin bir şeyi silah olarak kullandığı yok. Irak savaşı olmasın diye Dublin sokaklarını dolduran milyonlarca İrlandalı gerçek düşmanı gayet iyi biliyor. Evet, İrlandalı göçmen geçmişine baktığında ayrımcılığı, ırkçılığı ve suça sürüklenişini görüyor. Popüler kültürde dahi karşılığı olan bir gerçeği.

Örneğin: Peaky Blinders çetesi I. Dünya savaşı sonrasında Birmingham’da faaliyet yürüttü. İnsanlığın geçmişteki deneyimleri eğitime, eşit sosyal haklara sahip olmayan göçmenlerin felakete nasıl hızla sürüklendiğinin hikâyesini anlatır. Göç geçmişi olan toplumlar çeşitli önyargılarla göç eden insanlarının karanlık yönünü görmezden gelmeye meylederler; bunu görmezden gelmek gerçeği değiştirmiyor. İrlandalılar, ABD’de politikaya ve yaşama derin izler bırakmışlardır. Hem karanlık hem de aydınlık yönüyle. Karanlık yönünde kimsenin görmeye heves etmediği sınırsız bir suç geçmişi ve trajedi vardır. Değişmeyen gerçek ise, gelişmiş ülkelerin zenginliğini göç eden kimsesiz bu insanların sırtından inşa ettiği.

Milliyetçiler palavra sıkmaya ve korku yaymaya devam ederken esas olarak aşağıdaki haberi örtbas etmeye çalışıyorlar. 

Alan Sherry’nin ‘Sunday World’ gazetesinde yer alan haberine göre, geçen yıl 60 bin Avro kazanan Fine Gael meclis üyesi Brian Lawlor, iki yatak odalı dairesi için belediyeden ‘Housing Assistance Payment-(HAP)’ aldığı öğrenildi. Brian Lawlor’un skandalları saymakla bitmiyor. İddaya göre aylık kirasını 1500 Avro olarak gösterdiği evi için 1300 Avro belediyeden destek almış. Yani Lawlor, dairenin kirası için haftalık sadece 50 Avro ödemiş; kiranın geri kalanını İrlanda halkı tahsil etmiş. Sunday World muhabiri iddialarla ilgili kendisiyle iletişime geçtiğinde Brian Lawlor şu cevabı vermiş: Beni bir daha arama”.2

Mülteciler bedava sağlık hizmetlerinden yararlanıyor, kira yardımı alıyor diye gürültü koparanların aynı enerjiyi Fine Gael meclis üyesi için koparmamaları ayrıca ibretlik.

Ayrıca sağlık ve eğitim gibi temel insani ihtiyaçların devlet tarafından nitelikli ve ücretsiz sağlanması gerekir. Hep birlikte bunun için birleşmeli ve mücadele etmeliyiz.

Akrabalarını bombalar altında kaybeden kimsesiz insanlara verilen kırıntılarla uğraşmak barbarca bir bakış açısından başka bir şey değildir.

Mültecilere dönecek olursak, kayıt dışı olan göçmenler gibi olmadıkları ve kayıt altında oldukları için namuslu her yurttaş gibi çalışma izinleri çıktığında ve çalışmaya başladıklarında ülkeye vergi ödüyorlar. Bir kere lümpen milliyetçiler tarafından ‘şeytan’ ilan edildikleri için mülteciler bu acımasız ırkçılıktan yakalarını sıyıramıyorlar. Türkiye’nin tüm bu tablodan bir ders çıkarması gerekiyor.

İnsanların kayıt dışı olmaları esas olarak büyük bir tehlike. Sermaye için ise bu elbette büyük bir fırsat. Kayıt altında olmayan ve sürekli sınırdışı edilme korkusu altında yaşayan insanları alabildiğine köle olarak çalıştırıyor ve Antep sanayisini ihya ediyorlar. Elbette tüm bu ilişkileri gizleyebilmek için milliyetçiler bedenleri ve yarım akıllarıyla sermayeye siper olmaya devam ediyor...

Manş Denizi ile başladık, oraya dair bir notla bu yazıyı sonlandıralım. Bu güzel deniz, sporcuların kişisel hırslarıyla sık sık gündem olur. Profesyonel ve Amatör yüzücüler bu denizi geçerek İngiltere’ye ulaşır ve haber olurlar. Ülkeleri savaşlarla yıkılan ve emperyalist yağma yüzünden kıtlıktan acı çeken insanlar her gün onlarca kez bu denizi geçer ya da geçmeye çalışırken ve ölürken doğru düzgün haber bile olmazlar. İnsanlar ne zaman bir istatistik olmaktan çıkar ve tek tek yoksulların hikâyesi bizlerin ilgisini çekmeye başlar, işte insanlık o zaman girdiği bu karanlık tünelden çıkar.